VE SORULMAYANLAR:
NEDEN ÖZAL SUİKASTİ,
PROF. ESAD COŞAN HOCA’NIN ÖLÜMÜ,
SUSURLUK KAZASI
VE MUHSİN YAZICIOĞLU’NUN VEFATI,
ONLARDAKİ UYDURMA BİR BARNABAS İNCİLİ MERAKINA BAĞLANMAYA ÇALIŞILDI?
NEDEN BU UÇUK-KAÇIK UYDURMA SENARYO,
“DEVLET BAĞLANTILI” BİRİLERİ TARAFINDAN YAZILIP ÇİZİLDİ,
HABER YAPILDI VE DEVLET DESTEĞİYLE FİLME ÇEKİLDİ?
BU, “CAMBAZA BAK CAMBAZA!” TAKTİĞİYLE DİKKATLERİ UYDURMA BİR SENARYOYA ÇEKİP “YAŞANMIŞ GERÇEĞİ” GÖZLERDEN KAÇIRMA VE ÜZERİNDE DÜŞÜNDÜRMEME “ALGI OPERASYONU” DEĞİLDİYSE, NEYDİ?
ESKİ KÜLTÜR BAKANI NAMIK KEMAL ZEYBEK TARAFINDAN AJAN OLMAKLA SUÇLANAN GAZETECİ EMİN PAZARCI,
MUHSİN YAZICIOĞLU İLE PROF. MAHMUD ESAD COŞAN HOCA’NIN “KAZA”LI ÖLÜMLERİNİ BARNABAS İNCİLİ’NE BAĞLAMA “PARANOYA REKORU” İLE,
MÜTHİŞ BİR HAFİYELİK PERFORMANSI SERGİLEMİŞTİ..
SONRA SAZI TİYATROCU AHMET YENİLMEZ ALDI..
KÜLTÜR BAKANLIĞI’NIN, YANİ DEVLETİN DESTEĞİYLE, PAZARCI’NIN İDDİASINI FİLM YAPTI..
EVET, DEVLETİN DESTEĞİYLE..
BU ÜÇLÜ SACAYAĞI YA DA KONSORSİYUMUN, BU ÖLÜMLERİ, SAÇMASAPAN DA OLSA İLLA DA BİR YERE BAĞLAYIP “FAİLİ MEÇHUL” OLMAKTAN ÇIKARMAK İÇİN KENDİLERİNİ PARALAMALARI ÜRKÜTÜCÜ..
BİLİYORLAR Kİ, OLAY “FAİLİ MEÇHUL” OLARAK KALDIKÇA İNSANLARIN KONU ÜZERİNDE DÜŞÜNMELERİ İHTİMALİ MEVCUT..
DÜŞÜNÜLMESİN DİYE, ÇOCUK RUHLU SAFLAR TAİFESİ İÇİN “PARANOYA ELMA ŞEKERİ” ÜRETİYOR, “ALIN SİZE BİR FAİLİ MALUM HİKÂYESİ, BİZ SİZİN YERİNİZE MESELEYE KAFA YORDUK, OLAYI ÇÖZDÜK, SİZİN GİBİ ÖKÜZLERİN DÜŞÜNMESİNE GEREK KALMADI, BİZE İNANIN VE DE DERİN UYKUNUZA DEVAM EDİN” MESAJINI VERİYORLAR..
KİMSE DE ÇIKIP, “AAH BU PARANOYA ÇEKİLMEZ!” DEMİYOR..
ÇÜNKÜ BİLİYORLAR, BU ADAMLARA CEVAP VERMEK “SAĞLIĞA ZARARLI” OLABİLİR,
*
BARNABAS İNCİLİ’Nİ GÖRENLER ÖLÜYOR DA,
GÖSTERENLER NİYE ÖLMÜYOR?
Dr. Seyfi SAY
İnternethaber.com ve habervaktim.com gibi bazı internet sitelerinde bugün yer alan bir habere göre, tiyatrocu Ahmet Yenilmez, merhum Muhsin Yazıcıoğlu’nun hayatını beyaz perdeye aktaracakmış.
Söz konusu sitelerdeki haberin hem başlığının, hem de içeriğinin kelimesi kelimesine aynı olduğu görülüyor.
Başlık şöyle: “ ‘Fotoğrafları gördüm’ dedi, 15 gün sonra hayatını kaybetti”.
Haber ise, şu paragrafla başlıyor:
“BBP camiasına yakınlığıyla bilinen sanatçı Ahmet Yenilmez, Barnabas incilini gördüğü için Yazıcıoğlu’nun öldürüldüğü iddiasını ‘Vasiyet’ filmiyle beyaz perdeye taşıyacak.”
Haberin başlığı ve ilk paragraf (daha doğrusu spot), verilmek istenen temel mesajı ya da ana fikri ortaya koyuyor.
Peki, insan Barnabas İncili’ni görünce ne oluyor da ölüyor? Barnabas İncili’nin nasıl bir öldürücü özelliği var?
Haberde bu konuda ayrıntılı bilgi yok.
Sadece şunlar var:
“Yenilmez, kazadan önce Yazıcıoğlu’nun Ankara Çukurambar’da bir pastahanede … kendisine “Biliyor musun bunu gören herkes ölmüş” diyerek telefonundan Barnabas incilinin fotoğraflarını gösterdiğini dile getirdi.
“Yenilmez, o sırada yanlarında bulunan başka bir kişinin ‘Siz de gördünüz mü?’ sorusuna Yazıcıoğlu’nun ‘Gördüm’ yanıtını verdiğini, arkasından ‘O zaman siz de mi öleceksiniz?’ diye sorduğunu aktardı.
“Bu buluşmadan 15 gün sonra helikopter kazasıyla Yazıcıoğlu’nun hayatını kaybettiğini anımsatan Ahmet Yenilmez, bu fotoğrafların kaybolan telefonda olduğunu savundu.”
Evet, hepsi bu..
Doğal olarak, bu ifadeler birtakım soruların kafamıza üşüşmesine yol açıyor.
Bunları yazmakta fayda var..
Bakarsın Ahmet Yenilmez bizi aydınlatır..
Birincisi, Barnabas İncili’ni gören herkes ölmüşse, neden gösterenler ölmüyor?
Sonuçta, gösterenler de, görenlerden..
İkincisi, neden sahip olanlar ölmüyor da, görenler ölüyor?..
Yani, Barnabas İncilielinizde olmadıktan sonra, görseniz ne olacak, görmeseniz ne olacak!..
Hatta, elinize geçmedikten sonra, aslını görmekle fotoğrafını görmek arasında da bir fark yoktur.
İşte o yüzden, “Muhsin Yazıcıoğlu Barnabas İncili’ni gördüğü, yani varlığından haberdar olduğu için ölmüşse, Ahmet Yenilmez neden hayatta kalmış?” diye düşünmeden edemiyoruz..
Bu konuda feryad ü figan koparsın, film yapsın, kıyametler koparsın diye mi?..
*
Muhsin Yazıcıoğlu, salt Barnabas İncili’ni gördüğü, böyle bir İncil’in varlığından haberdar olduğu için ölüyor, fakat bu İncil’in varlığını tüm dünyaya duyurmak üzere plan ve proje üreten Ahmet Yenilmez yaşamaya devam ediyor..
Bu işte bir tuhaflık yok mu?! (İnşaallah birileri, “Barnabas İncili’ni film yapacağını söyledi, 15 gün sonra öldü” haberlerine Yenilmez’i malzeme yapmak için harekete geçmezler.)
Kaldı ki, söz konusu İncil 33 sene önce, 1981 yılında Hakkari’de bir mağarada bulunmuştu.
Hz. İsa’nın konuşmakta olduğu Aramca dilinde yazılmış bulunan bu İncil’i ilk inceleyen, Aramca uzmanı Prof. Dr. Hamza Hocagil’di.
Hocagil, ilk kez 1984 yılında gördüğü bu İncil’le ilgili olarak 1986 yılında İlim ve Sanat dergisine bazı açıklamalarda bulunmuştu.
O zaman çok yankı uyandıran bu açıklamaları ben de okumuş bulunuyordum.
Ahmet Yenilmez’in merhum Yazıcıoğlu’na atfettiği “ölüm” teorisine göre, Hocagil’in bugüne kadar 720 (yazıyla yediyüzyirmi) defa ölmüş olması gerekiyor.
Fakat, öyle değil..
Nitekim, 24 Şubat 2012 gibi yakın bir tarihte, buİncil’le ilgili olarakhaber7.com’a açıklamalarda bulunmuş durumda, yani capcanlı (bkz. http://www.haber7.com/tarih-ve-fikir/haber/848847-o-incil-sahte-fotokopisi-de-bende).
Muhsin Yazıcıoğlu, bu İncil’i gördüğü için 15 gün sonra ölüyor, onu 1984 yılında görmüş olan Hocagil ise, Yazıcıoğlu’nun vefatından üç yıl sonra bile hayatta..
1984’ten 2012’ye kadar tam 672 tane 15 gün geçmiş..
O arada Hocagil’in 672 kere ölmesi gerekiyorken, bana mısın dememiş, bir kere bile ölmemiş..
*
Hocagil’in haber7.com’daki röportajının başlığı şöyle: “O İncil sahte, fotokopisi de bende”.
Hocagil, söz konusu İncil’in sahte olduğu kanaatine nasıl vardığını da anlatıyor (Bir kere daha bkz. http://www.haber7.com/tarih-ve-fikir/haber/848847-o-incil-sahte-fotokopisi-de-bende).
Bence, Muhsin Yazıcıoğlu’nun vefatı dosyasını sahte bir Barnabas İncili’ne bağlayarak kapatmak isteyenler boşuna yoruluyorlar.
Bir yalanı kapatmak için bir başka yalan üretmek zorunda kalacaklar ve sonunda bu kuyruklu yalanlar dizisi komik olmaktan çıkıp nefrete yol açacak.
Daha ilginç olan, MİT sempatisiyle bilinen Emin Pazarcı’nın, merhum Prof. Dr. Esad Coşan hocanın ölümünü de Barnabas İncili’ne bağlamaya çalışmış olmasıydı.
Esad Coşan hocanın ölümüne kadarki yazı ve konuşmalarını yakından takip etmiş olan benim gibi talebeleri, onun bu Barnabas İncili merakından haberdar olamamıştı, ama onu hayatında bir kez bile görüp görmediğini bilmediğimiz Emin efendi, onun bu merakından dolayı suikaste kurban gittiğini keşfediyordu.
Ve mine’l-garâib…
SANKİ MUHSİN YAZICIOĞLU’NUN TEK DERDİ BARNABAS İNCİLİ’YDİ..
SİYASETÇİ DEĞİL DE İLAHİYATÇIYDI, BARNABAS İNCİLİ KONUSUNDA UZMANLAŞMIŞTI..
VE DE SANKİ HRİSTİYAN DÜNYASI BARNABAS İNCİLİ YÜZÜNDEN HAFAKANLAR YAŞIYOR..
VE SANKİ PROF. MAHMUD ES’AD COŞAN HOCA, BARNABAS İNCİLİ YÜZÜNDEN 28 ŞUBATÇI HRİSTİYAN TÜRK DEVLETİNİN ELİNDEN ÖNCE MÜSLÜMAN AVRUPA’YA, SONRA DA AVUSTRALYA İSLAM CUMHURİYETİ’NE SIĞINMIŞTI..
TİYATROCU AHMET YENİLMEZ, MUHSİN YAZICIOĞLU’NUN BARNABAS İNCİLİ MERAKINI KEŞFEDİYOR,
KÜLTÜR BAKANLIĞI, YANİ DEVLET, BU KEŞİF ZİYAN OLMASIN DİYE FİLM PROJESİ OLARAK HAYATA GEÇİRİLMESİNİ DESTEKLİYOR..
EMİN PAZARCI, DAN BROWN’IN “DA VİNCİ ŞİFRESİ”Nİ GÖLGEDE BIRAKACAK BİR BARNABAS İNCİLİ ŞİFRESİ ÜRETİYOR..
EMİN PAZARCILARIN PARANOYAK BİLE DEĞİL, ALGI OPERASYONCUSU OLDUKLARINI SÖYLÜYOR..
*
‘Sevdam gözlerinde kaldı’ filmi 3 sır ölümü sorguluyor
- 01.12.2016 | 14:48
Oyuncu Ahmet Yenilmez’in senaryosunu yazdığı ve yönettiği “sevdam gözlerinde kaldı” filmi, 2 Aralık’ta sinemaseverlerle buluşacak. 1980 ihtilalini mercek altına alan film Muhsin Yazıcıoğlu, Abdullah Çatlı ve Mahmud Esad Coşan’ın ölümünü de sorguluyor.
Ünlü oyuncu Ahmet Yenilmez, ilk kez yönetmen koltuğuna oturdu ve 1980 askeri ihtilaline naif bir aşk hikayesi üzerinden yaklaşan “sevdam gözlerinde kaldı” filmine imza attı.
…
(https://www.sabah.com.tr/webtv/yasam/sevdam-gozlerinde-kaldi-filmi-3-sir-olumu-sorguluyor)
*
“Muhsin Yazıcıoğlu” üçlemesi geliyor
Yapımcı, yönetmen ve oyuncu Ahmet Yenilmez, 2009’da geçirdiği helikopter kazasıyla hayatını kaybeden BBP Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu’nu, belgesel ve iki filmle beyaz perdede ölümsüzleştirecek.
…
-Sevdam Gözlerinde Kaldı
Yenilmez, Yazıcıoğlu üçlemesinin ikinci yapımının Kültür ve Turizm Bakanlığı desteğiyle ilk yönetmenlik deneyimi “Sevdam Gözlerinde Kaldı” filmi olduğunu belirtti.
“Öyküsünü Muhsin Başkan ile beraber kurmuştuk. Bu bir aşk hikayesi” diyen Yenilmez, filmin sloganını “Onlar hep sustular. Mamak’ta, Madımak’ta, Susurluk’ta sustular. Öylesine sustular ki sevdalarını bile söyleyemediler ve sevdaları gözlerinde kaldı. Şimdi herkes susacak, onlar konuşacak” olarak ifade etti.
…
-Üçlemenin üçüncüsü: Barnabas incili
Üçlemenin sonuncusu olarak ise Yenilmez, Muhsin Yazıcıoğlu’nun ölümünden 15 gün önce çekilmesini istediği ve “Vasiyet” adını verdiği filmi vizyona taşıyacak.
Yenilmez, kazadan önce Yazıcıoğlu’nun Ankara Çukurambar’da bir pastahanede bir yazarın kitabının film yapılmasını istediğini ve o gün kendisine “Biliyor musun bunu gören herkes ölmüş” diyerek telefonundan Barnabas incilinin fotoğraflarını gösterdiğini dile getirdi.
Yenilmez, o sırada yanlarında bulunan başka bir kişinin “Siz de gördünüz mü?” sorusuna Yazıcıoğlu’nun “Gördüm” yanıtını verdiğini, arkasından “O zaman siz de mi öleceksiniz?” diye sorduğunu aktardı.
Bu buluşmadan 15 gün sonra helikopter kazasıyla Yazıcıoğlu’nun hayatını kaybettiğini anımsatan Ahmet Yenilmez, bu fotoğrafların kaybolan telefonda olduğunu savundu.
Yenilmez, “Vasiyet” filminin de Yazıcıoğlu’nun kendisini görevlendirdiği Barnabas incilini ve bu süreci konu edindiğini sözlerine ekledi.
(https://www.sabah.com.tr/gundem/2014/09/08/muhsin-yazicioglu-uclemesi-geliyor)
*
SEN PARANOYANIN RESMİNİ YAPABİLİR MİSİN ABİDİN?
YAPAMAZSIN..
FAKAT AHMET YENİLMEZ FİLMİNİ YAPAR..
KÜLTÜR BAKANLIĞI’NIN DESTEĞİYLE.. DEVLET DESTEĞİYLE..
ANLAŞILIYOR Kİ “BARNABAS İNCİLİ” PARANOYASINA İHTİYAÇLARI VAR..
ÜSTELİK BU PARANOYA ÇUVALINA (YA DA TABUTUNA VE MEZARINA) İKİ KİŞİYİ BİRDEN GÖMÜYORLAR: PROF. MAHMUD ESAD COŞAN HOCA VE MUHSİN YAZICIOĞLU..
TESADÜFE BAKIN Kİ, İKİSİ 28 ŞUBAT SÜRECİNDE BİRLİKTE HAREKET ETTİLER..
BBP’NİN ANAP’LA İTTİFAK YAPARAK ARALIK 1995 SEÇİMLERİNDE TBMM’YE GİRMESİNİ SAĞLAYAN, PROF. ESAD COŞAN HOCAYDI..
MUHSİN YAZICIOĞLU, ESAD COŞAN HOCA İSTEDİĞİ İÇİN ERBAKAN LİDERLİĞİNDEKİ REFAH-YOL HÜKÜMETİ’NİN KURULMASINA DIŞARIDAN DESTEK VERDİ..
ONUN DESTEĞİ OLMASAYDI, O HÜKÜMET KURULAMIYORDU..
28 ŞUBAT SÜRECİNDE MUHSİN YAZICIOĞLU’NUN “TÜRKİYE İRAN OLMAYACAKTIR, CEZAYİR OLMAYACAKTIR, FAKAT SURİYE DE OLMAYACAKTIR, BUNA İZİN VERMEYECEĞİZ” DİYE KONUŞMASINI İSTEYEN VE SAĞLAYAN ESAD EFENDİ’YDİ..
O ZAMAN BİR TARAFTA ABD VE İSRAİL PARALELİNDE HAREKET EDEN BİR TSK VE MİT VARDI..
VE ONLARIN POSTMODERN DARBESİ SONUCU KURULAN ECEVİT HÜKÜMETİ.. BAŞBAKAN YARDIMCILARI İSE MESUT YILMAZ İLE DEVLET BAHÇELİ İDİ..
DİĞER TARAFTA İSE, PARTİSİ KAPATILAN, SİYASİ YASAKLI HALE GETİRİLEN ERBAKAN..
VE, 28 ŞUBAT’IN BİN YIL SÜRECEĞİNİ SÖYLEYENLER DE VARDI..
ESAD EFENDİ, ECEVİT HÜKÜMETİ DÖNEMİNDE, 28 ŞUBAT HÜKMÜNÜ YÜRÜTMEYE DEVAM EDERKEN ÖLDÜ..
TRAFİK KAZASI SÜSÜ VERİLMİŞ BİR SUİKASTLE ÖLDÜRÜLDÜYSE, HİÇ UMURSAMADIĞI, HAKKINDA TEK KELİME ETMEDİĞİ BARNABAS İNCİLİ YÜZÜNDEN Mİ ÖLDÜRÜLMÜŞTÜR?
SİZİ BÖYLE PARANOYAK ROLÜ OYNAMAYA HANGİ ETKENLER İTİYOR, PARANOYAK BİR FİLME DEVLET DESTEĞİ VERİLMESİNİN ARDINDAKİ MOTİVASYON NEDİR?
*
GEÇMİŞ ZAMAN OLUR Kİ, MELÂLİ CİHAN TUTAR (21) / DR. SEYFİ SAY
“BENİ İKİ AYDAN BERİ ÇOK SIKI TAKİBE ALDILAR”
Arslan Bulut’un sözcülüğünü yaptığı “Türk istihbarat kaynakları“nın bilgi yanlışlarıyla dolu “CIA yönlendirmeli İngiliz istihbaratı” senaryosu, vefat ettiği sırada tam dört yıldır vatanından uzakta yaşamakta olan, bir türlü dönmeyen, dönemeyen Esad Efendi’yi, kısa bir süre sonra bir parti kurup iktidar olacak bir adam gibi gösteriyordu.
Ülkesinde değil bir parti kurup siyaset yapmak ve iktidar olmak, onun sınırlarından içeri girme gücü bile bulunmayan bir “fatih”..
28 Şubat Süreci sırasında CIA’in Türkiye’deki taşeronluğunu ve tetikçiliğini yapacak kadar alçalmış olan “Türk istihbarat kaynakları”nın böylesi zihinsel özürlü senaryolara inanması beklenebilirdi, fakat uşaklıklarını yaptıkları CIA‘deki “istihbarat kaynakları”nın bu kadar geri zekâlı olmadıkları kesindi. Ancak, aslında söz konusu “Türk istihbarat kaynakları” zihinsel özürlü değildiler, vicdan ve onur özürlüydüler, ve Arslan Bulut‘u aracı yaparak “masal” anlattıkları kitlenin zihinsel performans bakımından bir manda sürüsünden daha iyi durumda olmadığına inanarak senaryo uydurmaktaydılar.
Madalyonun arka yüzündeki acı ve acıtıcı gerçekler ise, değil Esad Efendi’nin vefat ettiği 2001 yılı başında, 2005 yılında bile MİT‘in, “Yeşil gibi insan ortadan kaldırmalar“la suçlandığını gösteriyordu. MİT’in eski Kontrterör Daire Başkanlarından Mehmet Eymür‘e ait atin.orgadlı internet sitesinde yayınlanan bir mektup bunu açıkça ortaya koyuyordu.
Söz konusu mektubu göndermiş olan MİT mensubu, MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun‘un yurt içindeki inanılmaz boyutlardaki zenginliğinin yanı sıra “yurtdışı“nda da büyük bir villa yaptırmış olduğunu ifade ediyordu. Daha kötüsü, MİT’in Yenimahalle’de bulunan merkez binalarının güvenlik eksikliklerinin giderilmesi amacıyla açılan bir ihale, şirket ortaklarının tamamı yabancı kökenli bir firmaya verilmişti. Mektuba göre bu, “ihanetin belgesi“ydi. Teşkilat personelinin bütün kimlik bilgileri bu proje kapsamında söz konusu şaibeli firmaya göz göre göre verilmiş, o firma personelinin, kriptolu aktarılan bütün gizli bilgilerin geçtiği kablo kanallarına müdahalesine müsaade edilmişti. Üstelik, MİT’in özel uçağıyla yabancı ülkeleri gezen Müsteşar’ın bu ülkelerde ne yaptığı, kimlerle temasta olduğu, yurt dışına çıkışta yanında götürdüğü para ve evraka ilişkin bilgiler hep sır durumundaydı.
Mektupta ayrıca, “Müsteşar’ın, teşkilattan hangi evrakları dışarıya çıkardığı, kimlere verdiği, sır olarak nitelenen arşivleri kimlere açtığı, kimleri dinlemeye aldırdığı ve dinlenilen şahısların en mahrem hayatlarının kimlere ve ne için verildiği, en yakınında olmuş bizler için bile artık muamma bir durum haline gelmiştir” deniliyordu. Üstelik, Müsteşar’ın yakın adamı Kaşif Kozinoğlu, “İnsan kasabı haline gelmiş (veya getirilmiş)” Yeşil kod adlı Mahmut YILDIRIM ile yakın temasını devam ettirmekte, Müsteşar’la beraber yürüttükleri illegal işlerde, bu tür kanalları kullanmaktaydılar. Mektupta, İstanbul yeraltı dünyasıyla samimi olan Kozinoğlu’nun, Müsteşar’ın bilgisi dahilinde, birilerinin isteği doğrultusunda “adam harcamakta” olduğu da belirtiliyordu. Kozinoğlu, “Teşkilat’ın (MİT’in) Yeşil’i haline gelmiş”ti. Mektupta şu soru da yer alıyordu:
“ATASAGUN ve ekibinin yaptığı kanun dışı faaliyetler, dinlemeler, Yeşil gibi insan ortadan kaldırmalar, teşkilatın paralarının yenmesi, çok büyük zenginlikler, sahte diplomalar, en yakınındaki basın müşaviresiyle bile gönül eğlendirmelerle hayat sürecek kadar pervasızca hareket eden bir üst kademe varken, Başbakanımızın [Recep Tayyip Erdoğan] hiçbir şey yokmuş gibi, en uzun kalma rekoruna sahip, çalışmayan, iş üretmeyen, kendi hükümetine bile problemler çıkartan bir müsteşarı görevden almaması veya alamaması altında başka şeyler mi var?”
Bunu izleyen ikinci soru ise şöyleydi:
“Başbakanımızın, şahsından veya hükümet üyelerinden kaynaklanan, büyük bir problem veya başka bir ifadeyle açık (veya açıklar), ATASAGUN tarafından, göreve gelir gelmez teşkilat imkanlarıyla öğrenilip acaba dokümante mi edildi? Veya Başbakanımızın bir diyet borcu mu söz konusu?”
Türkiye, 2005 yılında bile böyle bir Türkiye’ydi, ve Arslan Bulut aracılığıyla bizlere “en yeni Türk efsane ve masalları” anlatan “Türk istihbarat kaynakları“, sanki Esad Efendi Türkiye’deki zulüm ortamından kaçmamış da yurt dışına turistik gezi için çıkmış gibi, “Yeşil gibi adam ortadan kaldırmalar” ihtimalini hiç akla getirmememizi sağlayacak bilgiler veriyorlardı. Cenazesinin bile Avustralya‘dan, askerî bir uçakla ve İngiliz gizli servis elemanları tarafından getirildiğini öğreniyorduk. Belki de, cenazeyi getirmek için Türkiye’den Avustralya’ya giden kalabalık grup ile dönüşte onlara eşlik eden Avustralya’da mukim cemaat mensuplarının şöyle düşünmeye başlamasını istiyorlardı: “Demek ki biz İngiliz gizli servisinin elemanlarıymışız, haberimiz yokmuş; bindiğimiz uçak da Singapur Havayolları’na ait değilmiş, askerî bir uçakmış, biz ayakta uyuyormuşuz.”
Kesin olan şuydu, “Türk istihbarat kaynakları”, palavralarını, Türk milletinin her yalana kolayca inanacak kadar bön, ahmak, aptal, geri zekâlı, düşüncesiz ve idraksiz olduğunu kabul ederek üretiyorlardı. Böyle bir ülkenin “faili meçhul cenneti” olmasını da, “Yeşil gibi adam ortadan kaldırmalar“ın rutin bir faaliyete dönüşmüş bulunmasını da yadırgamamak gerekiyordu. Ancak, bardağın dolu tarafı dikkate alınırsa, “Türk istihbarat kaynakları”nın, Esad Efendi’nin “Amerikan ve İngiliz gâvuru tarafından şehit edilmiş müstesna bir Türkçü Türk büyüğü” olarak tarihe geçmesi için, Brisbane‘daki cemaat mensuplarının şüphelendiği S. G. adlı şahsın adının geçmediği “şehadet öyküleri” ile yüreklerimize su serpme iyiliğini esirgemediklerini de düşünebilirdik.
Esad Efendi’nin vefatından sekiz yıl sonra, Büyük Birlik Partisi (BBP) Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu da bir helikopter kazasında hayatını kaybedecek, onun için de “Barnabas İncili şehitliği” unvanı icat edilecekti. Bir “şehadet öyküsü” de onun için yazmak gerekiyordu, çünkü Yazıcıoğlu’nun kimliği, kişiliği ve 30 yıldır Türk siyasî hayatında oynamış olduğu rol, ölümünün kaza görünümlü bir suikast olabileceği şüphesini uyandırmıştı.
Yazıcıoğlu’nun partisi, oy oranı yüksek bir parti değildi. Fakat o, şahsiyeti itibariyle, Türk siyasetine hâkim olan standartların çok üstünde biriydi. İlkeliydi, en azından, ilkeli hareket etmeyi önemsediği anlaşılıyordu. İkbal ve menfaat için her kaypaklığı yapabilecek, “fırıldak” olup bağrını rüzgâra açabilecek, gelene ağam gidene paşam diyebilecek, bugün ak dediğini yarın kara ilan edebilecek, takiyye ve ikiyüzlülüğü siyaset sanatına dönüştürebilecek, yüzünüze gülerken arkanızdan kuyu kazabilecek, her yalanı yüzü hiç kızarmadan söyleyebilecek biri değildi. Bir yalan söylemiş veya kaypaklık yapmış olsa ona “Sana yakışıyor mu, utanmıyor musun?” diyebilirdiniz, ve o bundan kesinlikle utanırdı.
Türk siyasetindeki, utanma duygusunu yitirmemiş ender, pek az rastlanan kişilerden biriydi. Belki, birincisiydi.
Şayet ilkesizliği siyasetteki en işe yarar ilke kabul etmiş olsaydı, önüne çıkan pekçok fırsattan istifade edebilirdi. Fakat o bunu yapmamıştı. Bu yüzden, Akparti‘yi kurarken “etkili” iç ve dış çevrelerin desteğini arkasına alan Tayyip Erdoğan‘ın birlikte siyaset yapma teklifini de reddedecekti. Mehmet Ali Bulut, bunu haber7.com‘da şöyle anlatacaktı:
Rivayet (Rivayet dediğime bakmayın, bana rahmetlinin en yakın bir dostu anlatmıştı. İsmi bende…)odur ki, Ak Parti kurulurken, Sayın Erdoğan, Muhsin Bey‘i de ziyaret edip partiye davet etmiş. “Gel beraber bu işi kotaralım ve şu millete birlikte hizmet edelim” demiş.
Muhsin Bey önce bu nazik daveti için teşekkür etmiş. Sonra da mealen, “Kardeşim, zaman ve hadiseler bana öğretti ki Amerika’nın desteklediği bir siyasetle bu ülkeye hizmet edilmiyor. Eğer millete dayanarak siyaset yapacaksan geleyim. Aksi takdirde Amerika, hep kendisine hizmet ettirir” demiş.
Tayyib bey de ona, “Bir müddet, Amerika’nın istediklerini yaparız sonra millete hizmet ederiz. Mani olursa dirsek vurur göndeririz!” cevabını vermiş.
Muhsin Bey “Amerika dirsek vurarak gönderilecek bir güç değil. Fil ile gireceğin bir yataktan ezilerek çıkarsın. Bunu yapma. Millete güven. Ona dayanan bir siyaset yapacaksan yanındayım. Değilse beni bağışla!” [demiş.]
Kısacası, Yazıcıoğlu, Erdoğan gibi, ABD’nin emrine giren bir Fethullah Gülen‘le işbirliği yapamazdı. Hatta Erdoğan’la bile yapamazdı, yapmamıştı. Aynı şekilde, 4 Mayıs 2007 günü Dolmabahçe‘de zamanın Genelkurmay Başkanı Büyükanıt‘la milletten gizli ve saklı, “mezara götürülecek esrarengizlikte” anlaşmalar yapan Erdoğan gibi, bir zaman gelip Kemalistlerle “yerlilik ve millilik” etiketi altında tuhaf ittifaklar da kuramazdı.
Şüphesiz bu ilkeli tavrın bir bedeli vardı, ve o bedel, salt dünyevî imkânlardan, makam ve mevkîlerden, servet ü sâmândan uzak kalmaktan ibaret değildi. Aynı zamanda tehditlerle yüzleşmeyi göze almak gerekiyordu. Ki bu, Yazıcıoğlu’nun az yaşadığı birşey değildi. Bunlardan birini Numan Kurtulmuş, 26 Şubat 2017 günü şöyle anlatacaktı:
Saadet Partisi Genel Başkanı olduğum zaman Muhsin Bey (Muhsin Yazıcıoğlu) “hayırlı olsun”a geldi. 28 Şubat’ı anlattı. Onun ağzından söylüyorum: “[28 Şubat öncesinde, Erbakan liderliğindeki Refah-Yol hükümeti kurulurken] Biz Refah Partisi’ne dışarıdan destek vereceğimizi söylüyoruz. Bizim ülkücü camiadan biri odama geldi. önce hoş-beş, arkasından başladı beni tehdit etmeye.‘Refah Partisi’ni desteklemeyin, desteklerseniz şu olur falan’ diye üst perdeden konuşmaya başladı.” [Muhsin Yazıcıoğlu’na] Son olarak şunu söylemişler: “Muhsin sen bilmiyorsun, artık adamı 2 kilometre öteden sırtından vuruyorlar.” Muhsin Bey [diyor ki:] “Tepem attı, masamın önüne gittim, kravatından tuttum, ‘Bana bak, git sana kim bunları söylediyse onlara söyle, biz adamı 2 kilometreden sırtından değil 10 santimetreden alnından vuruyoruz’ dedim.”
Yazıcıoğlu’nu o dönemde iki kilometreden sırtından vurmayacaklardı. Fakat, tehditler devam edecekti. Bu tehdit ya da uyarılardan sonuncusu, 25 Mart 2009 günü yanındaki beş kişiyle birlikte ölümüne yol açan kazadan iki ay önce yaşanmış bulunuyordu. Gazeteci Köksal Akpınar, “Kanlı Çukur / Muhsin Yazıcıoğlu Suikastının Perde Arkası“ adlı kitabında, ulaştığı yüzlerce belge arasında en önemlisinin, helikopterin düştüğü dönem Avrupa’da ikâmet eden eski bir arkadaşı ile Yazıcıoğlu arasında geçen diyaloglar olduğunu vurguluyordu:
Yazıcıoğlu son Almanya ziyaretini Ocak 2009’da yapıyor. Yani helikopter düşmeden 2 ay kadar önce. Bu ziyarette bahse konu olan arkadaşı ile buluşup konuşuyorlar.
Arkadaşı Yazıcıoğlu’na ‘Türkiye’ye dönme öldürüleceksin’ diyor. Özel Yetkili Malatya Cumhuriyet Savcılığı’nın yürüttüğü soruşturma dosyasına da giren Muhsin Yazıcıoğlu ile arkadaşı arasındaki konuşmalar son derece ilginç. Arkadaşı aylardır ağır hasta olduğu için ifade vermeye gelemedi. Kendisi şu an Ankara’da yaşıyor. Bizzat arkadaşı, Yazıcıoğlu ile arasında geçen diyalogları Yazıcıoğlu’na yakın bir isim ile paylaştı. O isim de savcılığa detaylı bir şekilde ifade verdi. Bunun üzerine savcılık bahse konu olan arkadaşını ifade vermek için çağırdı ama ağır hasta olduğu için bir türlü Malatya’ya gelemedi.
Muhsin Yazıcıoğlu ve arkadaşı arasında geçen konuşmanın detaylarını arkadaşının anlattığı kişinin verdiği ifadeye göre, ‘Mehmet Ağar ve Muhsin Yazıcıoğlu’na suikast yapılacak’tı.
Aynı şekilde, bir başka haber, Yazıcıoğlu’nun, vefatından önce bir general tarafından tehdit edilmiş olduğunu ortaya koyacaktı. Buna göre, katıldığı bir resepsiyon esnasında Yazıcıoğlu’na bir general telefonda “Son zamanlarda çok ileri gidiyorsun, korkarım ki dağlarda parçaların toplanmaz kalırsın” diyor, merhum da, “Ben de senin apoletlerini sökerim” şeklinde cevap veriyordu. Konuyu kamuoyuna aktaran Avrupa Türk Kültür Dernekleri Birliği Eski Başkanı Recep Yıldırım’ın sözleri şöyleydi:
17 Ocak 2009 tarihinde [yani helikopter kazasından iki ay önce] Almanya’nın Ludwigshafen şehrinde bir düğün salonunda düzenlenen gecede sivil toplum örgütlerinin başkanlarının olduğu masada rahmetli (Yazıcıoğlu) bu konuyu anlatıyor. [Katılmış olduğu bir] Resepsiyonda bir generalin “Son zamanlarda çok ileri gidiyorsun, korkarım ki dağlarda parçaların toplanmaz kalırsın” dediğini aktarıyor. Rahmetli de o generale “Ben de o zaman senin apoletlerini sökerim” gibisinden çok sert tepki veriyor. Daha sonra o masada bulunan arkadaşlardan biri bana bu konuyu anlattı. Ben de bu konuyu arkadaştan öğrendiğim kadarıyla Yazıcıoğlu’na sordum. Başkan da bu konuyla ilgili sessiz kalmam gerektiğini söyledi. Bu konunun aydınlatılabilmesi için Muhsin başkanın 25 Mart 2009 tarihinden beş yıl öncesine ait kullandığı telefonlarının tüm dökümlerinin çıkarılması gerekir.”
Konuyla ilgili üçüncü bir belgeyi ise, İsmailağa Cemaati’nden yaşlı bir zatın konuşmasının video kaydı oluşturuyordu. Buna göre, vefatından iki ay önce İsmailağa Cemaati lideri Mahmut Efendi’yi ziyaret edip onunla iki saat görüşen Yazıcıoğlu, ayrılacağı sırada ona şunu diyordu:
“Beni iki aydan beri çok sıkı takibe aldılar, artık bundan sonra ne yapacağımı tam bilemiyorum. Ama şunu ben senden rica ediyorum, ölümüm, hadise olursa, beni duadan unutma.”
(Devamı için bkz.
https://tenbih.wordpress.com/2018/04/19/gecmis-zaman-olur-ki-melali-cihan-tutar-22-dr-seyfi-say/)
*
TÜRK USULÜ “AKIL OYUNLARI” FİLMİ: SEVDAM GÖZLERİNDE KALDI..
BU ALATURKA “AKIL OYUNLARI”NIN AMERİKAN “AKIL OYUNLARI”NDAN FARKI, İKİNCİSİNİN “HASTA” BİR MATEMATİKÇİYİ ANLATMASI..
İLKİ İSE ANASININ GÖZÜ BİR TİYATROCUNUN ANGUTLAR SÜRÜSÜ İÇİN USTACA ROL KESEREK ÇEKMİŞ OLDUĞU SALAKÇA VE DE GÜLDÜRMEYEN BİR “ORGANİZE İŞLER” FİLMİ OLMASI..
ORTADA OLMAYAN, NEREDEYSE 30 SENEDİR KİMSENİN GÖRMEDİĞİ, BİLMEDİĞİ, DOKUNMADIĞI BİR BARNABAS İNCİLİ’Nİ ESAD EFENDİ İLE MUHSİN YAZICIOĞLU’NUN KATİLİ OLARAK GÖRMEK İÇİN İNSANIN “KAFASI GÜZEL / GÜZEL KAFALI” BİR “BUAUTIFUL MIND” OLMASI YETERLİ OLABİLİR,
FAKAT, ÖYLE GÖSTERMEK İÇİN YETMEZ..
ÖYLE GÖSTERMEK, HELE DE “DEVLET DESTEĞİ” İLE, DEVLETİN PARASI İLE FİLM ÇEKİP ÖYLE GÖSTERMEK BAŞKA “GÜZELLİKLER” GEREKTİRİYOR..
“DERİN” GÜZELLİK YA DA GÜZEL “DERİNLİK” GEREKİYOR..
EVET, GÖRÜLMEYEN, BİLİNMEYEN, OKUNMAYAN, DOKUNULMAYAN, ARAMİCE GİBİ KONUŞULMAYAN/ÖLÜ BİR DİLDE YAZILMIŞ BİR BARNABAS İNCİLİ’Nİ İKİ (HATTA ÜÇ) ÖNEMLİ ŞAHSİYETİN KATİLİ OLARAK FİLME ALMAYI BAŞARMA HOKUSPOKUSUNUN, ABRAKADABRASININ, GÖZBAĞCILIĞININ, HOKKABAZLIĞININ ÜSTESİNDEN GELMEK, “DEVLET DESTEĞİ” OLMADAN YAPILAMAZ..
“AKIL OYUNLARI” FİLMİNİN KAHRAMANI, HERKESİN GÖRDÜĞÜNÜ GÖRÜYOR, BİR DE FAZLADAN “SIRF KENDİSİNE MAHSUS” ŞEYLER GÖRÜYORDU..
“SEVDAM GÖZLERİNDE KALDI” TİPİ “AKIL OYUNLARI”NIN YAPIMCILARI İSE, RUSSELL CROWE’UN CANLANDIRDIĞI KARAKTERE NAL TOPLATIYORLAR..
ÇÜNKÜ BUNLAR HEM BAŞKALARININ GÖREMEDİĞİ BİR “SERİ KATİL BARNABAS İNCİLİ” GÖRÜYORLAR, HEM DE, BAŞKALARINDAN FARKLI OLARAK BAZI ŞEYLERİ ASLA GÖREMİYORLAR..
ÜSTELİK, ABD BÖYLE BİR “AKIL OYUNLARI” KAHRAMANINDAN SADECE BİR TANE ÇIKARABİLMİŞKEN MAŞALLAH BİZDEKİLER ORDU GİBİ..
BAŞI EMİN PAZARCI ÇEKİYOR, ARDINDA AHMET YENİLMEZ, VE ONLARIN PEŞİNE TAKILIP “AKIL OYUNLARI HASTANESİ”NE ÖZGÜ TRENCİLİK OYUNU OYNAYAN BİR ALAY ADAM..
BARNABAS İNCİLİ İÇİN MUHTEŞEM BİR KORO GAZETELERDE YAZILAR YAZIYOR, FİLM YAPIYOR, KİTAPLAR YAZIYOR, ACAYİP BİR TANTANA..
ESAD EFENDİ’NİN ASLA GÖRMEDİĞİ, DOKUNMADIĞI, NERDE OLDUĞUNU BİLMEDİĞİ, ELİNE ALIP BAKMIŞ OLSA ARAMİCE OLDUĞU İÇİN OKUYAMAYACAĞI, VE İÇİNDE NE OLDUĞUNU BİLEMEYECEĞİ BİR İNCİL, ONUN KATİLİ HALİNE GETİRİLEBİLDİ..
HATTA “SERİ KATİL” YAPILDI, MUHSİN YAZICIOĞLU İLE ABDULLAH ÇATLI’NIN KATİLİ OLMA ŞEREFİNE DE NAİL OLDU..
MALUM ÇATLI, ESAD EFENDİ’YE DENK KONUMA YÜKSELTİLDİ, MUHTEREM VE MUKADDES BİR “BARNABAS İNCİLİ ŞEHİDİ”NE DÖNÜŞTÜRÜLDÜ..
BU SERİ KATİL İNCİL‘İN “DEVLET DESTEĞİYLE” FİLMİ DE YAPILDI..
EVET, BARNABAS İNCİLİ, SEVDAM GÖZLERİNDE KALDI FİLMİYLE, DEVLET DESTEĞİ TARAFINDAN GÖZÜMÜZE SOKULUYOR..
BİZ GÖRMESEK DE OLUR, ÇÜNKÜ BİRİLERİNİN, SERİ KATİL BARNABAS İNCİLİ‘NİN CİNAYET POTANSİYELİNİ “DEVLET DESTEĞİ” İLE GÖRMELERİ YETERLİ..
ONLAR, TÜRK TİPİ “AKIL OYUNLARI” KAHRAMANLARI OLARAK BİZİM GÖREMEDİĞİMİZİ GÖRÜYORLAR..
ONLAR, KRAL’IN ANCAK ZEKİ İNSANLAR TARAFINDAN GÖRÜLEBİLEN ELBİSESİNİ HAYRANLIKLA İZLEYEBİLME İMTİYAZINA SAHİP OLACAK ŞEKİLDE ÜSTÜN ZEKÂ İLE DÜNYAYA GELMİŞLER..
ONLAR GÖRÜYOR, BİZ GÖREMİYORUZ..
*
AHMET YENİLMEZ ÇOK ŞANSSIZ BİR ADAM..
ÇÜNKÜ BİR “PARANOYA OLİMPİYATI” YOK.. OLSAYDI, KESİN ŞAMPİYONDU..
YAZIK OLDU “DEVLET DESTEKLİ”, DEVLET PARASIYLA ÇEKİLEN PARANOYAK SANAT ŞAHESERİNE..
BU AMERİKALILAR TÜRKİYE’NİN ÖNLENEMEZ YÜKSELİŞİNİ ÖNLEMEK İÇİN OSCAR’DA DA HİLE YAPMIŞLAR, BİR “EN İYİ PARANOYA ÖDÜLÜ” KONULMASINI ENGELLEMİŞLER..
AYNI KÜRESEL İHANET NOBEL’DE DE VAR, BİR “PARANOYA ÖDÜLÜ” KOYMAMIŞLAR..
O YÜZDEN, GARİBİM AHMET YENİLMEZ SADECE “SON KALE TÜRKİYE” DEVLET DESTEĞİYLE YETİNMEK ZORUNDA KALMIŞ..
OLSUN, TÜRK DEVLETİ BÖYLE KONULARDA ÇOK CÖMERTTİR.. BARNABAS İNCİLİ OLAYININ FİLMİNE BİLE BU KADAR PARA YATIRIYORSA, İNCİL’İN BİZZAT KENDİSİ İÇİN NE KADAR PARA HARCAR, BİR DÜŞÜNÜN!
MEVZUBAHİS OLAN BARNABAS İNCİLİ’YSE PARA TEFERRUATTIR ABİ!..
MAŞALLAH DEVLETİMİZDE BÖYLE İŞLER İÇİN PARA DA BOL, “AKIL OYUNLARI” DA..
MADEM “PARANOYA”NIN MÜŞTERİSİ YOK, O ZAMAN BİR “AKIL OYUNU” ÇALIMIYLA AHMET YENİLMEZ’İN ŞAHESERİNE BAŞKA BİR ETİKET YAPIŞTIRILIR: “BARNABAS İNCİLİ İLE PEYGAMBERİMİZ S.A.S.’İN MÜJDELENMESİNİN AÇIĞA ÇIKARILMASI CİHADI VE BARNABAS İNCİLİ ŞEHİTLERİ”.
BÖYLECE, ABDULLAH ÇATLI’YA ŞÖÖÖYLE YALDIZLI BİR “BARNABAS İNCİLİ ŞEHİDİ” MADALYASI TAKILIR, PASLI TENEKEDEN MAMUL PARANOYA MADALYASI VE KUPASI DA SEYFİ SAY GİBİLERİN ELİNE ZORLA TUTUŞTURULUR.
PARA HERŞEY DEĞİLDİR ABİ, İNSANLIK DA ÖNEMLİ.. BU NOKTADA DEVREYE DEVLETİN “YERLİ, MİLLİ, TÜRKİYELİ” İNSANLARI GİRER VE KORO HALİNDE ŞU TÜRDEN SESLER ÇIKARIRLAR: “AAAAARRRĞĞĞHH, SEYFİ SAY, PARANOYA, EVHAM, SEYFİ SAY’IN YAZILARINI OKUMAYIN HÖDÜKLER, SİZİN GİBİ ANGUTLAR ONUN YAZISINDAN ETKİLENİR.. BİZ SİZİN YERİNİZE OKUDUK, ONLARIN PARANOYAKÇA ŞEYLER OLDUĞUNU FARKETTİK.. AMA SİZ OKUMAYIN, ÇÜNKÜ SİZ FARKEDEMEZ, ETKİLENİRSİNİZ, ÇÜNKÜ GERİ ZEKÂLISINIZ.. BUNU YÜZÜNÜZE BÖYLE AÇIKÇA SÖYLEMİYORUZ AMA ANLAYIN İŞTE ANGUTLAR.. SİZİN İÇİN YEDİ YAŞ SEVİYESİNE HİTAP EDEN BİR FİLMİMİZ VAR, OTURUP ONU İZLEYİN: SEVDAM GÖZLERİNDE KALDI.. GULU GULLUUUUUUUUUUUU, AAAARĞĞĞHHH, PARANOYAĞĞĞĞĞĞĞ…”
EVET, AHMET YENİLMEZ’İN ÖZDE PARANOYA, SÖZDE İSLAMÎ CİHAT ŞAHESERİNE GÖRE, ABDULLAH ÇATLI İLE NAKŞİBENDİ ŞEYHİ PROF. DR. MAHMUD ESAD COŞAN HOCA AYNI KULVARDA YER ALIYOR..
ABDULLAH ÇATLI KİM?
DİNLER TARİHİNE MERAKLI BİR İLİM ADAMI MI? ÖMRÜ KUTSAL KİTAPLARI İNCELEMEKLE GEÇMİŞ BİR TARİKATÇI MI?
SABAH GAZETESİ’NİN HABERİNE BAKILIRSA, ÇATLI’NIN “BARNABAS İNCİLİ” DİYE BİR İNCİL’İN BULUNDUĞUNU BİLE BİLMİYOR OLMASI GEREKİYOR.
ÇÜNKÜ, VATANDAŞIN İLGİ ALANLARI VE HOBİLERİ FARKLI.. 1978’DE, 22 YAŞINDAYKEN HAKKINDA, DOÇ. DR. BEDRETTİN CÖMERT’İN ÖLDÜRÜLMESİ OLAYININ FAİLİ OLARAK MAHKEME TARAFINDAN GIYABİ TUTUKLAMA KARARI VERİLMİŞ.
DÖRT YIL SONRA İSE, SENELER ÖNCEKİ ANKARA-BAHÇELİEVLER’DE YEDİ KİŞİNİN ÖLDÜRÜLMESİ OLAYININ PLANLAYICISI VE BAŞ SORUMLUSU OLDUĞU İDDİASIYLA HAKKINDA TUTUKLAMA KARARI ÇIKARILMIŞ..
KARAR ÇIKARILMIŞ AMA TUTUKLANAMAMIŞ.. ÇÜNKÜ, VATANDAŞ 12 EYLÜL DARBESİ’Nİ İZLEYEN AYLARDA VATANINI TERK ETMİŞ BULUNUYORMUŞ..
TIPKI ESAD EFENDİ GİBİ, FAKAT FARKLI NEDENLERLE..
1982’DE İSVİÇRE’DE YAKALANMIŞ, FAKAT SERBEST BIRAKILMIŞ.. ÇÜNKÜ ELİNDEKİ PASAPORTA GÖRE ABDULLAH ÇATLI DEĞİL, MEHMET ÖZBAY’MIŞ.. RESİM KENDİSİNİN, İSİM MEHMET ÖZBAY..
HEMEN MİT’İ HATIRLADINIZ DEĞİL Mİ?.. HAKLISINIZ, ÇÜNKÜ 1983’TE MİT İLE İLİŞKİYE GEÇTİĞİ VE ASALA’YA KARŞI BEŞ EYLEMDE KULLANILDIĞI MİT BELGELERİNDE YER ALMIŞ (AÇIĞA ÇIKMAYAN MİT BELGELERİ KONUSUNDA BİRŞEY DİYEMİYORUZ)..
BİR YIL SONRA, 1983’TE BU DEFA FRANSA’DA YAKALANIR.. BU KEZ PASAPORTUNDAKİ İSMİ HASAN KURTOĞLU’DUR.. FAKAT PARANOYAK FRANSIZLAR NUMARAYI YEMEZLER, ONU YEDİ YIL HAPİS CEZASINA ÇARPTIRIRLAR..
SONRA FRANSIZLAR BUNU, BİR YEDİ YIL DA İSVİÇRE’DEN CEZA ALDIĞI İÇİN BU ÜLKEYE İADE ETMİŞLER..
FAKAT, 21 MART 1990’DA HAPİSHANEDEN KAÇMIŞ..
ÜÇ YIL SONRA TÜRKİYE’YE GELMİŞ.. BU DEFA PASAPORTUNDAKİ İSİM ŞAHİN EKLİ’DİR, FAKAT YİNE DE GÖZALTINA ALINIR, ANCAK (NASIL OLUYORSA) HEMEN SERBEST BIRAKILMIŞ (İYİ SAATTE OLSUNLAR DEVREYE GİRMİŞ OLABİLİR Mİ DİYE SORMAYA LÜZUM VAR MI? PARANOYAK OLMAYALIM LÜTFEN!)..
BUNDAN SONRASI, İSVİÇRE GİBİ ÜLKELER TARAFINDAN ARANAN ÇATLI’NIN CENNET VATANIMIZDA İLGİNÇ HOBİLERİYLE ZAMAN GEÇİRME DÖNEMİ.. “TATLI HAYAT”..
BARNABAS İNCİLİ OKUMUYOR TABİÎ.. BAŞKA İŞLER PEŞİNDE.. MESELA, 26 NİSAN 1996’DA “KUMARHANELER KRALI” ÖMER LÜTFÜ TOPAL İLE AYNI UÇAKTA KIBRIS’A GİTTİĞİ, AYNI OTELDE KALDIĞI, 1 MAYIS 1996’DA GERİ DÖNDÜĞÜ KAYITLARDA YER ALIYOR.
YANLIŞ ANLAŞILMASIN, BUNLARI BEN SÖYLEMİYORUM, SABAH GAZETESİ’NİN HABERİ SÖYLÜYOR.
ANCAK, BU PEK MUHTEREM VE MÜBAREK, PEK DİNDAR VE SOFU VATANDAŞIMIZ, AHMET YENİLMEZ’İN ÇEVİRDİĞİ FİLME GÖRE, 3 KASIM 1996’DA SUSURLUK’TA YAŞANAN ŞU MEŞHUR TRAFİK KAZASINDA BARNABAS İNCİLİ ŞEHİDİ OLARAK HAYATINI TAMAMLIYOR.
FAKAT, “SERİ KATİL BARNABAS İNCİLİ”, SADECE ABDULLAH ÇATLI’YI DEĞİL, KAZA SIRASINDA ONUN YANINDA OTURAN MANKEN GONCA US İLE ŞOFÖR MAHALLİNDEKİ İSTANBUL ESKİ EMNİYET MÜDÜR YARDIMCISI ABDULLAH KOCADAĞ’I DA ALIP GÖTÜRÜYOR.
ANCAK, ABDULLAH ÇATLI’NIN SEVGİLİSİ YA DA METRESİ OLDUĞU İDDİA EDİLEN GONCA US İLE HÜSEYİN KOCADAĞ “BARNABAS İNCİLİ ŞEHİTLİĞİ” MADALYASINI NEDENSE ALAMIYORLAR.
MUHTEMELEN CV’LERİ BU UNVANI HAK ETMELERİNE YETMEDİĞİ İÇİN.. (ABDULLAH ÇATLI BARNABAS İNCİLİ UZMANI OLABİLİYORSA, MANKEN SEVGİLİSİ GONCA US DA UZMAN YARDIMCISI PEKÂLÂ OLABİLİR.. DÜŞÜNEMEMİŞLER.)
AYNI ARABADA BULUNAN DYP MİLLETVEKİLİ VE BUCAK AŞİRETİ LİDERİ SEDAT EDİP BUCAK İSE KAZADAN YARALI OLARAK KURTULMUŞTU..
ŞANSSIZLIĞA BAKIN Kİ ONUN CV’Sİ DE “BARNABAS İNCİLİ GAZİSİ” MADALYASI İÇİN ELVERİŞLİ DEĞİLDİ..
EVET, AHMET YENİLMEZ’İN “DEVLET DESTEĞİ” İLE, DEVLET PARASIYLA ÇEKTİĞİ FİLMİN ÜÇ “BARNABAS İNCİLİ ŞEHİDİ” KAHRAMANINDAN İLKİ, İŞTE BU ABDULLAH ÇATLI..
AHMET YENİLMEZ KADİR BİLİR ADAM, DEVLET DESTEĞİ VE PARASIYLA PROF. MAHMUD ES’AD COŞAN HOCA’YA DA “BARNABAS İNCİLİ ŞEHİTLİĞİ” MADALYASI TAKMAYI İHMAL ETMEDİ..
GERÇİ, ESAD EFENDİ’NİN CV’Sİ ABDULLAH ÇATLI’NINKİ KADAR PARLAK DEĞİL.. ÖLDÜĞÜNDE YANINDA MANKEN BİR SEVGİLİSİ YOKTU..
BİRİLERİNİ ÖLDÜRMEKLE SUÇLANARAK HAKKINDA MAHKUMİYET KARARI ÇIKARILMAMIŞTI..
FARKLI PASAPORTLARA SAHİP OLMA BECERİSİ GELİŞMEMİŞTİ..
28 ŞUBAT’IN MİMARI, CIA’İN STRATEJİK ORTAĞI MİT’LE İŞBİRLİĞİ YAPMAYI DA KENDİSİNE YAKIŞTIRAMAMIŞTI..
KUMARHANECİLERLE SEYAHAT ETME GİBİ BİR HUYU BULUNMUYORDU..
CV’SİNDEKİ EKSİK GEDİK AZ DEĞİL, FAKAT AHMET YENİLMEZ GÖNLÜ GENİŞ ADAM, LUTFEDİP NAKŞİBENDİ ŞEYHİ PROF. MAHMUD ESAD COŞAN HOCA’YA DA ABDULLAH ÇATLI’NINKİ KADARCIK BİR ŞEHADET ŞEREFİ BAHŞETMİŞ..
DEVLETİN PARASIYLA..
*
Anadolu Ajansı, 2016 yılının Aralık ayı başlarında, büyük Türk sanatçısı, Türk tiyatrosunun parlayan yıldızı Ahmet Yenilmez ile bir röportaj yapmış ve bunu haberleştirmişti.
Önce haberi okuyalım, sonra da söyleyeceklerimizi söyleyelim:
Yenilmez, senaryosunu yazdığı ve yönettiği “Sevdam Gözlerinde Kaldı” filmine ilişkin, AA muhabirine açıklamada bulundu.
Filmin yakın tarihin gizli kalmış hikaye ve mekanlarına ışık tutacağını ifade eden Yenilmez, gözlerini 1980’lerde bir patlamada kaybeden “Mahir” ile “Zafer” isimli karakterlerin, gerçekleri bulma yolunda, 3 sır ölümü araştırdıklarını anlattı.
Yenilmez, Türkiye‘nin yakın tarihine damga vurmuş bazı gerçeklerin, filmle gün yüzüne çıkacağının altını çizerek, Abdullah Çatlı, Prof. Dr. Mahmud Esad Coşan ve Muhsin Yazıcıoğlu‘nun aynı sebepten cinayete kurban gittiğini savundu.
FETÖ’nün hedefindeki kişinin Coşan olduğunu vurgulayan Yenilmez, Coşan’ın FETÖ’nün gerçek yüzünü bildiğini ifade etti.
“Yazıcıoğlu; ‘bunu gören herkes ölmüş, biliyor musun?”
Yenilmez, Yazıcıoğlu ile vefatından kısa süre önce bir araya geldiğini dile getirerek, şunları kaydetti:
“Gecenin 03.30’unda beni aradı ve evinin oradaki pastanede buluştuk. Dört kişi daha vardı bu konuşmada. Benden bir film istedi. Önüme Aydoğan Vatandaş’ın (FETÖ davaları kapsamında arananlardan) kitabını attı, ‘bunu senaryolaştırıyorsun’ dedi. Cep telefonunu aldı ve bir şey gösterdi, ‘bunu gören herkes ölmüş, biliyor musun’ dedi. Bir arkadaş da ‘başkanım siz gördünüz mü’ dedi. ‘Görüyoruz işte’ dedikten 15 gün sonra öldü. Aydoğan Vatandaş, Facebook üzerinden bana mesaj attı, ‘değerli büyüğümüz bu olayın üzerine gidilmesini istemiyor’ dedi. Kazadan sonra, 17-25 Aralık’tan biraz önce oldu. Filimde de izleyici bunları sorguluyor. Aydoğan Vatandaş, beni silmiş. Bunu tahmin ettiğim için çevremdeki insanlara bu bilgileri emanet etmiştim. Facebook hesabım silinmiş ve engellenmiş. Ama Allah’ın da bir hesabı var. Bir kardeşimiz silinenleri geri yükledi ve ‘değerli büyüğümüz bu olayın üzerine gidilmesini istemiyor’ mesajını savcıya teslim ettik.”
Çatlı’nın kaybolan çantası
Yenilmez, amacının sinema ile seyircinin aklındaki soruları artırmak ve merak uyandırmak olduğunu vurgulayarak, şöyle devam etti:
“Abdullah Çatlı, Barnabas incilini bulmak isteyenlerdendi. Kazadan 20 dakika önce Yazıcıoğlu’nu arıyor. ‘Acil görüşmem lazım’ diyor. Kazada da çantası kayboluyor. Esad Coşan, Abdullah Çatlı ve Muhsin Yazıcıoğlu cinayeti, Yazıcıoğlu’nun helikopterinden cihazları söken insanların Cumhurbaşkanımıza yönelik suikast timinin içinde yer alması. Birileri bu halkanın kopmasını istiyor. Buradan ilan ediyorum, birileri bu cinayetlerin açığa kavuşmasını istemiyor. Ne acı ki bunu istemeyenler de yabancılar değil. Gerçekten bu yapı öyle bir işlemiş ki kendimizden şüphe eder hale gelmişiz. Savcıya gittim, belgeleri verdim. Sırf hukuka saygımdan dolayı filmden 4 tane sahneyi çıkardım. Ama o Başkanla (Yazıcıoğlu) olan görüşmede olup da bunu inkar edenler var.“
Vatikan’dan FETÖ’ye görev iddiası
“Barnabas incili, İslam Peygamberi Hz. Muhammed’i ismen müjdeleyen bir incildir.” diyen Yenilmez, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Bu, kurban hadisesini ve Hz. İsmail’i zikreden bir incildir. Parayı kontrol eden Vatikan, bu incilin ortaya çıkmasını istemiyor. Çünkü bu incil ortaya çıkarsa samimi İsevilerle Müslümanların ittifakı söz konusudur. FETÖ elebaşı Vatikan’da bu adamın elini öpmüştür. FETÖ, orada kaybolan incili bulmakla görevlendirilmiştir. Bu incili ya Coşan ya Çatlı ya da Yazıcıoğlu bulurdu. Bunun ortaya çıkması istenmiyor. Gözümle gördüm. Cep telefonunun kayıp hafıza kartının içinde… Bulmuş ve çekmiş. Büyük ihtimalle ya devlete verdi ya da devletin elindekini buldu. Bu ülkede paşalar, başbakanlar öldürüldü, Kozmik Oda’ya girilmedi. Ama Çukurambar‘da patlamamış bir silahtan Kozmik Oda’ya girildi. Bunu filmde alenen söylemedim. Çünkü ikincisini çekeceğim. Belgeleriyle çekeceğim.”
Filmin öyküsü
Yapımını Yenilmez Sanat Merkezi’nin üstlendiği ve 2 Aralık’ta gösterime giren filmde; Burak Alp Yenilmez, Hümeyra Çetin, Naşit Özcan, Hasan Kaçan, Mehmet Ali Tuncer, Nejat Yıldız ve Abdullah Çatlı’nın kızı Gökçen Çatlı rol aldı.
Günümüzde yaşanan bir sevdayla, 36 yıl önce yarım kalmış bir sevdayı buluşturan filmin konusu kısaca şöyle:
“Mahir, 1970’li yılların sonunda İstanbul Üniversitesinde öğrencidir. Aynı zamanda ülkücü harekete yakın durmaktadır. Belgin ise Mahir ile aynı bölümde eğitim görmektedir. Ülkücü hareketin içindeki ‘herkes birbirinin ya bacısı ya ağabeyi ya da kardeşidir’ hukukuna rağmen, gönüllerine söz dinletemezler ve Sirkeci’de Can pastanesinde buluşurlar. Fakat dönemin kanlı eylemleri arasında sevdaları uzun soluklu olamaz. Üzerine bir de 1980 darbesi gelince tüm bağları kopar. Hayatta kalmak için Şeyh Edebali türbesine sığınan Mahir’in günlerini, yüreği Cemre adındaki bir kızla yanıp tutuşan Zafer dolduracaktır. Mahir’in yolu bir kez daha İstanbul’a düşer.”
Önce şunu söyleyelim..
28 Şubat döneminde Türkiye’nin FETÖ diye bir sorunu yoktu.
Zaten, 28 Şubatçılar da bunu söylüyorlar, “Şayet 28 Şubat devam etseydi, FETÖ olmazdı” diyorlar.
Ve Ahmet Yenilmez adlı “derin tiyatrocu”nun, gerçekleri çarpıtmak için algı operasyonu yaptığını görüyoruz.
Derin gazeteci (Eski Kültür Bakanı Zeybek’e göre ajan) Emin Pazarcı ile aynı yerden talimat ve destek aldığı açık..
*
Derin tiyatrocuya göre, FETÖ’nün hedefindeki kişi Prof. Mahmud Esad Coşan‘mış..
Hem de 28 Şubat döneminde..
FETÖ’nün henüz FETÖ olmadığı, olamadığı, 28 Şubat zorbalığının memleketi kasıp kavurduğu zamanda..
Esad Efendi, ABD’den, masonlardan, İsrail’den emir alan “yerli, milli, Türkiyeli” askerlerin, ve de MİT’in değil de, FETÖ’nün hedefindeymiş.
Niye?
Çünkü Esad Efendi, FETÖ‘nün gerçek yüzünü biliyormuş.
Evet, Esad Efendi, 28 Şubat döneminde Fethullah‘a kızmaya başlamıştı..
Çünkü Fethullah, darbeci askerlere açıkça yağcılık yapmış, Show TV ekranlarında, “askerlerin içtihat yapmak suretiyle her halükârda sevap kazandıklarını” söyleyebilmişti.
Erbakan’dan ise, tenafur kelimesini kullanarak, nefret ettiğini ifade etmişti.
Erbakan‘a, askerlerin ve MİT‘in arzusu doğrultusunda çekilmesi teklifinde bulunmuş, bu, gazetelerde manşet olmuştu.
Henüz ortada FETÖ diye birşey yoktu..
Dış güçlerin aparatı durumundaki darbeci askerler ve MİT’çilerin hedefinde Erbakan ile, onun hükümet kurmasını sağlayan Esad Efendi ve Muhsin Yazıcıoğlu vardı.
Ve Fethullah, bu hesaplaşmada MİT’in ve askerlerin yanında yer almıştı.
Bu, onun daha sonra, Erbakan’a karşı desteklenip önü açılan Erdoğan ile ittifak kurmasını ve FETÖ haline gelmesini sağlayacak bir ihanetti.
Ve Ahmet Yenilmez adlı derin tiyatrocu şimdi bize, “CIA’in basit bir aparatı olmayı kabullenebilmiş MİT’in ihanetini unutun, darbeci askerlerin alçaklığını unutun, Esad Efendi’nin bunlar yüzünden ülkesini terk etmek zorunda kaldığını unutun, olayı FETÖ’ye bağlayın” diyor.
Kendisi çok akıllı, biz de aptalız ya, hemen inanmamızı bekliyor.
Bunları söylerken çok iyi rol yaptığı, ses tonuna, jest ve mimiklerine inandırıcılık katmayı başardığı kesin, sonuçta o bir “oyuncu“, tiyatrocu..
Fakat sözleri baştan aşağı mantıksız yalan, dolan, hile ve sahtekârlık..
*
Önceki iki yazıda saray tiyatrocusu Ahmet Yenilmez’in “seri katil Barnabas İncili” paranoyası üzerinde durmuştuk.
Alıntı yaptığımız metin, devlete ait Anadolu Ajansı’nın, tiyatrocuyla yapmış olduğu röportajdı.
Devlete ait ajans, devletin parasıyla “seri katil Barnabas İncili” filmi çekmiş olan tiyatrocu Ahmet’in reklamını yapıyordu.
Devletin reklam ve para desteği tamdı, fakat tiyatrocunun laf salatasında mantık yeşilliği yoktu.
Bununla birlikte, paranoya bakımından zengin mi zengindi.
Konuya devam etmemiz gerekiyor, çünkü söz konusu paranoya maden ocağındaki rezerv öyle bir iki yazıyla tükenecek gibi değil.
Hem birinci kalite, en iyi cins paranoya olacak, hem de böyle bol bulunacak.. Bu, her paranoya madeninde rastlanacak bir zenginlik değil.
*
2016 yılının Aralık ayında yapılan söz konusu röportajda saray tiyatrocusu, Muhsin Yazıcıoğlu ile, vefatından 15 gün önce görüştüğünü söylüyordu:
“Gecenin 03.30’unda beni aradı ve evinin oradaki pastanede buluştuk.”
Yazıcıoğlu’nun vefat tarihi, 25 Mart 2009.. Buna göre, 10 Mart günü görüşmüş olmaları gerekiyor.
Ancak, birinci kalite, en iyi cins bir başka paranoya madeni, eski Kültür Bakanı Zeybek’in ifadesiyle “ajan” Emin Pazarcı, dört yıl önce, 7 Mart 2012 günü, Takvim gazetesinde konuyla ilgili olarak başka şeyler yazmıştı:
Hayatını kaybettiği helikopter kazasından 3 gün önce, 22 Mart 2009‘da, önceden tespit ettiği bazı isimlerle Ankara-Balgat‘taki Seda Pastanesi‘nde bir araya geldi.
“Ajan” gazeteciye göre, görüşme tarihi 22 Mart’tı, kazadan üç gün önce.. Derin tiyatrocuya göre ise görüşme tarihi 10 Mart’tı, kazadan 15 gün önce..
Hangisine inanalım? Gazeteciye mi, tiyatrocuya mı?
Hangisi yalancıdır?
Siz karpuz seçer gibi düşünün, bana kalırsa her ikisi de..
*
Şimdi diyeceksiniz ki, “Allah’ın gündüzünün suyu mu çıktı, neden gecenin 03:30’u?.. Hem de, burası bir meyhane, disko ya da gece kulübü değil, bir pastane.. Gecenin bu vaktinde açık olur mu?”
“Ajan” gazeteci, söz konusu yazısında, bu görüşmenin tam beş saat sürdüğünü de yazacaktı. Yani 08:30‘a kadar..
Bu insanlar hem hristiyan dünyasının imana gelmesi için gece gündüz demeden kafa yoruyorlar, hem de, sabah namazını hiç umursamadan bir pastanede oturuyorlar.
Mart ayında Ankara’da saat 08:30’da sabah namazı vakti diye birşey kalmaz.
Üstelik, Ahmet Yenilmez’in sözünü ettiği tarih, bir seçim öncesi.. Muhsin Yazıcıoğlu her gün bir başka yerde miting yapıyor, Anadolu’yu geziyor.. Böyle gece sabaha kadar oturacak, sonra da uykusunu almak için gündüz yatağa girecek durumda değil..
Ahmet Yenilmez yalan söylüyor, çünkü Muhsin Yazıcıoğlu 10 Mart günü Afyonkarahisar‘ın Emirdağ ilçesindeydi (Hadi yalan söylüyor demeyelim, paranoyasını gerçek zanneden bir “Akıl Oyunları” kahramanı.. Russell Crowe gibi rol de yapmıyor, gerçekten yaşıyor).
Haber7.com, 10 Mart günü saat 15:32’de şu haberi yayınlamıştı:
BBP Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu, Afyonkarahisar’ın Emirdağ ilçesinde partisinin seçim bürosunun açılışında halka hitap etti. Konuşması sırasında mikrofondaki kaçak nedeniyle elektrik çarpan Yazıcıoğlu, ”Beni günlerce elektriğe verdiler. Yeter artık burada da mı elektriğe vereceksiniz” diye konuştu….
*
Evet, bu görüşme meselesini ilk gündeme getiren, derin tiyatrocu değil, “ajan” gazeteci..
Saray tiyatrocusu, Emin Pazarcı’nın bu iddiayı ortaya atmasından iki yıl sonra, yani 2014’te konuşmaya başlayacaktı.
8 Eylül 2014 tarihli Sabah gazetesi, ” ‘Muhsin Yazıcıoğlu’ üçlemesi geliyor” başlıklı haberinde şu ifadeye yer verecekti:
Yenilmez, kazadan önce Yazıcıoğlu‘nun Ankara Çukurambar‘da bir pastahanede bir yazarın kitabının film yapılmasını istediğini ve o gün kendisine “Biliyor musun bunu gören herkes ölmüş” diyerek telefonundan Barnabas incilinin fotoğraflarını gösterdiğini dile getirdi.
Görüldüğü gibi, “ajan” gazeteci ile derin tiyatrocu arasındaki “fikir ayrılığı” sadece görüşmenin zamanı ile sınırlı değil..
Paranoyaları yer konusunda da farklılık gösteriyor. Emin Pazarcı’nın Balgat‘ı, iki yıl sonra Ahmet Yenilmez’in paranoyasında Çukurambar haline geliyor.
Ayrıca, bir başka haberde pastanenin adı da değişiyor, Sema Pastanesi oluyor.
Şimdi şöyle bir yorumda bulunmanız mümkündür:
“Emin Pazarcı söz konusu görüşmede kendisinin de bulunduğunu söylemiyor, başkalarından rivayet ediyor. Ahmet Yenilmez ise gece buluşmasının baş kahramanı.. Gecenin 23:00’ünde filan değil, sabaha doğru 03:30‘da, sırf Muhsin Yazıcıoğlu çağırdığı için yatağından uykulu uykulu kalkmış, giyinmiş, Ankara’nın Mart ayazında evinden çıkıp (evi artık her neredeyse) uzak yakın demeden Yazıcıoğlu’nun pastanesine gitmiş.. Gittiği yer Balgat mı, Çukurambar mı, bilecek kişi Ahmet Yenilmez olmalıdır.”
Böyle diyorsanız haklısınız.. Ancak bu, gerçekten yaşanmış olaylar için geçerlidir.
Şayet paranoya görüyorsanız, hele de bunlar senaryosu derin mahfillerde yazılmış birinci kalite, en iyi cins paranoya ise, tarih ve yer, zaman ve zemin önemini yitirir.
Üstelik Emin Pazarcı, söz konusu yazısında aynen şunu söylüyor:
“İddia sahipleri ile tek tek görüştüm. Uzun uzun değerlendirmeler yaptık. Verdikleri bilgiler, son derece sarsıcıydı.”
Yazıcıoğlu ile söz konusu görüşmede bulunan kişilerle tek tek görüştüyse, uzun uzun değerlendirmeler yaptıysa, nasıl oluyor da Çukurambar Balgat’a, Sema Pastanesi Seda Pastanesi’ne dönüşüyor?
Paranoya bunlaaar, seç beğen al!
Siz hangisini alırdınız?
*
Emin Pazarcı’nın, Muhsin Yazıcıoğlu’nun vefatından üç yıl sonra, 2012’nin Mart ayında “seri katil Barnabas İncili” paranoyasını şanlı Türk tarihine armağan ettiği sıralarda Ahmet Yenilmez‘de ses seda yok..
Çünkü, Büyük Birlik Partisi (BBP), “ajan” gazeteciyi yalanlayan bir açıklama yapıyor ve söz konusu görüşmedeki isimleri istiyor.
Emin efendi ise vermiyor.
BBP’nin açıklaması şöyle (kısaltılmıştır):
“Ülkemizde, günlük olarak yayınlanan Takvim adlı gazetenin 07.03.2012 tarihli nüshasında, Sayın Emin Pazarcı’nın Köşe Yazısı olan ‘Reis’in Ölüm Sebebi BARNABAS İNCİLİ Mİ?’ başlığıyla verdiği metinde yer alan:
“Yazıcıoğlu, kazadan 3 gün (22 Mart 2009) önce bir oyuncu, biri cezaevi arkadaşı, biri parti görevlisi, biri de işadamı olan dostuyla Ankara-Balgat’ta Seda adlı bir pastanede buluştu. Onlara, 1981’de Şırnak’ta bulunan Barnabas İncili’nden bahsetti. ‘Bu eser, şimdi Genelkurmay’da ‘ dedi. Bu İncil’in filme çekilmesi istedi. 5–6 milyon dolarlık finansmanı kendisinin bulacağını söyledi. Arkadaşları, ‘Siz gördünüz mü’ diye sordu. Gülerek, ‘Sultanlar görür’ dedi ve ekledi: ‘Aman dikkat! Bu İncil’i görenleri öldürüyorlarmış’ “ şeklinde belirtilerek, ‘TAKVİM, Muhsin Yazıcıoğlu’nun ölmeden önceki sırrına ulaştı” vurgusu yapılarak bu manada kamuoyunun dikkati çekilmek istendiği görülmüştür….
1-Müteveffa Muhsin Yazıcıoğlu, haberde iddia edildiği gibi 22 Mart 2009 tarihinde Ankara’da değildir. Şöyle ki: (seçim gezileri için) 21 Mart sabahı saat: 04.00 sıralarında Sivas’taki miting faaliyetinden Ankara’ya dönmüşlerdir.
2-Şehit lider Yazıcıoğlu, aynı sabah saat: 08.00’de evinden partili arkadaşları ve korumaları tarafından alınarak Eskişehir Günyüzü mitingine gitmişlerdir. Günyüzü’nde Saat: 11.00’da bitirilen mitingin ardından, BBP’nin İstanbul’da organize ettiği ‘seçim etkinliği’ çalışması için bu kente gitmiştir….
Şehadet sebebi olarak ifade edilen böyle bir konunun gündeme 3 yıl sonra getirilmiş olması da dikkat çekicidir.
Kamuoyunun bilmesi gereken şu ki: Metin’de yer alan ve 5–6 milyon dolarlık bir bütçeye havi olacak “SİNEMA FİLMİ” projesi, şehit lider tarafından; yol arkadaşları olan ve resmen hizmeti birlikte yaptıkları tarafından doğal olarak bilinmesi gerekirdi.
Böyle bir proje, böyle bir rakama malik ‘sinema filmi’ de partinin gündeminde olmamıştır….
Büyük Birlik Partisi (BBP)”
*
Emin Pazarcı, BBP’nin bu açıklamasına karşı, 9 Mart 2012 günü şunu yazmış durumda:
Cep telefonumdan BBP Genel Başkanı Mustafa Destici aradı. Yazılanlardan rahatsız olduğu beliydi. Önce, “O tarihte Genel Başkan Ankara’da değildi” dedi. Tarihte hata olabileceğini, ancak 14 ile 23 Mart tarihleri arasında böyle bir görüşmenin gerçekleştiğini kendisine anlattım. Sonra, ısrarla isim istedi.
Kendisine, bu isimleri sadece Özel Yetkili Cumhuriyet Savcılığı‘na verebileceğimi söyledim.
Yani 2012 yılında Ahmet Yenilmez‘in ismi henüz ortada yok.
Vatandaş bu kadar önemli bir konuyu kendisine “saklamış”.
Emin Pazarcı da, Ahmet Yenilmez‘in ve diğer üç kişinin ismini sır gibi saklıyor.
Neden?
Mesele onlardaki bilginin kaybolması olamaz, çünkü sen onlarla sözde “tek tek” görüşmüş, “uzun uzun değerlendirmeler” yapmışsın, “sarsıcı bilgiler” almışsın..
Bu adamların hepsi seninle “tek tek” görüşmeyi kabul etmişlerse, sana güvenmişlerse, başkalarına niye güvenmemişler, niye senden başkasıyla bu konuyu konuşmamışlar?
Senin özelliğin ne?
Yoksa, gördüğün paranoyanın kahramanları, bunları yazdığın sırada henüz belirlenmemiş miydi?
Mahşerin dört atlısının bulunup hazırlanması için derin mahfillerin, önlerindeki isim listelerinden tarama yapması mı gerekiyordu?
Uygun isimler belirlenecek, teklif götürülecek, rolleri ezberletilecek, neler söyleyecekleri “tek tek” anlatılacak, onlarla “uzun uzun değerlendirmeler” mi yapılacaktı?
Buna karşılık da onlara birtakım vaatlerde mi bulunulacaktı?
Mesela tiyatrocuya film çekmesi için devlet desteği mi vaat edilecekti, devlet resepsiyonları için davet garantisi mi sunulacaktı?
*
Böylesi bir durumda can güvenliği meselesi de mevzubahis olamaz, çünkü gerçek bir can güvenliği tehlikesi durumunda isimleri açıklamanız, açıklamamanızdan daha faydalı olur.
Açıklanmayan isimler daha rahat öldürülür, çünkü onların “kendilerindeki bilgi yüzünden” öldürüldüğünü söyleme şansı ortadan kalkar.
Hiç kimse ölü bir adamın dile getirilmemiş şahitliğine itibar etmez.
Ama siz isim verir, “Falanın bu konuda bilgisi var” derseniz, ve o kişi öldürülürse, birşeylerin üstünün kapatılmaya çalışıldığı düşünülür.
*
Evet, (Eski Kültür Bakanı Zeybek’in tabiriyle) “ajan” gazeteci Emin Pazarcı ile saray tiyatrocusu Ahmet Yenilmez‘in ifadeleri zengin birer paranoya madeni durumundalar.
Bu iki paranoya madeni yatağı, birinci kalite ve en iyi cins paranoyadan bitmez tükenmez rezervlere sahip.
Rezerv zenginliği Suudi Arabistan’ın petrolü gibi.. Mebzul.. Ancak, nasıl ham petrol çok fazla bir işe yaramıyorsa, onun işlenmesi gerekiyorsa, ham paranoyanın durumu da bu..
Ham petrolü alıp işlediğinizde araba, gemi ve uçaklarda yakıt olur; çelik, cam ve seramik ürünlerinde kullanılır, makine yağı olarak hizmet görür, asfalt olarak yollara dökülür, binalarda yalıtım malzemesine dönüşür, pencere pervazı yapımında kullanılır, giyim ve ilaç sanayilerinde işe yarar..
Ham paranoyanın da aynı şekilde rafine edilip işlenmesi gerekiyor.. Ülkemizin seçkin ve zengin ham paranoya yatakları olan “ajan” gazeteci Emin Pazarcı ile saray tiyatrocusu Ahmet Yenilmez’in yazı ve konuşmalarındaki ham paranoyayı alıp faydalı ürünlere dönüştürmek önemli.
Bu “yerli, milli, Türkiyeli” ham paranoya rezervlerimizi verimli bir biçimde kullanıp milletimizin istifadesine sunmak bizim vatan borcumuz kabul edilmelidir.
Memleketimizin “derin yeraltı zenginlikleri” ziyan olmasın..
*
“Ajan” gazeteci ham paranoya yatağının paranoya zenginlikleri ile devam edelim..
Evet, “ajan” gazeteci Emin Pazarcı, Takvim gazetesinin 7 Mart 2012 tarihli sayısında şunları yazmış, “seri katil Barnabas İncili” bombasını patlatmıştı:
Barnabas İncili mi
Muhsin Yazıcıoğlu’nun hayatını kaybettiği şüpheli helikopter kazasının ardından pek çok iddia ortaya atıldı. “Bu bir suikasttır” diyenler, çok çeşitli gerekçeler ileri sürdüler. Ancak, hiç birisi şimdi yazacaklarım kadar korkunç ve ciddi değildi.
İddia sahipleri ile tek tek görüştüm. Uzun uzun değerlendirmeler yaptık. Verdikleri bilgiler, son derece sarsıcıydı. Muhsin Yazıcıoğlu‘nu, Barnabas İncili‘ne duyduğu ilginin ölüme götürmüş olabileceğini söylüyorlardı. Çünkü Yazıcıoğlu, başta Vatikan olmak üzere, bütün Hıristiyan Dünyası‘nı alt-üst edecek bir proje üzerinde çalışıyordu!
Şimdi baştan alalım… Barnabas İncili, 1981 Yılı‘nda köylüler tarafından Şırnak‘ın Uludere İlçesi‘ndeki bir mağarada bulundu. Sonra, Babat Aşireti‘nin eline geçti. İlk iki sayfası da filolog Hamza Hocagil‘e götürüldü. Kitabın ilk bölümünü tercüme eden Hamzagil dehşet içinde kaldı.
Sayfalar, Hazreti İsa‘nın diliyle Aramice yazılmıştı: “Ben, Kıbrıslı Barnabius… Tespihe layık alemlerin Rabbinden bir bütün olarak, Ruhu’l Kudüs’le Meşaha’ya vahyolunanı tıpkı İsa’dan duyduğun gibi sadakatle, 48 gök yılları sonunda, dördüncü nüsha olarak aynen yazıyorum.” Bu, Hazreti İsa‘nın Vahiy Katibiolan Aziz Barnabas tarafından yazılan ve iki bin yıldır kayıp olan gerçek İncil‘di. En önemlisi de içinde otantik İncil‘in diğer üç nüshasının nerede olduğu belirtiliyor, Hz. Muhammed ve İslâm‘ın geleceği müjdeleniyordu: “Bir peygamber gelecek ve O’na tabi olanlar, dolgun başaklar gibi olacak!”
Hıristiyan Dünyası’nın bütün öğretilerini alt-üst edecek bir gelişme ortaya çıkmıştı!
Sonra Hollywood filmlerine taş çıkaracak olaylar yaşandı. İncil, tam, alınıp tercüme edilecekken, Jandarma’nın eline geçti.
Oradan da Genelkurmay‘a gitti.
Peki bu İncil şimdi nerede? Rivayetler muhtelif, ancak bu sorunun cevabı tam olarak verilemiyor.
***
Türkiye‘de Barnabas İncili‘ne ilgi duyan isimlerden biri de Muhsin Yazıcıoğlu‘ydu. Önce ciddi bir çalışma içine girdi. Amerika‘da araştırmalar yapan, konuyu çok iyi bilen ve Barnabas İncili hakkında kitap yazan bir isimle irtibata geçti.
Kendisinden ayrıntılı bilgi aldı.
Sonra da kararını verdi: – Ne pahasına olursa olsun, bu konuyu deşeceğim! Hayatını kaybettiği helikopter kazasından 3 gün önce, 22 Mart 2009‘da, önceden tespit ettiği bazı isimlerle Ankara-Balgat‘taki Seda Pastanesi‘nde bir araya geldi. Bu isimlerden ilki Türkiye‘nin yakından tanıdığı ünlü bir oyuncuydu. Diğeri Mamak Cezaevi‘nde birlikte yattığı arkadaşıydı. Üçüncü şahıs da partide görevliydi. Ayrıca, o gün pastanede bu görüşmeye tanık olan bir de iş adamı vardı. Yazıcıoğlu, “Sizinle önemli bir konuyu konuşacağım”dedi: – Bir sinema filmi çekilmesini istiyorum. Masada oturanlar sordular: – Konusu ne olacak?
Yazıcıoğlu, “Çok önemli, Barnabas İncili’ni sinema filmi yapacağız” dedi. “O da ne?” sorusu üzerine uzun uzun anlattı. Barnabas İncili‘nin Genelkurmay‘da olduğunu söyledi. “Siz gördünüz mü?” sorusuna esprili bir üslupla “Sultanlar görür” cevabını verdi.
Gülerek devam etti: -Ama siz dikkatli olun. Bu İncili görenleri öldürüyorlarmış! Arkadaşlarının, “Başkanım böyle bir film kolay değil. İyi bir film bize 5-6 milyon dolara patlar” sözleri üzerine de “Benim o parayı bulamayacağımı mı sanıyorsunuz!” cevabını verdi. Belli ki bütün hazırlıklarını önceden yapmıştı.
Masadakiler ikna oldular. Senaryoyu kimin yazacağına kadar bütün ayrıntılar konuşuldu.
5 saat süren görüşmede Yazıcıoğlu, büyük ve etkili bir kampanyadan söz etti: – Sadece filmle kalmayacağız. Bu konuda toplantılar ve uluslar arası sempozyumlar düzenleyeceğiz. Dünyanın ilgisini bu noktaya çekmemiz lazım.
Ancak Yazıcıoğlu üç gün sonra hayatını kaybedince, doğal olarak bu büyük proje rafa kaldırıldı.
Şimdi, o gün Seda Pastanesi‘nde Yazıcıoğlu ile bu dev projeyi konuşanlar, son dönemde bazı yaşadıklarını da birleştirerek, önemli bir iddiada bulunuyorlar. 25 Mart 2009‘daki helikopter kazasını, Barnabas İncili ile irtibatlandırıyorlar.
Kim mi onlar? İsimleri bizde saklı. Ancak, hepsi konuşmaya ve ellerindeki bilgileri paylaşmaya hazır. Kazayı soruşturan Özel Yetkili Cumhuriyet Savcılığı isterse hemen verebiliriz.
Bu “ham paranoya“yı alıp işlediğimizde ortaya çıkan sonuçlar şunlar:
BİR: O sıralarda Malatya Özel Yetkili Cumhuriyet Savcılığı “Yazıcıoğlu kazası” üzerinde çalışmaktadır ve bir “cover story” (kılıf/perde öykü) ile savcılığın dikkatinin dağıtılması, kamuoyunun da meşgul edilmesi gerekmektedir.
İKİ: “Ajan” gazeteci, Yazıcıoğlu için, “Amerika‘da araştırmalar yapan, konuyu çok iyi bilen ve Barnabas İncili hakkında kitap yazan bir isimle irtibata geçti” diyor. Söz konusu isim Aydoğan Vatandaş..
Emin Pazarcı’nın yazısından dokuz gün sonra onun da bir röportajı yayınlanmış.
Aydoğan Vatandaş’ın yazdıklarına bakıldığında karşımıza Ergenekon ve Genelkurmay’ın Özel Harp Dairesi çıkıyor.
Nitekim, Aydoğan Vatandaş’ın kitabının ismi Ergenekon kelimesini de içeriyor.
*
Anlaşılıyor ki, Emin Pazarcı bir “cover story” ile olayı sulandırmak ve ters yüz etmek için devreye girmiş.
İstihbaratçıların ve ajanların kullandığı cover story tabiri, eldeki verilerin ve gözlemlenen olayların farklı bir şekilde anlaşılmasını ve yorumlanmasını sağlamak, yani algı operasyonu yapmak için uydurulan senaryoları ifade ediyor. 1986-1989 yılları arasında İstanbul’daki CIA ekibinin direktörü olan ve 18 yıl Amerikan ajanı olarak çalışan Philip Giraldi‘nin şu sözleri bu kavrama açıklık getiriyor: “İşin içinde bir istihbarat örgütü varsa, misyonu gerçeğin bir versiyonunu yaratmaktır. Yaratılan(ın) gerçek olduğu anlamına gelmez. Ben de hep bunu yaptım. O yüzden biliyorum.”
İşte Emin Pazarcı‘nın yaptığı da bu.. Gerçeğin, gerçek olmayan bir versiyonunu üretmek..
Aydoğan Vatandaş’ın röportajına tekrar döneceğiz, fakat önce, Dr. Hamza Hocagil‘in ifadelerine bakalım.
ÜÇ: Emin Pazarcı’nın söz konusu yazısının yayınlanmasından üç yıl önce, 26 Ocak 2009 tarihinde, Muhsin Yazıcıoğlu henüz hayattayken, Prof. Dr. Hamza Hocagil, ÜLKE TV’de Sıra Dışı programında şu açıklamaları yapmış bulunuyordu:
Ben 1984-1989 arasında tercüme yaptım. Bu tercümeleri Genel Kurmay‘a bağlı Özel Harp Dairesi’nden iki paşaya teslim ettim. Bana birer yaprak birer yaprak halinde vermişlerdi. …
Bana daha sonra 99-2000 yılında bir başka nüsha daha getirildi ve tercüme yapmam istendi. Bana getirilen nüshalar çok temiz halde idi. Ben aslını sordum. Aslını Vatikan‘a sattıklarını söylediler. Ben orjinalini görmeden tercüme edemem dedim. Bundan 2 yıl sonra aslını getireceğiz dediler, O gelişte Mario diye bir kardinal de vardı. Ben neden almak istediklerini sordum. Bunu alıp Vatikan’da arşive koyacaklarını söylediler. Golan tepelerinde çıkan orjinal nüshayı gördüm, belli sayfalarının da tercümesine başladım. Bu kitabı da 1.5 milyon dolara satılacağını söylediler. Soyadı Taşdemir olan birisi Mario ile birlikte bunun satılacağını söylüyorlardı.
… 1994 yılında onların istediği yerlerin tercümesini bitirdi(m). Kitap 120 sayfa ben 75 sayfanın tercümesini yaptım. Almanca ve İngilizce’ye çevirdim. Parayı elime alırım düşüncesindeydim. Ben tercümeden para almak istiyordum.
Ben paramı isteyince, bana soyadı Taşdemir olan kişi bu işin içinde Tuğgeneral Veli Küçük var, bir daha para lafını etme dedi…. Ben bunu tercüme ederken [Genelkurmay Özel Harp Dairesi’nde görev yapan] iki paşa benimle “yanına almayacaksın, kopya etmeyeceksin” diye benden yazı[lı taahhütname] almışlardı….
… Bu incille ilgilenmeye başladığım süre içinde en az 4-5 kez tehdit aldım….
Görüldüğü gibi, olayın gerisinde Genelkurmay Özel Harp Dairesi ve Ergenekoncu olduğu iddia edilmiş bulunan Tuğgeneral Veli Küçük var.
İmdi, Emin Pazarcı bu iddiayı ortaya atmış ve daha sonra da bu Barnabas İncili meselesinin filmi yapılmış olduğuna göre, Muhsin Yazıcıoğlu kazası çerçevesinde zımnen, Genelkurmay Özel Harp Dairesi ile Veli Küçük gibi Ergenekoncu olduğu söylenen isimler “makul şüpheli” haline gelmiş oluyorlar.
Ama nedense Emin Pazarcı gibiler bu “halka”yı atlayıp lafı doğrudan Vatikan‘a getiriyorlar. Sonra da oradan dönüp FETÖ‘ye ulaşıyorlar.
DÖRT: Aydoğan Vatandaş’ın röportajına dönelim.
“Nerede şu an bu İncil?” şeklindeki soruya şöyle cevap vermiş:
Dr. Hocagil’e göre en son Özel Harp Dairesi’nde korunuyordu bana anlatımına göre en azından 2000 yılına kadar.
Aydoğan Vatandaş, “Genelkurmay neden hiç bir açıklama yapmıyor bu konuda?” şeklindeki soruyu ise şöyle cevaplandırmış:
Şimdi gazete arşivleri ortada. Bu haberleri o tarihte yazan gazeteciler hala hayatta. Bu İncil‘i Özel Harp Dairesi’nin kontrolünde tercüme eden Hoca hala hayatta. Bu yüzden cezaevine giren köylüler hayatta. O dönemde o bölgede bu hadiseye tanıklık eden kolluk güçleri, adli erkan, halktan insanlar hayatta. Bana o bölgeden yazan insanlar da oldu bu hadiseyi. [Böyle bir İncil, şu anda Genelkurmay’da] Yok dense, ‘nerede o zaman’ diye sorulacak. Var dense, o zaman verin denecek. Susuluyorsa, bu bir devlet politikası olmalı. Ya da vakti gelmemiş olabilir. Ama en kötüsü bu İncil‘i bazı kişilerin satmış olma ihtimalidir ki, bunu düşünmek bile istemiyorum. Türkiye coğrafi özelliği nedeniyle tarihi eser kaçakçılığının merkezi konumunda bir ülke. Böyle bir pazar var Türkiye’de. Devlet imkanları olan bazı insanlar bu pazarda tarihi eser kaçakçıları ile beraber hareket etmiş ya da ediyor olabilir.
Aydoğan Vatandaş’ın açıklamaları sadece Genelkurmay‘ı ve Özel Harp Dairesi‘ni değil, AKPARTİ‘yi de konuyla ilgili olarak zan altında bırakıyor.
Ona yöneltilen “Eski Kültür Bakanı Atilla Koç’un Barnabas İncili’ni sinema filmi yapma isteğinize ‘Sen Hristiyan dünyasının ayağının altındaki halıyı çekmeye çalışıyorsun. Biz bu işte olmayız‘ mealinde sözlerle yanıt verdiği iddiası var. Anlatır mısınız bu konuyu?” şeklindeki soru önem taşıyor.
Görüldüğü gibi, AKPARTİ, “bu işte (Barnabas İncili işinde) olmaz”mış..
Demek ki AKPARTİ İslam’ın ve hakkın değil, batıl Hristiyanlık inancının bekçisi..
Evet, bunu diyen adam FETÖ‘cü değil.. AKPARTİ‘nin bakanı.. Şu anda da ağzı kulaklarında poz vermesiyle meşhur kızı bakan konumunda..
Bu hesaba göre, Muhsin Yazıcıoğlu’nun ölümü ile Barnabas İncili arasında bir bağ varsa, AKPARTİ hükümeti de “makul şüpheli” haline geliyor demektir.
Çünkü, “bu işte (Barnabas İncili işinde) olmazlar”mış.
Hristiyan dünyasının ayağının altındaki küfür ve şirk halısına saygı ve sadakatleri büyük.
Aydoğan Vatandaş’ın söz konusu soruya (“Eski Kültür Bakanı Atilla Koç’un Barnabas İncili’ni sinema filmi yapma isteğinize ‘Sen Hristiyan dünyasının ayağının altındaki halıyı çekmeye çalışıyorsun. Biz bu işte olmayız‘ mealinde sözlerle yanıt verdiği iddiası var. Anlatır mısınız bu konuyu?”) verdiği cevaba bakalım:
2005 yılında benim Asala Operasyonları adında bir kitabım yayınlandı Alfa Yayınlarından. Alfa Yayınlarının sahibi Faruk Bayrak o dönemde AK Parti Milletvekili‘ydi. Senaryomu ona götürmüştüm ilkin. Kendileri de bana “yakında Bakan Bey [Atilla Koç] gelecek ona bahsedersin” demişti “projeden”. Öyle de oldu. Bakan Bey’in yanında Hüseyin Besli Bey de vardı. Yanı sıra bazı yayın evlerinin sahipleri vardı. Orada açtım konuyu. Aynen sorunuzdaki gibi yaşanmıştır olay.
Evet, olay aynen sorudaki gibi yaşanmış..
AKPARTİ’nin Kültür Bakanı (ki şu anda da kızı bakan), “Sen Hristiyan dünyasının ayağının altındaki halıyı çekmeye çalışıyorsun. Biz bu işte olmayız” mealinde konuşmuş.
Orada AKPARTİ milletvekili Faruk Bayrak da var..
Hüseyin Besli var..
Hüseyin Besli’yi tanımıyor olabilirsiniz fakat önemli adam.. Tayyip Erdoğan‘ın taa İstanbul Belediye Başkanlığı’ndan itibaren yanında bulunmuş bir “kulağı kesik hinoğlu hin”.
“Erdoğan’ın en yakınındaki isim” olma unvanını iftiharla taşımış.
Şu anda da Akşam gazetesinde köşe yazarı olarak “yandaşlık” hizmetine devam ediyor.
Yani, Atilla Koç’un “Sen Hristiyan dünyasının ayağının altındaki halıyı çekmeye çalışıyorsun. Biz bu işte olmayız” şeklindeki sözlerini, bu bakanın kişisel görüşü değil, Erdoğan’ın başında bulunduğu AKPARTİ hükümetinin politikası olarak görmek gerekiyor.
*
Evet, bu Erdoğancılar, Hristiyan dünyasının dalalet, şirk ve küfrünün altındaki halıyı çekmez, bu işte olmazlar, fakat, Mısır ve Tunus’a gidip İslam Şeriati yerine laik dinsizliği (devlet olarak herhangi bir dini diğeri karşısında tutmamayı) tavsiye eden Erdoğan’ın yanında durmayı da vazife bilirler.
Hayır, siz bu işi basit görüyorsunuz, fakat (tevbe etmemeniz durumunda) Ahiret’te kesinlikle çarpılacaksınız.
BEŞ: Gelelim Muhsin Yazıcıoğlu ile Aydoğan Vatandaş görüşmesine..
Aydoğan Vatandaş, “Takvim gazetesi yazarı Emin Pazarcı sizin Muhsin Yazıcıoğlu ile Barnabas İncili’nin sinema filmi yapılması için bir toplantı yaptığını yazdı. Siz de bunu Twitter’dan doğruladınız. Sizce Muhsin Yazıcıoğlu’nun şehadetinde Barnabas İncili ile ilgili bu çalışmanın etkisi olabilir mi?” şeklindeki soruya şu cevabı vermiş:
2008 yılı Aralık sonunda Muhsin Bey’e yakınlığı ile bilinen Yakup Demirkale benimle bu konuyla ilgili görüşmek istedi. Sanırım şimdi Parti’de de görevi var. Amerika’dan atladım geldim. Önce Beşiktaş’ta Dedeman Otel’de görüştük. Bir kaç gün sonra Ankara’ya geçtim. Muhsin Bey TV 8‘de bir programa katılacaktı. Kendisine konuyu baştan sona anlattım 40 dakika kadar…. Muhsin Bey bana bu konuda ne yapabiliriz diye sordu. Ben de kendilerinin milletvekili olduğunu bu konuyu meclis gündemine getirebileceğini söyledim. Ama daha çok belgesel ya da sinema fikri üzerinde durdu. Sonra bana sinema konusunda karar kıldığı söylendi. Hala tüm yazışmalar duruyor bende. Muhsin Bey’in helikopteri düşmeden 2 gün önce bir aktör-yapımcı ve de bir de iş adamı ile bu proje üzerinde konuşmuş. Apokrifal adlı kitabımı masanın üzerine koyarak bunu sinema yapmamız lazım demiş. Bu iki kişi 2011 Haziran ayında benimle görüştüler ve bana bu görüşmelerinin tüm detaylarını anlattılar. Ben bu konuyu kitabımın yeni baskısında anlatabilirdim ama spekülasyona neden olmamak ve kitabımın satışı için bu konuyu eklediğimin düşünülmemesi ve soruşturmayı yönlendirmemek için bu konuyu yazmadım. Bunu yapsaydım kitabım satış rekorları kırardı. Ancak bir soruşturmada önemli olan delillerden faillere ulaşmak olmalıdır. Ama anlatılanlar doğrudur. Muhsin Bey bu işin içindeydi. BBP yöneticileri konuya vakıf olmayabilir. Bunu saygıyla karşılıyorum. Diğer taraftan helikopterinin bu yüzden düşürüldüğü iddiası da gerçekten çok iddialı olur ve bu iddianın kuşkusuz delilleri gerekir.
İşte burada iş karışıyor.
Sözü edilen Yakup Demirkale, Büyük Birlik Partisi’nin 8. Olağan Kurultayı’nda seçilen MKYK üyelerinin 5 Şubat 2012 Pazar günü AFİTAP Kültür Merkezi’nde gerçekleştirdikleri toplantıda Uluslararası İlişkilerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcılığı‘na getirilmiş durumda.
Yani “ajan” gazeteci Emin Pazarcı’nın konuyu gündeme getirmesinden bir ay önce.
Bu durumda BBP yönetiminin, önceki yazıda söz ettiğimiz şekilde, Emin Pazarcı’yı yalanlayan bir açıklama göndermiş olması gayet tuhaf hale geliyor.
Yakup Demirkale, genel başkan yardımcısı olduğu halde neden susmuş?
*
Üstelik, yine bir önceki yazıda aktardığımız gibi, Emin Pazarcı’nın sözünü ettiği pastane görüşmesinin yaşanmış olması “fiziken” mümkün değil..
Çünkü, Emin Pazarcı’nın sözünü ettiği tarihte Muhsin Yazıcıoğlu Ankara dışında..
Ahmet Yenilmez’in verdiği tarih de tutmuyor. Yazıcıoğlu o sırada da Afyonkarahisar’da..
Yani, olay en iyi ihtimalle paranoyadan ibaret.. (Kötü ihtimal, bazı gerçekleri örtmek için yürütülen algı operasyonu, yani aldatma ameliyesi için uydurulmuş senaryo olması.)
Başka fizikötesi veya bilim-kurgusal ihtimaller de yok değil. Belki de Muhsin Yazıcıoğlu’nun bir klonu vardı, aslının yerine Ankara’da söz konusu toplantıyı gerçekleştirdi.
Veya, evliya menkıbelerinde gördüğümüz türden bir “birden çok yerde görünme” kerameti yaşandı.
Bunlara benim aklım ermez, benim aklıma yatan açıklama şu: Emin Pazarcı söz konusu yazıyı kaleme aldığında, pastane görüşmesi senaryosu derin mahfillerde yazılmış, fakat rol dağılımı henüz yapılmamıştı.
Muhsin Yazıcıoğlu davasına bakan Özel Yetkili Savcılık ve kamuoyu için acilen bir “cover story” gerekiyordu. Bu yüzden iş aceleye getirildi.
Yakup Demirkale ismi üzerinde daha sonra karar kılındı.
*
O sıralarda henüz alenî bir AKPARTİ-CEMAAT kavgası da yok. Kavga sadece Erdoğan ile Fethullah’ın zihinlerinde var.. Tabanda herşey süt liman..
Öyle anlaşılıyor ki, bu arada Aydoğan Vatandaş için de bir senaryo yazılmış ve o da bu senaryoya göre rol kesmeyi kabul etmiş.
Çünkü, söz konusu pastane görüşmesine katılmış iki kişinin, Emin Pazarcı yazılarıyla devreye girmeden dokuz ay önce, Haziran 2011’de kendisiyle görüştüklerini söylüyor. Bunların bir aktör-yapımcı ve bir işadamı olduklarını belirtiyor.
Aktör-yapımcı ile kast edilen, Ahmet Yenilmez.. Peki, işadamı kimdi?.
Burada, Emin Pazarcı’nın söz konusu yazısına tekrar dönmek gerekiyor:
Hayatını kaybettiği helikopter kazasından 3 gün önce, 22 Mart 2009‘da, önceden tespit ettiği bazı isimlerle Ankara-Balgat‘taki Seda Pastanesi‘nde bir araya geldi. Bu isimlerden ilki Türkiye‘nin yakından tanıdığı ünlü bir oyuncuydu. Diğeri Mamak Cezaevi‘nde birlikte yattığı arkadaşıydı. Üçüncü şahıs da partide görevliydi. Ayrıca, o gün pastanede bu görüşmeye tanık olan bir de iş adamı vardı.
Söz konusu işadamının Yakup Demirkale olmadığı açık, çünkü Aydoğan Vatandaş, yukarıya aldığımız ifadelerinde onun adını açıkça vermiş olduğu halde birkaç cümle sonra bir işadamından isim vermeden söz ediyor.
Yazıcıoğlu’nun Mamak Cezaevi‘nde birlikte hapis yattığı arkadaşı ise, Emin Pazarcı‘nın 12 Mart 2012 tarihli yazısına göre Ramazan Akgün‘dü..
Peki, işadamı kimdi?
Söz konusu işadamından hâlâ bir haber yok.
İsmini, ne bu pastane sakinleriyle “tek tek” görüşüp “uzun uzun” değerlendirmeler yapmış olan Emin Pazarcı açıklayabildi, ne Ahmet Yenilmez, ne de onunla sözde Haziran 2011’de görüşmüş bulunan Aydoğan Vatandaş..
*
Evet, ortada, bu yazı dizisinin bir önceki bölümünde genişçe anlattığımız gibi, gerçekleşmiş olması “fiziken” mümkün olmayan bir pastane görüşmesi var..
Fiziken mümkün olmaması dert değil, paranoya olarak gayet işlevsel..
Senaryo yazılmış, isimler ayarlanmış, bu arada bazı aksaklık ve kazalar da yaşanmış..
Birisi, BBP’nin Emin Pazarcı’yı pastane paranoyası konusunda yalanlamış olması.
BBP’nin genel başkan yardımcısı Yakup Demirkale bu sırada ortaya çıkıp “Hayır, bu görüşme yaşandı, ben de oradaydım” dememiş.
Hafızası o sırada teklemiş, çalışmamış.
Fakat bir ay sonra herşeyi hatırlamış. Fiziken mümkün olmasa da gidip bu olağanüstü paranoyak görüşme hakkında Malatya Özel Yetkili Savcılığı’na ifade vermiş.
Savcının kafasını karıştırmış..
*
Evet, “Senaryo yazılmış, isimler ayarlanmış, bu arada bazı kazalar da yaşanmış” demiştik.
İkinci kaza bir işadamı ayarlanmamış olması..
Anlaşılıyor ki, film için gereken 5-6 milyon dolarlık bütçe için senaryoya dahil edilmiş, fakat sonradan, bu cömertlikte bir isim bulamamışlar.
Hem BBP’li olacak, hem Muhsin Yazıcıoğlu’nun samimi dostu olacak, hem böyle bir proje için gözünü kırpmadan ortaya 5-6 milyon doları (bugünkü parayla 30-35 milyon lirayı) dökebilecek biri olacak..
Bütün bu vasıfları kendisinde taşıyan bir işadamı bulmak zor.. Dediğimiz gibi, Özel Yetkili Savcılık için acilen bir “cover story” lazım olmuş, iş biraz aceleye gelmiş..
5-6 milyon doları bulmak aslında zor değil, nitekim Ahmet Yenilmez sonradan film çekecek para bulmuş, arkasına devlet desteğini de almış, fakat bir işadamından devlet gibi hareket etmesi beklenemez.
5-6 milyon doları bir filme yatıracak bir işadamının hiç değilse 30-40 milyon dolarlık, 150-200 milyon liralık servetinin (hem de nakit olarak) bulunması beklenir.
İşte böyle birini, hem de cömert mi cömert, eli açık mı açık bir BBP’liyi, Muhsin Yazıcıoğlu sevdalısını bulmak kolay değil.
*
Bir önceki yazıda, Apokrifal: Kayıp Kitap, Ergenekon ve Bir Cinayetin Anatomisi kitabının yazarı Aydoğan Vatandaş’ın, kendisine yöneltilen bir soruya verdiği cevabı aktarmıştık.
Soru şuydu:
“Eski Kültür Bakanı Atilla Koç’un Barnabas İncili’ni sinema filmi yapma isteğinize ‘Sen Hristiyan dünyasının ayağının altındaki halıyı çekmeye çalışıyorsun. Biz bu işte olmayız‘ mealinde sözlerle yanıt verdiği iddiası var. Anlatır mısınız bu konuyu?”
Aydoğan Vatandaş’ın cevabı ise şöyleydi:
2005 yılında benim Asala Operasyonları adında bir kitabım yayınlandı Alfa Yayınlarından. Alfa Yayınlarının sahibi Faruk Bayrak o dönemde AK Parti Milletvekili‘ydi. Senaryomu ona götürmüştüm ilkin. Kendileri de bana “yakında Bakan Bey [Atilla Koç] gelecek ona bahsedersin” demişti “projeden”. Öyle de oldu. Bakan Bey’in yanında [Tayyip Erdoğan’ın en yakınındaki isim, sağ kolu olarak bilinen, halihazırda Akşam gazetesinde yazan] Hüseyin Besli Bey de vardı. Yanı sıra bazı yayın evlerinin sahipleri vardı. Orada açtım konuyu. Aynen sorunuzdaki gibi yaşanmıştır olay.
Olay, aynen sorudaki gibi yaşanmış..
AKPARTİ’nin Kültür Bakanı Atilla Koç, yanındakilerin de “Sükut ikrardan gelir” fehvasınca onayladığı cevabında “Sen Hristiyan dünyasının ayağının altındaki halıyı çekmeye çalışıyorsun. Biz bu işte olmayız” mealinde konuşmuş.
Eğer böyleyse, Muhsin Yazıcıoğlu şayet Barnabas İncili merakı yüzünden öldürüldüyse, kimler şüpheli hale gelir?
*
Muhsin Yazıcıoğlu’nu kimlerin öldürdüğünü bilmiyoruz, fakat yukarıdaki sözlerden (ve daha pekçok facia laflarından) AKPARTİ’nin İslam’a ve hakka karşı cinayet işlediğini gayet iyi biliyoruz.
Hristiyanlar tutup Allahu Teala’nın vahyini tahrif etmişler, ve sen tutup o tahrifçilerden yana tavır alıyorsun..
Evet, FETÖ‘nün durumuna vakıfız. 1980’li yıllarda faşist devletçilik yaptılar. (Şimdi bu faşist devletçilik bayrağını AKPARTİ devraldı.)
1990’larda ise dinler arası diyalog hurafesine sarıldılar.
28 Şubat‘a da gayet iyi uyum sağladılar, o dönemde gerçekleştirdikleri Abant Platformu toplantılarında din devletine (İslam devletine) karşı laik devleti savunmaya başladılar.
Böylece İslam’a ihanet ettiler.
Fakat bu ihanette yalnız değildiler.. İhanette başı 28 Şubat‘ta en azgın gulu gulu dansı figürleriyle memlekette tozu dumana katmış olan Kemalist askerler ve MİT’çiler çekiyordu.
İhanetin üçüncü halkası ise AKPARTİ’ydi.
Bunun belgelerinden biri, Atilla Koç‘un yukarıda aktarmış olduğumuz sözleri.
Bu AKPARTİ’cilerin tek bir kutsalı kalmış gibi görünüyor: Tayyip Erdoğan..
Allahu Teala’nın vahyi için Erdoğan’a tepki göstermezler, fakat Erdoğan’ın hatırı için Allahu Teala’nın vahyini, Şeriat‘i unutmaya dünden razıdırlar.
Değilse, Erdoğan’ın yanlışlığı gün gibi açık lafları karşısında neden hiç sesleri çıkmıyor?
*
Evet, ortada (İslam açısından) bir ihanet sacayağı var.
En kalın ayak, Kemalist askerler ve MİT’çilerden oluşuyor.
İkinci ayak FETÖ..
Üçüncü ayak ise AKPARTİ..
Maşaallah Barnabas İncili‘ni yok etme, gün yüzüne çıkarmama konusunda muazzam bir işbirliği yapmışlar.
AKPARTİ’nin yönettiği Kültür Bakanlığı yakınlarda, bir yahudinin yazmış olduğu Tevrat tefsirinin tercümesini yayınladı.
Peki, “seri katil Barnabas İncili“ konusunda film çektiren Kültür Bakanlığı, neden Barnabas İncili‘nin peşine düşmemiş, Dr. Hamza Hocagil ile temas kurmamış, Genelkurmay Özel Harp Dairesi‘nden söz konusu Barnabas İncili‘ni alıp yayınlamamış?
Bunu sormak bile abes.. Barnabas İncili‘nin gündeme getirilmesi karşısında “Sen Hristiyan dünyasının ayağının altındaki halıyı çekmeye çalışıyorsun. Biz bu işte olmayız” diyen adamlardan ne beklenir?
*
Şu beklenir:
Şüpheli ölümleri Barnabas İncili‘ne bağlayarak milletin dikkatini dağıtmak..
Barnabas İncili‘ni bulan ve askerlere teslim eden Hakkarili köylülere birşey olmuyor..
Bu İncil‘i tercüme ettirmek için Dr. Hamza Hocagil’i bulan Özel Harp Dairesi generallerine birşey olmuyor..
İncil‘i tercüme eden Hamza Hocagil‘e birşey olmuyor..
Fakat, böyle bir İncil‘in varlığından haberinin olması hiç de beklenmeyecek bir Abdullah Çatlı, bu İncil‘den dolayı ölmüş oluyor.
Ve bu İncil‘in adını hiç ağzına bile almamış bulunan Prof. Mahmud Esad Coşan hocanın bu İncil‘den dolayı hayatını kaybetmiş olduğuna inanmamız bekleniyor.
Ve de Muhsin Yazıcıoğlu‘nun, yaşanmış olması “fiziken” mümkün olmayan “fizikötesi” pastane toplantısına katılmış olan “devlet destekli” Ahmet Yenilmez ile medyada sesi soluğu çıkmamış bulunan iki “şahidi”nin paranoyası çerçevesinde, Barnabas İncili yüzünden öldürülmüş olduğuna inanmamız isteniyor.
*
Güya, söz konusu fizikötesi ve de sürrealist pastane toplantısında Muhsin Yazıcıoğlu, “Bu İncil‘i görenler ölüyor” demişmiş..
Hayır, kastettiği kişiler, Özel Harp’çi generaller, Hakkarili köylüler, Hamza Hocagil vs. değilmiş..
Kastettiği kişiler, Ahmet Yenilmez ile Emin Pazarcı bitirim ikilisinin keşfine göre, Turgut Özal, Abdullah Çatlı ve Prof. Dr. Mahmud Esad Coşan hocaymış..
Turgut Özal bahsini daha geniş ele alacağız inşaallah, ama şimdilik şunu sormakla yetinelim: Turgut Özal yaşasaymış Barnabas İncili basılacak mıymış?
Abdullah Çatlı’nın Barnabas İncili merakı nasıl olmuş da Ahmet Yenilmez film çekene kadar herkesin dikkatinden kaçmış?
Hele Esad Efendi.. Nasıl olmuş da bu İncil‘i görmeyi başarmış?..
Esad Efendi, 28 Şubat 1997 tarihinden yaklaşık bir buçuk ay sonra Türkiye’yi terk etmiş ve bir daha da dönmemişti..
Barnabas İncili‘ni ellerinde bulunduran 28 Şubat’çı azgın generallerden çekindiği için..
Evet, ömrünün son dört yılı Türkiye dışında geçti..
Bu arada nasıl olmuş da Barnabas İncili‘ni görmüş?.. Tayy-ı mekânla gelip Genelkurmay’ın gizli saklı odalarında mı gezmiş?
Muhsin Yazıcıoğlu, Ahmet Yenilmez’in paranoyasına göre, (sözünü ettiği tarihte) gerçekte Afyonkarahisar’dayken bir yandan da Çukurambar‘da Sema Pastanesi’nde olabiliyorsa, Emin Pazarcı tipi paranoyada ise (verdiği tarihte) Sivas’ta olması gerekirken Balgat‘ta (Çukurambar değil) Seda Pastanesi’nde (Sema değil) boy gösterebiliyorsa, Esad Efendi için de (oynak-değişken tarihli, isimli, lokasyonlu) pastaneli ya da lokantalı bir formül bulmuşlardır, fakat biz henüz öğrenme şerefine nail olamadık.
Diyelim ki Esad Efendi bir gece 03:30’da Avustralya’dan tayy-ı mekânla Genelkurmay’ın kantinine geldi, generallere “Getirin lan şu İncil‘i” dedi, onlar da zaman makinası ile ışınlanmış gibi birden bire ortaya çıkmış bu zattan korkup tırstıkları için kitabı getirdiler..
Ee, gerisi?
Niye Esad Efendi Türkiye’deki oğlu Nurettin‘in yanına da bir uğrayıp bu İncil‘den bahsetmemiş?
Ve de Avustralya’ya dönünce aile efradına neden “Barnabas İncili‘ni gördüm” dememiş?
Belki de Emin Pazarcı hazretleri tayy-ı mekânla Avustralya’ya gidip Esad Efendi’nin Barnabas İncili‘ni “görme” olayını bizzat ondan dinlemiştir..
Olamaz mı?..
Muhsin Yazıcıoğlu Ankara dışında seçim çalışması yaparken bir yandan da bir gece yarısı hem Balgat hem de Çukurambar’da ortaya çıkabiliyorsa, tayy-ı mekân ve tayy-ı zamanın altını üstüne getirebiliyorsa, bu da olur.
*
Şunu açıkça söyleyelim..
Eski Kültür Bakanı Zeybek tarafından “ajan” olduğu söylenen “yandaş” gazeteci Emin Pazarcı ile Kültür Bakanlığı destekli resepsiyon tiyatrocusu Ahmet Yenilmez‘in gerçek dışı ve birbiriyle çelişen açıklamaları, Muhsin Yazıcıoğlu’nun ölümü konusunda Genelkurmay’ı, MİT’i ve AKPARTİ Hükümeti’ni “makul şüpheli” haline getirmiş bulunmaktadır.
Hiçbir şey yazıp söylemeseler, devlet desteği ve parasıyla Sevdam Gözlerinde Kaldı diye palavra filmler çekmeseler, ortada şüphe celbeden birşey olmayacaktı.
Fakat yapılıp söylenenler, ortada telaşla üzeri örtülmeye çalışılan başka birşeyler olduğunu düşündürüyor.
Bunun başka hiçbir makul izahı yok.
*
Bu Barnabas İncili konusunu gündeme getiren kişi “ajan” gazeteci Emin Pazarcı..
Akşam gazetesi yazarı..
Ve de, Erdoğan’ın uçağında (uçaklarında) gezen demirbaş isimlerden..
İşin ilginç tarafı şu: Muhsin Yazıcıoğlu’nun Barnabas İncili‘ne olan ilgisini ilk keşfedip yazan kişi Emin Pazarcı..
Ve bunu tam da, Muhsin Yazıcıoğlu’nun ölümünü soruşturan Malatya Özel Yetkili Savcılığı iddianameyi yazma aşamasına gelince keşfediyor.
2012 yılında, vefat olayından üç yıl sonra..
*
İşe bakın ki, Muhsin Yazıcıoğlu’nun Barnabas İncili‘ne olan merakının şahitleri, Emin Pazarcı’nın konuyla ilgili ilk yazısındaki isimlerle sınırlı..
Başka da bilen yok..
Ne eski arkadaşlarının haberi var, ne ailesinin, ne de Büyük Birlik Partisi’ndeki dava arkadaşlarının..
Öyle ki, Emin Pazarcı’nın yazısı üzerine BBP bir açıklama yaparak onun iddialarını yalanlıyor.
Öncelikle, Emin Pazarcı’nın sözünü ettiği pastane görüşmesinin yalan olduğunu, o tarihte Sivas’tan Ankara’ya gelip evinde dört saat kadar dinlendikten sonra yanında arkadaşları ve korumaları olduğu halde Eskişehir’e hareket ettiğini açıklıyorlar.
Ve şunu söylüyorlar:
Kamuoyunun bilmesi gereken şu ki: Metin’de [Emin Pazarcı’nın yazısında] yer alan ve 5–6 milyon dolarlık bir bütçeye havi olacak “SİNEMA FİLMİ” projesi, şehit lider tarafından; yol arkadaşları olan ve resmen hizmeti birlikte yaptıkları tarafından doğal olarak bilinmesi gerekirdi.
Böyle bir proje, böyle bir rakama malik ‘sinema filmi’ de partinin gündeminde olmamıştır.
Buradaki “doğal olarak bilinmesi gerekirdi” sözü önem taşıyor.
Hukukta “hayatın doğal/olağan akışı” kavramı çok önem taşır.
Nitekim, bir Yargıtay Hukuk Genel Kurulu içtihadı (Esas: 2013/19-2238, Karar: 2015/1062) şu ifadeyle özetleniyor:
Kararda, bononun, hamil tarafından, bile bile borçlunun zararına hareket ederek iktisabı konusu -hayatın olağan akışı- kavramı çerçevesinde irdelenmiştir.
Bu içtihatta “hayatın olağan akışı” kavramı kaç defa geçiyor dersiniz?
Tam 26 defa..
Varılan sonuç ise şu:
İşbu davada hem davacı-keşidecinin ve hem de davalı-son hamilin, dava konusu bonoyla ilişkileri konusundaki beyanları hayatın olağan akışına ve makul bir kişinin davranış biçimine uygun değildir.
Evet, “ajan gazeteci” Emin Pazarcı’nın yazısı, BBP’lilerin ifade ettiği şekilde, hayatın doğal akışına aykırıdır.
Ortada, Emin Pazarcı’nın yazısında sözünü ettiği kişiler dışında şahit de yok.
Ve ne hikmetse, Muhsin Yazıcıoğlu’nun bu bilinmeyen, meçhul ve gizli Barnabas İncili merakının ortaya çıkışı, ölümünden sonra ona yönelik suikast nedeni haline gelebilsin, ölümünün ardındaki sır perdesi olarak işe yarasın diye, tam da ölümünden üç gün önceye rastlamış.. (Daha doğrusu, ölümünden üç gün önceye denk gelecek şekilde uydurulmuş. Biraz acemice gibi görünüyor da bunun başka yolu yok.. “20 yıllık merakı” deseler, “Tamam da niye kimsenin haberi olmamış?” denilecek.)
Barnabas İncili 1980’lerin başında bulunmuş, aradan 30 yıla yakın bir zaman geçmiş, bu arada Muhsin Yazıcıoğlu konuyla hiç ilgilenmemiş, fakat ölmeden üç gün önce, “Ben ölünce katilim olarak gösterilecek birşey bulunsun” dercesine Barnabas İncili‘nden birilerine bahsetmiş..
Senaryo güzel de, hesap hatası içeriyor.. Söz konusu görüşmenin gerçekleşmiş olması fiziken mümkün değil.. Bir insan hem Sivas-Ankara-Eskişehir hattında arkadaşları ve korumaları yanında bulunduğu halde yollarda olup hem de bir pastanede beş saat yarenlik yapamaz.. Böyle şeylere sadece menkıbe kitaplarında rastlanıyor.
*
“Ajan gazeteci” Emin Pazarcı olayı bu noktada bırakmamıştı.
Takvim gazetesinde bir gün sonraki (8 Mart 2012 tarihli) yazısında konuya devam etmiş, olaya Prof. Dr. Mahmud Esad Coşan hocanın da adını karıştırmıştı:
Dün, Muhsin Yazıcıoğlu‘nun şüpheli ölümünden önceki sırrını açıklamıştık. Ancak, şüpheler ve sırlar bu kadarla sınırlı değil. Mahmut Esad Coşan da Barnabas İncili’ne ilgi duymuş ve Yazıcıoğlu gibi şüpheli bir kazada hayatını kaybetmişti.
Olaylar dizisi son derece ilginç… Muhsin Yazıcıoğlu‘nun, Barnabas İncili ile ilgili çalışmaları çok eskiye dayanıyor. Gelişmeler, bu konuyu Nakşibendi Tarikatı‘nın İskenderpaşa Cemaati Lideri Mahmut Esad Coşan‘la da görüştüğünü gösteriyor. Çünkü, Muhsin Yazıcıoğlu, Ankara‘da Seda Pastanesi‘nde arkadaşları ile yaptığı “Barnabas Toplantısı”nda Esad Coşan‘dan da bahsediyor. Aynen şu ifadeleri kullanıyor:
– Esad Hoca (Coşan) da bu işi çok araştırdı. O da bu konunun açıklığa kavuşmasını çok istiyordu. Ancak, ömrü vefa etmedi.
Neden?
Çünkü, Esad Coşan da Muhsin Yazıcıoğlu ile aynı kaderi paylaştı. 28 Şubat sürecinin ardından Avustralya‘da bir “kazada” hayatını kaybetti.
Esad Coşan, 4 Şubat 2001‘de, Sidney‘in 500 kilometre batısındaki Dubbo Kenti‘nin girişinde, içinde bulunduğu araca bir kamyonun çarpması sonucu damadı Prof. Dr. Ali Yücel Uyarel ile birlikte vefat etti.
Cemaatin büyük bölümü, olayın kaza olduğuna inanmadı. Hep, “Esad Hoca trafik kazası süsü verilerek öldürüldü” iddiaları ortalıkta dolaştı. Bu konuda pek çok yazı yazıldı.
İlginçtir, olay mahalli, profesyonel kişiler yerine orada hiç bulunmaması gerekenler tarafından temizlendi.
Bütün deliller yok edildi. Durum bu olunca, iddialara rağmen “kaza” ile ilgili olarak ciddi bir araştırma yapılamadı. Esad Coşan‘ın, Türkiye‘ye getirilen naaşı da 9 Şubat 2001‘de Eyüp Sultan Mezarlığı‘nda toprağa verildi.
Olay, sadece “ölümlü bir trafik kazası” olarak kayıtlara geçti.
Şüphelerin hiç biri giderilemedi.
* * *
Lütfü Şahsuvaroğlu, 1970‘li yıllardan bu yana Muhsin Yazıcıoğlu‘nun birlikte olduğu isimlerden biri. Yıllar boyunca önemli sırları paylaştılar…
Dün kendisi ile görüştüm.
“Biz Muhsin Başkan’la Barnabas İncili’ni, 2000’li yıllarda, Genelkurmay’ın elinde olduğu tartışılırken konuşmuştuk” bilgisini verdi:
– Ben kendisine bu konuyu çok önemsediğimi söylemiştim. Hatta, İncil’in Genelkurmay’ın elinde bulunduğu haberleri ile ilgili olarak da “Bu Türkiye’nin batıya karşı en önemli kozlarından biri” değerlendirmesini yapmıştım.
Ardından ekledi:
– İslâm’ın dalga dalga yayılacağını çok önceden ortaya koyan otantik İncil’in ortaya çıkmasının batıyı nasıl etkileyeceğini düşünebiliyor musunuz?
Şahsuvaroğlu ile birlikte kendisine çok yakın isimlerin de belirttiği gibi, Yazıcıoğlu, yıllardır Barnabas İncili üzerine kafa yoruyor ve çalışmalar yapıyordu. Tam ciddi adımlar atacaktı ki, bir helikopter kazasında hayatını kaybetti.
Evet, fizikî gerçeklik çerçevesinde ancak hayal âleminde yaşanmış kabul edilebilecek, paranoya literatürünü zenginleştirme dışında bir işe yaramayacak pastane görüşmesinde Esad Coşan hoca da kendisine yer bulmuş..
Böylece, Esad Coşan hocanın Barnabas İncili merakı da, mezardaki bir şahidin tanıklığı ile sağlam kazığa bağlanmış.
Demek ki, “ajan gazeteci”nin eline senaryo tutuşturan “derin alt (üst değil) akıl(sızlık)“, “Hazır bir ‘seri katil’ bulmuşken bütün faili meçhulları onun sırtına yükleyelim” demiş.
Ama hesap hatası yapmışlar.. Muhsin Yazıcıoğlu’nun söz konusu tarihte nerede olduğunu araştırmayı akıl edemeden senaryo yazmışlar.
*
Emin efendi, BBP’nin açıklamasına cevap vermeye de kalkışmış, şunları yazmıştı:
Cep telefonumdan BBP Genel Başkanı Mustafa Destici aradı. Yazılanlardan rahatsız olduğu beliydi. Önce, “O tarihte Genel Başkan Ankara’da değildi” dedi. Tarihte hata olabileceğini, ancak 14 ile 23 Mart tarihleri arasında böyle bir görüşmenin gerçekleştiğini kendisine anlattım. Sonra, ısrarla isim istedi.
Kendisine, bu isimleri sadece Özel Yetkili Cumhuriyet Savcılığı‘na verebileceğimi söyledim. Olayın ortaya çıkabilmesi için her türlü iddianın araştırılması, kimsenin bundan rahatsızlık duymaması ve BBP olarak da bu tür çalışmalara destek vermeleri gerektiğini uzun uzun anlattım.
Anladığını sandım. Aradan geçen saatler gösterdi ki, ya anlamamış ya da başka bir hesap galip gelmiş. BBP tarafından açıklama yapıldı.
Dört noktanın altı çizildi:
1) Sürekli olarak “Muhsin Başkan 22 Mart’ta Ankara’da değildi” vurgusu yapılıp, iddialar ciddiyetten yoksun gibi gösterildi.
2) Ben, hem yazımda, hem de BBP Genel Başkanı ile yaptığım görüşmede savcılık istediği takdirde isimleri vereceğimi belirtmeme rağmen, “Bunları savcılıkla paylaşmalıdır” denildi.
3) BBP olarak böyle bir görüşmenin kendileri tarafından bilinmediği belirtildi.
4) “Konunun 3 yıl sonra gündeme getirilmesi dikkat çekicidir” denilerek, iddialar yalanlanmaya çalışıldı….
* * *
Şimdi sondan başlayıp, BBP‘nin “açıklama” adını verdiği bu garip metne tek tek cevap verelim:
BBP, konunun 3 yıl sonra gündeme getirilmesine tepki gösteriyor. Oysa, olay uzun süredir tartışılıyordu. Rahmetli Yazıcıoğlu ile bu görüşmeyi yapanlar, baktılar ki 3 yıldır sonuç alınamadı, halen ortada bir iddianame bile yok. “Bir de buraya bakılsın” diye bildiklerini açıkladılar. Şimdi soruyorum, “Belki bizim bir katkımız olabilir” diye düşünerek yanlış mı yaptılar?
BBP yöneticileri, böyle bir görüşmeden kendilerinin haberdar olmadıklarını belirtiyorlar.
Ne biçim ifade bu? Rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu‘nun yaptığı her görüşmeyi sizlere rapor etmek gibi bir misyonu mu vardı?
Yazıcıoğlu, sizin lideriniz miydi, yoksa memurunuz mu?….
Açıklamanın tek elle tutulur tarafı, görüşmenin gerçekleştiği belirtilen 22 Mart‘ta merhum Yazıcıoğlu‘nun Ankara‘da bulunmadığı iddiası olabilir. O tarihte değil de birkaç gün önce ya da bir gün sonra bu görüşmenin yapılmış olması neyi ispat eder ve neyi değiştirir? Böyle bir görüşme oldu ve yazdığım diyaloglar aynen yaşandı. Destici‘nin ısrarla benden istediği isimler gidecekler ve yaşadıklarını savcılara ayrıntılarıyla anlatacaklar.
Gerçekten anlayamıyorum, bu rahatsızlık niye?
İnanın merak ediyorum, BBP Genel Merkezi ne yapmak istiyor?
Barnabas İncili‘nin tercüme edilebilen kısmında, Vatikan‘ın iddialarının aksine, İslam müjdelenip, “Bir peygamber gelecek ve O’na tabi olanlar dolgun başaklar gibi olacak” satırlarının bulunduğu belirtiliyor. Fetih Suresi‘nin son ayetinde de Muhammed Ümmeti‘nin İncil‘deki vasıfları belirtilirken “Filizini yarıp çıkarmış, gittikçe onu kuvvetlendirerek kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş bir ekine benzer” ifadesi kullanılıyor.
Biz, rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu‘nun bu gerçeği ortaya çıkarmak için çabaladığını yazıyoruz. Bu yöndeki iddiaları gündeme getiriyoruz. Vatikan yerine BBP rahatsız oluyor.
Gerçekten inanılır ve anlaşılır gibi değil.
Durum bu olunca da “neden, niçin, hangi amaçla” gibi sorular da peş peşe geliyor!
Ulan soytarı, madem dediğin gibi “Oysa, olay uzun süredir tartışılıyordu” ise, bütün bir BBP camiasının olaydan haberi neden ancak üç yıl sonra, ve de ancak senin yazın sayesinde oluyor?
Üstelik, bu Emin Pazarcı iblisine göre, pastane görüşmesinde bulunan isimlerden biri o sırada BBP’nin genel başkan yardımcısı.. Fakat, bu genel başkan yardımcısının, o görüşmede kendisinin de bulunmuş olduğundan henüz haberi yok, bu yüzden de BBP’nin açıklamasına müdahale edemiyor, Genel Başkan Mustafa Destici’ye “Yav gardaş ben oradaydım” diyemiyor.
Mustafa Destici bu Emin Pazarcı şeytanından pastane görüşmesine katılmış isimleri istiyor, bu soytarı, “Yahu Mustafa, o isimlerden biri senin partinde yardımcın konumunda” deyip lafı ağzına tıkayamıyor.
Bu iblisler âleminin yüz karası, soytarılık camiasının utanç kaynağı, eski Kültür Bakanı Zeybek’in dediği gibi “ajan” olmaya son derece müsait karaktersizlik abidesi, bu yazılarıyla ajanlığın da içine etmiş..
Bu mayası bozuk şerefsiz utanmadan bir de, “Rahmetli Yazıcıoğlu ile bu görüşmeyi yapanlar, baktılar ki 3 yıldır sonuç alınamadı, halen ortada bir iddianame bile yok. ‘Bir de buraya bakılsın’ diye bildiklerini açıkladılar” diyebiliyor.
Ulan şaklaban, peki bunu niye Destici‘ye söylemedin, “Senin yardımcın üç yıldır uğraştı, sonuç alamadı, bana geldi” niye diyemedin?
Bu hayalî pastane görüşmesinin paranoyak kahramanları neden o güne kadar BBP’lilerle konuşmamışlar, basına hiç açıklama yapmamışlar da, Malatya Özel Yetkili Savcılığı soruşturmayı tamamlama ve iddianameyi yazma aşamasına gelince birden bire telaşa kapılmış ve gelip bula bula bir tek seni bulmuşlar?
Dediğin gibi “Bir de buraya bakılsın diye bildiklerini açıkladılar”sa, niye sen bu adamların ismini Destici’ye bile veremedin?
Hem, Muhsin Yazıcıoğlu sana değil, asıl BBP’lilere yakın olduğu halde neden o isimler BBP’lilerle ve Yazıcıoğlu’nun ailesiyle değil de sadece seninle temasa geçmişler?.
Senin özelliğin ne? Bizim bilmediğimiz nasıl bir fevkalade vasfın var?
Ve de bu isimler bildiklerini açıklıyorlarsa, bundan çekinmiyorlarsa, isimleri neden açıklanmıyor?
*
Olayın aslı şu: Bu iblislikte uzmanlaşmış “ajan” gazeteci soytarının ardındaki odak, Malatya Özel Yetkili Savcılığı’nın kafasını karıştırmak için oturup bir senaryo yazmış, ancak iş aceleye gelmiş..
Tarihi tutturamamışlar..
Tutturamamaları önemli değil de, BBP’nin verilen tarihteki gerçek dışılığı açıklaması “oyun”larını bozmuş..
Destici isimleri isteyince iş iyice sarpa sarmış, iyiden iyiye telaşa kapılmışlar, alelacele isim belirlemeleri gerekmiş..
BBP’nin açıklaması üzerine gerekli isim ayarlamalarını hemen yapmışlar, fakat uygun bir işadamı bulamamışlar.
Evet, bu “ajan” soytarı, BBP Genel Başkanı Destici’yle yaptığı görüşmeye ilişkin olarak, “Tarihte hata olabileceğini, ancak 14 ile 23 Mart tarihleri arasında böyle bir görüşmenin gerçekleştiğini kendisine anlattım” diyor.
Peki, ulan soytarı, madem sen o görüşmede bulunanlarla temasta idin, o halde neden senin bunları yazdığın tarihten iki yıl sonra Ahmet Yenilmez, görüşmenin, Muhsin Yazıcıoğlu’nun vefatından 15 gün önce, yani 10 Mart tarihinde gerçekleştiğini söyledi?
Hani 14 ile 23 Mart tarihleri arasıydı..
İşkembeden atmak, yalan söylemek sizin gibi münafıklar için kolay..
Ha, 10 Mart tarihi doğru muydu peki?
Hayır, o da yalan.. O gün Muhsin Yazıcıoğlu Afyonkarahisar‘daydı, hatta konuşması sırasında elektrik çarpması da yaşanmıştı.. Bu yazı dizisinin önceki bölümlerinde anlatmıştık.
*
Şu ana kadar yazdıklarımız, “seri katil Barnabas İncili“ palavrası ya da pseudo-paranoyasının acemice bir algı operasyonu (gündelik dildeki karşılığıyla kuyruklu yalan) olduğunu inkâra mecal bırakmayacak şekilde ispatlamış durumdadır.
Matematiksel bir kesinlikle..
Aksini iddia edenlerden cevap bekliyoruz..
Evet, şu ana kadar yazdıklarımız çerçevesinde birşey daha ortaya çıkmaktadır:
Bu algı operasyonu tek birşey için kanıt olabilir, onu medyada ve sinemada yürütenleri maddeten ve manen desteklediği bilinen malum karanlık odağın (Türkiye’nin kara deliğininin) Muhsin Yazıcıoğlu’nun ölümü hakkında dezenformasyon, yanlış bilgilendirme, bilgi kirliliği ve kara propaganda yaparak birşeylerin üstünü örtmeye çalıştığını..
Bu üstünü örtmeye çalıştığı birşeylerin kendisiyle ilgili olduğunu tahmin etmek için de Einstein zekâsına sahip olmak gerekmiyor.. O karanlık odağın işbirlikçisi/uşağı bir aşağılık satılmış hain ya da iflah olmaz bir ahmak angut olmamak yeterlidir.
*
Aynı şekilde, bu algı operasyonu (yani kuyruklu yalan; ki yalancılık münafığın alâmetidir), kapsamı itibariyle bir başka şeyi daha ortaya koymuş bulunmaktadır:
Ortada somut-müşahhas hiçbir bilgi ve belge bulunmadığı halde Prof. Mahmud Esad Coşan hoca, Cumhurbaşkanı Turgut Özal ve Abdullah Çatlı‘nın ölümlerinin seri katil Barnabas İncili palavrası ile “faili malum” hale getirilmek istenmesi, söz konusu karanlık derin odak ile bu zevatın ölümleri arasında bir ilişki bulunduğu şüphesine yol açmıştır.
Prof. Mahmud Esad Coşan hoca, Barnabas İncili elinde olduğu ve yayınlamayı planladığı için değil, 28 Şubat‘ı ABD-İsrail-Masonlar üçgeninin talimatıyla planlamış olan MİT ile darbeci generallerin eline düşmemek için ülkesini terk etmişti.
Ki bu generaller, Hürriyet gazetesinde “Gerekirse silah kullanırız” diye manşet attırmış bulunuyorlardı.
Bunu göstermek için de Sincan’da tankları yürütmüşlerdi.
O sırada MİT de, bu “Gerekirse silah kullanırız” diyenlerle aynı saftaydı.
Hatta, Nazlı Ilıcak ve Odatv‘nin Müyesser Yıldız‘ı gibi (Türk medyasının yüreği pek, son erkek adamlarının) açıkça yazdıkları gibi, askerleri hazırlayıp “gaza getiren” odaktı.
Evet, gerekirse silah kullanırlardı. Bazen açıkça, bazen faili meçhul şekilde.. Bunu 1990’lı yıllarda JİTEM’le vs. ispat etmişlerdi.
MİT‘e gelince, onun, yalancılık/aldatma mesleğinin kurumsallaşmış biçimlerinden olan bir gizli teşkilat olduğunu akılda tutmak gerekiyordu.
Ve gizli teşkilatlar, kurşun harcamadan, “doğal görünen” yöntemlerle adam öldürmeyi meslek “onur”larının bir gereği kabul ediyorlardı.
*
Evet, “uçak-ı hümayun gazetecileri”nden (eski Kültür Bakanı Zeybek’in ifadesiyle “ajan” gazeteci) Emin Pazarcı’nın ifadelerini “irdelemeye” devam edelim.
Bu şahıs, BBP Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu’nun hayalî pastane görüşmesinin bir palavradan ibaret olduğunu açıklayan, o sırada Ankara’da bulunmadığını ispatlayan BBP yönetimine cevap için yazdığı yeni yalanlarında şöyle bir ifade kullanmıştı:
Rahmetli Yazıcıoğlu ile bu görüşmeyi yapanlar, baktılar ki 3 yıldır sonuç alınamadı, halen ortada bir iddianame bile yok. ‘Bir de buraya bakılsın’ diye bildiklerini açıkladılar.
Bunu yazdığı tarih, 9 Mart 2012..
Ve bu yalancı/münafık soytarı, kendisinde vicdan ve mantık bulunmadığı gibi hafıza nimetinden de bir gram bile pay alamamış olduğu için, bir ay sonra, 10 Nisan günü şunu yazacaktı:
Soruşturma Dosyası, şimdiden 85 klasörü buldu. İlgili yerlere yazılar yazıldı.
Genelkurmay, MİT ve Emniyet’in de aralarında bulunduğu çeşitli kurumlara yüzlerce soru soruldu. Bazılarının cevapları toplandı.
Malatya Özel Yetkili Cumhuriyet Savcılığı, Muhsin Yazıcıoğlu Soruşturması‘nı belli bir noktaya getirdi..
İşte, meselenin püf noktasını bu 85 klasör oluşturuyordu.
Malum karanlık odak, iddianamenin bu 85 klasördeki bilgiler ışığında yazılmasını istemedi.
“Bir de buraya bakılsın” diye alelacele uyduruk bir senaryo yazdılar.
Savcıların dikkatlerinin dağılmasına, Barnabas İncili masalı etrafında yeni ifadeler alarak konuyu başka bir mecraya taşımalarına, iddianame yazma işini geciktirmelerine, şu Barnabas meselesinin aslının esasının ne olduğunu anlamak için kafa yorarken 85 klasördeki bilgileri o sırada unutmalarına ihtiyaçları vardı.
Bu yüzden, hiç vakit kaybetmeden konuyu UYAP (Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi) üzerinden savcıların önüne koymuş bulunuyorlardı.
Nitekim, Emin Pazarcı yalancı soytarısı, BBP’ye verdiği cevapta şu ifadeleri kullanmış durumdaydı:
BBP‘nin açıklamasında, benim elimdeki bütün bilgileri Özel Yetkili Cumhuriyet Savcılığı ile paylaşmam gerektiği belirtiliyor.
Avukatlar tarafından bu konuda girişimde bulunulacağı ifade ediliyor. Bu satırlar bile, konuyu nasıl takip ettiklerini ve olup bitenin ne kadar uzağında bulunduklarını gösteriyor. Çünkü, açıklamanın yapıldığı saatlerden çok önce, o isimler savcılık makamının eline geçti. UYAP kanalı ile gerekli yazışmalar yapıldı..
Evet, meselenin püf noktasını “iddianame” oluşturuyordu.
Dertlerinin kaynağı buydu..
Birileri üç yıl durmuş durmuşlar, tam da iddianamenin şekillenmesi aşamasında telaşa kapılmışlar, savcıların kafasını karıştırmak, başka bir yere bakmalarını sağlamak istemişlerdi.
Başka bir yere bakmak zorunda kalmaları yüzünden hem iddianamenin yazılması gecikecek, hem savcıların konsantrasyonları bozulup dikkatleri dağılacak, hem de Barnabas muammasını çözelim derken saçlarını başlarını yolmalarına yol açacak şekilde önlerine bir sürü cevapsız soru gelecekti.
Evet, amaç soruşturmanın seyrini, yönünü, konusunu doğal mecrası dışına çıkarmaktan ibaretti.
*
Evet, (eski Kültür Bakanı Zeybek’in ifadesiyle) “ajan” gazeteci Emin Pazarcı ile saray soytarısı tiyatrocu Ahmet Yenilmez’in ortak pseudo-paranoyaları, yani artistik tabirle algı operasyonları (kuyruklu yalanları), yargıya karşı gerçekleştirilmiş bir kumpas durumunda..
Yargıyı yanıltmak, oyalamak, dikkatini dağıtmak, ilgisiz başka yerlere baktırıp kafasını karıştırmak için, gerçekle uzaktan yakından hiçbir alâkası bulunmayan uyduruk bir masalı gündeme getirmişler.
Evet, bu bir kumpas..
Yargıyı, adaleti hedef alan bir kumpas..
BBP’lileri hedef alan bir kumpas..
Bütün bir Türkiye insanını hedef alan bir kumpas..
Gerçek düşmanı bir kumpas..
Adalet düşmanı bir kumpas..
*
Ve bu kumpas, devlet desteği ve parası ile ödüllendirilmiş, Sevdam Gözlerinde Kaldı adıyla film haline getirilmiş..
Yani bu kumpasa devlet (devlet adını verdiğimiz şahıslar) destek vermiş..
Kumpasın sözcülüğünü, Erdoğan’ın uçağından inmeyen “ajan” gazeteci ile, başka bir konuda değil, tam da kumpasın özü hakkında film çeksin diye devlet tarafından finanse edilen tiyatrocu yapmış..
Dertleri neymiş, Muhsin Yazıcıoğlu hakkındaki Özel Yetkili Savcılık soruşturmasının kendi tabiî mecrasında yürümesi bunları neden rahatsız etmiş?
Neden bir “kumpas” ile, uyduruk bir senaryo ile, yalan dolanla yargıyı yanıltmak istemişler?
Neden devlet (yani devletin yetki, imkân ve gücünü kullanan şahıslar), bu kumpasa maddî ve manevî destek vermiş?
*
Bu soruların cevabı bence açık..
Ve bunların hesabı, bu dünyada olmasa bile ahirette kesinlikle sorulacaktır.
Biz yine şu Emin Pazarcı ve Ahmet Yenilmez soytarılık kumpanyasının ifadelerine dönelim.
Emin Pazarcı’nın yazdıklarına göre, pastane paranoyasının mekânı Balgat..
Ahmet Yenilmez’e göre ise, Çukurambar..
İlkine göre hayalî pastanenin adı Seda.. İkincisine göre Sema..
İlkine göre, görüşmenin tarihi 22 Mart 2012.. İkincisine göre 10 Mart..
Emin Pazarcı soytarısı, 22 Mart tarihindeki gerçek dışılık BBP tarafından açıklanınca, tarihi 14 ile 23 Mart tarihleri arasına yayıyor. Dokuz güne..
Fakat, Ahmet Yenilmez’in verdiği tarihi yine de yakalıyamıyor.
Tiyatrocunun verdiği tarih doğru mu peki? Hayır, o gün Yazıcıoğlu gerçekte Afyonkarahisar’da..
*
Emin Pazarcı, Takvim gazetesinde yayınlanan 10 Nisan 2012 tarihli yazısında şöyle diyordu:
Özel Yetkili Savcılığın üzerinde durduğu bir başka konu da Muhsin Yazıcıoğlu-Barnabas İncili ilişkisi.
Olay, ilk olarak bu köşede yazdığım yazıyla ortaya çıktı. Ardından, iddialar iddiaları kovaladı.
Evet, bu Barnabas İncili masalını ilk anlatan, Emin Pazarcı..
Anlattığı tarih, 7 Mart 2012..
O yazısı şu ifadelerle başlıyor:
Muhsin Yazıcıoğlu’nun hayatını kaybettiği şüpheli helikopter kazasının ardından pek çok iddia ortaya atıldı. “Bu bir suikasttır” diyenler, çok çeşitli gerekçeler ileri sürdüler. Ancak, hiç birisi şimdi yazacaklarım kadar korkunç ve ciddi değildi.
İddia sahipleri ile tek tek görüştüm. Uzun uzun değerlendirmeler yaptık. Verdikleri bilgiler, son derece sarsıcıydı. Muhsin Yazıcıoğlu‘nu, Barnabas İncili‘ne duyduğu ilginin ölüme götürmüş olabileceğini söylüyorlardı.
Tek tek görüştüğü, uzun uzun değerlendirmeler yaptığı, sarsıcı bilgiler aldığı kişiler kimlerdi peki?
Aynı yazıda bu kişileri şöyle tanıtıyordu:
Hayatını kaybettiği helikopter kazasından 3 gün önce, 22 Mart 2009‘da, önceden tespit ettiği bazı isimlerle Ankara-Balgat‘taki Seda Pastanesi‘nde bir araya geldi. Bu isimlerden ilki Türkiye‘nin yakından tanıdığı ünlü bir oyuncuydu. Diğeri Mamak Cezaevi‘nde birlikte yattığı arkadaşıydı. Üçüncü şahıs da partide görevliydi. Ayrıca, o gün pastanede bu görüşmeye tanık olan bir de iş adamı vardı.
Emin Pazarcı soytarısının bu dört kişiyle nasıl “tek tek” görüşmüş, “uzun uzun değerlendirmeler” yapmış, sarsıcı bilgiler edinmiş olduğu konusu üzerinde durmak gerekiyor.
Ahmet Yenilmez‘le olan görüşmesinin nasıl birşey olduğunu anlamak için, (ikisinin yukarıya aldığımız) ifadeleri arasındaki çelişki ve farklılıklara bakmak yeterli..
Hayalî pastane görüşmesinin tarihi konusunda BBP’nin şamarını yiyince, “Kaynaklarımdan birine göre tarih 22 Mart’tı, fakat bu tarih elimde patladı. Diğer bir kaynağıma göre ise tarih 10 Mart, diğerleri ise şu tarihleri veriyor” gibi birşey diyemiyor.
Sonradan verdiği tarih 14 ile 23 Mart arası olduğuna göre, hayalî görüşmenin diğer iki katılımcısının böyle bir bilgi vermiş olması gerekiyor.
Ama gerçek aslında farklı..
Tarihi dokuz güne yayarak karşısındakileri, Yazıcıoğlu’nun o günlerde böyle bir görüşme yapmış olamayacağını söyleyemeyecek duruma düşürmeye çalışıyor.
Oysa, böyle bir görüşmenin yapılmış olduğunu iddia ettiğine göre, ispat mükellefiyeti ona düşer. Çünkü esas olan yokluktur, yokluk ispat edilmez, varlık ispat edilir. Mesela insanlar için esas olan suçsuzluktur, suç yokluğudur, ve buna masumiyet karinesi denilir. Bir insan mahkemeye çıktığında ondan suçsuz olduğunu, suçunun olmadığını ispat etmesi istenmez. Onun suçlu olduğunu iddia eden savcı ya da davacıya, suçun varlığını ispat mükellefiyeti teveccüh eder.
Soytarı, hayalî pastane görüşmesi için bir tarih veriyor, o tarih elinde patlıyor, bu sefer doğru dürüst bir tarih bile veremiyor, şu zaman aralığında gerçekleşmiş olabilir diye kafa karıştırıyor.
“Ajan” münafıklığının gereğini yapıyor, yalan söylüyor.
*
“Ajan” gazeteci Emin Pazarcı ile saray tiyatrocusu Ahmet Yenilmez‘in “seri katil Barnabas İncili“ konusundaki açıklamalarının çelişkili olması normal..
İki insanın paranoyasının birbirini tutması beklenmemelidir.
Her insanın paranoyasının kendisine özgü olması, bir başkasınınki ile farklılık göstermesi gayet tabiîdir.
Bu, paranoyanın fıtratında vardır.
Hele bir de ortada pseudo-paranoya varsa, seyreyle sen gümbürtüyü..
*
İmdi, Emin Pazarcı’nın beyanına göre, söz konusu hayalî pastane görüşmesinde Ahmet Yenilmez dışında üç kişi daha varmış.
Bu görüşmeden ilk bahseden kişi Emin Pazarcı..
Takvim gazetesindeki köşesinde 7 Mart 2012 tarihinde bu masalı anlatmış bulunuyor.
Yazıcıoğlu’nun vefatından üç yıl sonra..
Ve söz konusu yazısında, ilgili kişilerle “tek tek” görüştüğünü, “uzun uzun değerlendirmeler” yapmış olduklarını, ve onlardan “sarsıcı bilgiler” almış olduğunu yazmış durumda.
Bunların kimler olduğunu şu ifadeleri ortaya koyuyor:
Hayatını kaybettiği helikopter kazasından 3 gün önce, 22 Mart 2009‘da, önceden tespit ettiği bazı isimlerle Ankara-Balgat‘taki Seda Pastanesi‘nde bir araya geldi. Bu isimlerden ilki Türkiye‘nin yakından tanıdığı ünlü bir oyuncuydu. Diğeri Mamak Cezaevi‘nde birlikte yattığı arkadaşıydı. Üçüncü şahıs da partide görevliydi. Ayrıca, o gün pastanede bu görüşmeye tanık olan bir de iş adamı vardı.
İlginç olan taraf şu: Sonraki süreçte, bunlardan sadece Ahmet Yenilmez‘in medyaya açıklama yaptığını görüyoruz.
Bunun da karşılığını alıyor, parsayı topluyor.. Devlet desteği ve parası ile Sevdam Gözlerinde Kaldı filmini çekiyor. Resepsiyonlarda boy gösteriyor.
Diğerlerinden ses seda yok.. Muhtemelen arkalarında devlet desteği ve parası olmadığı için..
Ses seda olmadığı gibi, içlerinden işadamı olduğu söylenen kişinin ismi ve cismi bile meçhul kalıyor.
Bu işadamının kim olduğu şu ana kadar ortaya çıkmış değil..
*
İşin aslı paranoya olunca devreye başka ilginçliklerin de girmesine şaşırmamak gerekiyor.
Evet, Emin Pazarcı, konuyu gündeme getirdiği ilk yazısında, ilgili kişilerle “tek tek” görüştüğünü, “uzun uzun değerlendirmeler” yapmış olduklarını, ve onlardan “sarsıcı bilgiler” almış olduğunu yazmış bulunuyor.
Ancak, yazılarında verdiği bilgiler, bu ifadesini yalanlıyor.
O “tek tek” görüşmüş olduğu kişilerden birisinin Ahmet Yenilmez olması gerekiyor. Fakat ikisinin ifadeleri birbirini tutmuyor.. Onu geçiyoruz.
İşadamıyla da “tek tek” görüşmüş olamaz, çünkü ismini bile verememiş durumda.
Geriye kaldı iki kişi.. Bunlardan Yakup Demirkale ile de “tek tek” görüşmüş olamaz, çünkü 12 Mart 2012 tarihli yazısında şunları dile getirmiş bulunuyor:
Görüşmede önemli bir başka isim daha vardı. Bugün BBP‘nin Genel Başkan Yardımcılığı koltuğunda oturuyor. O da Yakup Demirkale‘ydi. Savcılığa verdiğim ifadenin ardından kendisi telefonla aradı. O toplantının Barnabas İncili için yapıldığını ve Yazıcıoğlu‘nun sinema filmi projesini doğruladı. Buna karşılık toplantıda geçen diyalogların doğru olmadığını iddia etti.
Sözde, ilgili isimlerle “tek tek” görüşmüş, “uzun uzun değerlendirmeler” yapmıştı.. Onlardan “sarsıcı bilgiler” almıştı..
Bu yazısına göre ise, Yakup Demirkale onu sonradan arıyor, sadece “sinema projesi”ni doğruluyor.
Demek ki, Emin Pazarcı’nın “tek tek” görüşmüş, “uzun uzun değerlendirmeler” yapmış, “sarsıcı bilgiler” almış olduğu kişiler olarak elimizde sadece bir kişi kalıyor: Yazıcıoğlu’nun Mamak Cezaevi‘nde birlikte hapis yattığı arkadaşı.
Adamdaki paranoyanın büyüklüğünü, ihtişamını, görkemini, haşmet ve heybetini fark edebiliyor musunuz?
“İddia sahipleri ile tek tek görüştüm” diyor..
“Uzun uzun değerlendirmeler yaptık” diyor.
“Verdikleri bilgiler, son derece sarsıcıydı” diyor..
Ve “tek tek görüştüğü” iddia sahipleri olarak elde sadece bir kişi kalıyor.
Paranoyanın böylesinin içinden, Russell Crowe’lu “Akıl Oyunları” filminin senaristleri bile çıkamaz.
Görüldüğü gibi, Emin Pazarcı sayesinde paranoya alanında çağdaş uygarlık düzeyini aşıp geçmiş durumdayız.
*
Emin Pazarcı’nın, uçak-ı hümayundan eksik edilmemeyi alnının teriyle hak ettiği anlaşılıyor.
Masa başı gazetecilik ya da masa başı habercilik herkesin yapabileceği birşey.. Paranoya gazeteciliği ya da hayal haberciliği ise daha üstün yetenekler gerektiriyor.
Adamda muhteşem bir hayal gücü, gelişmiş bir palavracılık yeteneği, inandırıcı bir yalan söyleme kabiliyeti, utanmaz bir karakter, kızarmaz bir yüz olması gerekiyor.
Bütün bu özelliklerin tek kişide bulunması biraz zor, fakat Emin Pazarcı zoru başarmış.
Neyse, biz yazdıklarına dönelim.
İfadeleri çerçevesinde “tek tek” görüşmüş olabileceği kişiler sadece “Mamak Cezaevi sakini” haline geliyor.
Ancak, o “tek tek kişi”den aldığı sarsıcı bilgiler ile Ahmet Yenilmez’in beyanları birbiriyle çelişiyor.
Ve sonradan Yakup Demirkale bu paranoya gazeteciliğinin kâşifini arayıp, “Ne Ahmet Yenilmez doğru söylüyor, ne de Muhsin Başkan’ın hapishane arkadaşı; pastanede geçtiği söylenen diyaloglar doğru değil, sadece film projesi doğru” diyor.
Yani, pastane görüşmesinin kahramanlarının üçü de birbirini yalanlıyor.
*
Dedik ya, gerçek tek olur, fakat paranoyalar fıtratları icabı birbirlerinden farklılık gösterirler.
Ancak Emin Pazarcı’nın paranoyasının fıtrat dozu biraz fazla kaçmış, paranoyası resmen “fıttırmış”.
Adam baştan ilgili isimlerle “tek tek” görüştüğünü söylüyor, fakat o “tek tek” görüştüğü isimlerden Yakup Demirkale sonradan bu vatandaşı “ilk kez” arıyor.
Paranoya paranoya olalı böyle zulüm görmüş müdür?
Tamam, dört bir yanı paranoya ile malamat etmişsiniz, fakat tutup bir de bu paranoyaların üstüne tüy mü dikmeniz gerekiyor?
Hadi diyelim ki Emin Pazarcı sadece Mamak sakini ile görüşmüştü, Yakup Demirkale‘nin de o görüşmede bulunduğunu böylece öğrenmiş olması gerekirdi.
Ve BBP yönetimi kamuoyuna açıklama yapıp söz konusu pastane görüşmesinin bir yalan olduğunu söylediğinde, BBP Genel Başkanı Mustafa Destici telefonla arayıp kendisini tekzip ettiğinde Emin efendinin, “Kardeş, yanındaki yardımcınla konuş” diyebilmesi gerekirdi.
Bunu diyemediği gibi, kendisinden o görüşmede (sözde) bulunmuş olan kişilerin ismini istediğinde isim bile veremiyor.
En azından Yakup Demirkale’nin ismini verebilmesi gerekirdi.
Verememesinin nedeni, BBP’den böyle bir tepki beklemedikleri için hazırlıksız yakalanmış olmaları..
Ona bu paranoyayı yazdıranlar henüz ilgili isimleri belirlemedikleri ve kendisine açıklamadıkları için apışıp kalmış..
*
Normalde, ilgili isimlerle tek tek görüştüğünü, uzun uzun değerlendirmeler yaptığını, onlardan sarsıcı bilgiler aldığını söyleyen Emin Pazarcı’nın, bir gazeteci olarak, iddiaların teyidini yapmak için önceden Yakup Demirkale’yi arayıp bilgi almış olması gerekirdi.
Bu, gazeteciliğin temel kurallarından, rutin uygulamalarından biridir.
Olmazsa olmazıdır.
Öyle olmuyor, sonradan Yakup Demirkale bu beyefendiyi arıyor.
Üstelik bu Yakup Demirkale, genel başkan yardımcısı olarak yetkili ve sorumlu mevkide bulunduğu BBP, sözde kendisinin de katılmış olduğu pastane görüşmesini, tarihin uygunsuzluğu yüzünden yalanladığında, ortaya çıkıp, “Hayır, bu görüşme oldu, ben de oradaydım, tarih de şu zamandı. O gün Muhsin Başkan’la önce şöyle haberleşmiş, şurada buluşmuştuk” vs. diyemiyor.
Bu Yakup Demirkale, masada geçen diyalogların doğru olmadığını da iddia etmişmiş.
Burada kim yalan söylüyor?.. Emin Pazarcı’nın diğer kaynak(lar)ı mı, Yakup Demirkale mi?
Bu ifade çerçevesinde iki taraftan birinin yalancı olduğu tescillenmiş bulunuyor. Mevcut durumda her iki taraf da eşit ölçüde “yalancılık şaibesi” altındadır.
Ve, böyle insanların şahitliklerinin beş paralık bile bir değeri olamaz.
*
Koskoca bir ülke halkını küçümsemek, aşağılamak, insan yerine koymamak, onları yalanlarla güdülecek bir sürü yerine koymak işte böyle olur.
Allahu Teala, Firavun ile o devrin Mısır ahalisinin durumunu şöyle tasvir etmektedir:
فَٱسْتَخَفَّ قَوْمَهُۥ فَأَطَاعُوهُ ۚ إِنَّهُمْ كَانُوا۟ قَوْمًا فَٰسِقِينَ
[Festehaffe kavmehu fe atâûh (atâûhu), innehum kânû kavmen fâsikîn (fâsikîne).] (Zuhruf, 43/54)
Merhum M. Hamdi Yazır hoca, bu âyete şöyle meal vermiş:
“Bu suretle kavmını istihfaf etti onlar da ona itaat eylediler çünkü dinden çıkmış fâsık bir kavm idiler.”
İstihfaf etti, yani hafife aldı, küçümsedi.
Ömer Nasuhi Bilmen hocanın verdiği anlam ise şöyle: “Artık kavmine hakaretle baktı. Derken onlar da ona itaat ediverdiler. Şüphe yok ki onlar, fasıklar olan bir kavim olmuş idiler.”
Merhum Hasan Basri Çantay ise şöyle anlam vermiş: “Bu suretle kavmini küçümsedi. Onlar da kendisine itaat etdiler. Hakıykat onlar faasıklar güruhu idi.”
*
İşte, “ajan” gazeteci, “uçak-ı hümayun”un baş tacı Emin Pazarcı ile “devlet destekli ve finansmanlı” saray tiyatrocusu resepsiyonist Ahmet Yenilmez’e bütün bir halkı çocuk yerine koyup masallar anlatma vazifesi veren perde arkasındaki sahtekâr odak(lar)ın durumu da bu.
80 milyon insanı küçümsüyor, hafife alıyor, hor ve hakir görüyor, geri zekâlı muamelesi yapıyorlar.
Özgüvenleri öyle tavan yapmış ki, “tavşanın suyunun suyu” diye bir kova suyu çorba niyetine misafirlerinin önüne koyan Nasrettin Hoca‘nın tutumu bunlarınkinin yanında çok basit ve önemsiz hale geliyor.
Bunlar millete yedirmek için masal uydururken sudan bile tasarruf yapıyorlar, bomboş paslı tenekeyi çorba kâsesi diye ortaya getiriyorlar. Palavralarının içinde ne bir kaşık su, ne bir tutam akıl ve mantık, ne bir avuç gerçeğe uygunluk, ne bir dirhem ciddiyet, ne de bir gram özen ve dikkat var.
Mesele sadece enaniyetlerinin kabarmış, özgüvenlerinin balon gibi şişmiş olması da değil, milletin aptallığına olan inançları olabilecek en yüksek düzeye çıkmış..
“Bu millet, önüne ne koyarsak koyalım yer, özen ve dikkat, düşünce ve zahmet gerekmiyor” diye düşündükleri açık.
Aziz Nesin, bu toplumun yüzde 60’ının aptal olduğunu söylüyordu, bunların ise yüzde 99,9’unun ahmak ve ebleh olduğunu düşündükleri anlaşılıyor.
Milletin yüzde 100’ü için “ahmak, ebleh ve salak” diyecekler de, bu durumda hesaba kendileri de dahil olacağı için tayfalarına bir “zekî topluluk” kontenjanı ayırıyorlar.
*
Biz “Emin ilen Ahmet” paranoya maden yataklarındaki devasa rezervler heba olmasın, ulusal zenginliklerimiz ziyan edilmesin ve atıl kalmasın diye, paranoya damıtma ve ayrıştırma işlemine devam edelim.
Emin Pazarcı’ya göre, hayalî pastane görüşmesinde Ahmet Yenilmez dışında üç kişi daha vardı.
Ahmet Yenilmez’e göre ise, kendisi dışında dört kişi daha bulunuyordu.
Anlaşılıyor ki Ahmet Yenilmez’in paranoyası Emin’inkinden de büyük ve haşmetli.
Saray tiyatrocusu şunu da söylüyor: “Ama o Başkanla (Yazıcıoğlu) olan görüşmede olup da bunu inkar edenler var.”
İmdi, Emin Pazarcı’nın “dört” kişisinden üçü (saray tiyatrocusu Ahmet Yenilmez, BBP Genel Başkan Yardımcısı Yakup Demirkale ve Mamak Cezaevi sakinlerinden Ramazan Akgün) gidip Malatya Özel Yetkili Savcılığı’na ifade vermiş durumda.
Burada eksik olan, işadamı olduğu söylenen kişi..
Demek ki, Ahmet Yenilmez’in paranoyası çerçevesinde söz konusu işadamı (ki şimdiye kadar ismi açıklanabilmiş değil), böyle bir görüşmenin varlığını reddediyor.
Ancak, Emin’in paranoyasından farklı olarak Ahmet’in paranoyasında inkâr edenlerin sayısı iki.. Biri işadamı, diğerinin ne olduğu ise meçhul.. Tek bildiğimiz, Ahmet’in paranoyası çerçevesinde, işadamı gibi, pastane görüşmesinin varlığını inkâr ediyor olması.
*
Ancak, Emin’in paranoyası çerçevesinde söz konusu işadamının inkârcı olmaması gerekiyor.
Çünkü, bu “seri katil Barnabas İncili“ masalını ilk gündeme getiren kişi olan başparanoyak Emin efendi hazretleri, konuyla ilgili ilk yazısında şöyle demişti:
Hayatını kaybettiği helikopter kazasından 3 gün önce, 22 Mart 2009‘da, önceden tespit ettiği bazı isimlerle Ankara-Balgat‘taki Seda Pastanesi‘nde bir araya geldi. Bu isimlerden ilki Türkiye‘nin yakından tanıdığı ünlü bir oyuncuydu. Diğeri Mamak Cezaevi‘nde birlikte yattığı arkadaşıydı. Üçüncü şahıs da partide görevliydi. Ayrıca, o gün pastanede bu görüşmeye tanık olan bir de iş adamı vardı….
Şimdi, o gün Seda Pastanesi‘nde Yazıcıoğlu ile bu dev projeyi konuşanlar, son dönemde bazı yaşadıklarını da birleştirerek, önemli bir iddiada bulunuyorlar. 25 Mart 2009‘daki helikopter kazasını, Barnabas İncili ile irtibatlandırıyorlar.
Kim mi onlar? İsimleri bizde saklı. Ancak, hepsi konuşmaya ve ellerindeki bilgileri paylaşmaya hazır. Kazayı soruşturan Özel Yetkili Cumhuriyet Savcılığı isterse hemen verebiliriz.
Hepsi konuşmaya ve ellerindeki bilgileri paylaşmaya hazır olduğuna göre, işadamı da hazır demektir.
Ancak, sonraki süreçte işadamından ses seda çıkmıyor.
Ahmet Yenilmez, Yakup Demirkale ve Ramazan Akgün gidip ifade veriyorlar. Emin Pazarcı’nın bizzat kendisi de..
Nitekim, başparanoyak Emin Efendi, 12 Mart 2012 tarihli yazısında “Geçtiğimiz cuma günü, davet üzerine Özel Yetkili Cumhuriyet Savcılığı‘na giderek, benden istenen isimleri verdim“ demiş bulunuyor.
Verdiyse, işadamının da kimliğinin açığa çıkması ve Savcılığa davet edilip ifadesinin alınmış olması gerekirdi.
*
Ancak, ilgili haberleri taradığımızda, böyle bir işadamının ifade vermesinin söz konusu olmadığını öğreniyoruz.
Zaten, Ahmet Yenilmez’e göre, o hayalî pastane görüşmesinde bulunup da inkâr edenler var.
Savcılık makamının yürüttüğü normal bir soruşturmada, inkâr edenlerin de ifadelerinin mutlaka alınması gerekir.
Bu olayda ise, alınmamış olduğunu görüyoruz.
*
Ahmet Yenilmez’in paranoyası çerçevesinde düşünürsek, (Emin efendi başparanoyak olduğuna göre buna da kılkuyruk paranoyak demek uygun düşebilir), beş kişinin konuyu merhum Yazıcıoğlu ile görüşmüş olduğu iddia ediliyor ve bunlardan ikisi böyle bir toplantının varlığını inkâr ediyor.
Diyelim ki böyle bir pastane görüşmesi oldu, siz de oradaydınız, ve orada bulunan kişilerden ikisi sonradan bunu inkâr ettiler.
Ne düşünürsünüz?.. Ve ne yaparsınız?..
Elbette öncelikle, “Bu adamlar bu görüşmeyi neden inkâr ediyorlar?” diye sorarsınız.
İmdi, siz böyle bir toplantı yapıyorsanız, ve bu toplantıdan (başparanoyak Emin‘in paranoyasına göre) üç gün, veya (kılkuyruk paranoyak tiyatrocunun paranoyasına göre) 15 gün sonra Muhsin Yazıcıoğlu vefat ediyorsa, ve siz bu ölümü söz konusu toplantıya bağlıyorsanız, o toplantının varlığını inkâr eden o iki kişinin, Yazıcıoğlu’nun projesini, onun katillerine haber vermiş olabileceklerini hesaba katmanız gerekir.
Öyle ya, bu kadar açık bir yalanı söyleyebilen, yapılmış bir toplantıyı hiç olmamış gibi gösterebilen hain ve namert alçaklardan herşey beklenir.
*
Başparanoyak Emin‘in paranoyasına göre, söz konusu pastane toplantısında gündeme gelen proje öyle gizem ve esrarengizlik deposu bir sırdı ki, o beş kişi dışında kimse bilmiyordu.
Çünkü, söz konusu iddiayı ilk kez gündeme getiren başparanoyak Emin’i Büyük Birlik Partisi (BBP) yönetimi şu ifadelerle yalanlamıştı:
Ayrıca, Sayın Pazarcı’nın iddiasında yer alan böyle bir ‘Buluşma’ böyle önemli bir konu başka bir tarihte de yapılmış olsa dahi BBP’nin, o günkü yöneticileri tarafından bilinmemektedir. Olmuş ise de merhum genel başkan tarafından dillendirilmemiştir.
Şehadet sebebi olarak ifade edilen böyle bir konunun gündeme 3 yıl sonra getirilmiş olması da dikkat çekicidir.
Kamuoyunun bilmesi gereken şu ki: Metin’de yer alan ve 5–6 milyon dolarlık bir bütçeye havi olacak “SİNEMA FİLMİ” projesi, şehit lider tarafından; yol arkadaşları olan ve resmen hizmeti birlikte yaptıkları tarafından doğal olarak bilinmesi gerekirdi.
Başparanoyak Emin ise, bu makul, “hayatın olağan/doğal akışı”na uygun itiraza şöyle bir arsızlık ve şirretlik şahikası demagoji ile cevap vermişti:
BBP yöneticileri, böyle bir görüşmeden kendilerinin haberdar olmadıklarını belirtiyorlar.
Ne biçim ifade bu? Rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu‘nun yaptığı her görüşmeyi sizlere rapor etmek gibi bir misyonu mu vardı?
Yazıcıoğlu, sizin lideriniz miydi, yoksa memurunuz mu?
Evet, Yazıcıoğlu’nun Hristiyan dünyasını alt üst edecek, çanına ot tıkayacak muhteşem projesinden kimsenin haberi yoktu, sadece beş kişiye bir pastane toplantısında söz etmişti, ve bunun ardından da hemen ortadan kaldırılmış, öldürülmüştü..
Başparanoyak Emin ile kılkuyruk paranoyak Ahmet’in paranoyalarına göre, ölümünün nedeni, Yazıcıoğlu’nun bu pastanede gündeme getirmiş olduğu Barnabas İncili projesi idi..
Ve bu projeden, o beş kişi dışında kimsenin haberi yoktu.. Varlığından Yazıcıoğlu’nun en yakın arkadaşları bile, o pastanede bulunmuş olan kişilerin verdiği bilgileri yazan başparanoyak Emin sayesinde haberdar olabilmişlerdi.
Hem de, ölüm hadisesinden üç yıl sonra..
Ve ardından, Malatya Özel Yetkili Savcılığı, Yazıcıoğlu kazasını soruştururken bu beş kişiden ikisi su koyveriyor, toplantının varlığını inkâr ediyorlardı.
*
Bütün bunlardan çıkan mantıkî sonuç, söz konusu iki inkârcı kişinin (ki birisi işadamı), Yazıcıoğlu cinayetinin “makul şüpheli” işbirlikçileri olmasıdır.
İnkâr ettiklerine göre, ortada iki ihtimal vardır:
Birincisi, bildiklerini açıklamamaları için Vatikan’cılar tarafından tehdit ediliyor olmalarıdır. Bu durumda, Yazıcıoğlu gibi öldürülme korkusuyla yalan beyanda bulunduklarını düşünmek gerekir.
İkinci ihtimal, Vatikan’ın haber kaynağı işbirlikçisi olarak cinayet kararının alınmasında etkin rol almış bulunmaları yetmiyormuş gibi, olayı örtbas etmek için yalana başvuruyor olmalarıdır.
Vatikan’cılar tarafından tehdit ediliyor olsalardı aynı şeyin Ahmet Yenilmez, Yakup Demirkale ve Ramazan Akgün için de geçerli olması gerekirdi.
Fakat onlar böyle bir tehditten söz etmiş değiller.
O halde geriye ikinci ihtimal kalıyor. O iki kişinin Vatikan’cı canilerin haber kaynağı ve işbirlikçisi olmaları.
*
Bu durumda başparanoyak Emin efendinin BBP’liler ile demagoji yaparak alay etmek yerine ivedilikle o iki kişinin (veya kendi paranoyası çerçevesinde tek kişinin, işadamının) kimliğini açıklaması gerekir.
Fakat, bu konuyu gündeme getirmesinin üzerinden yedi yılı aşkın bir zaman geçmiş olduğu halde bu isme yazılarında yer vermedi.
Aynı şekilde Ahmet Yenilmez’in de o alçak “inkârcılar”ı deşifre etmesi, Yazıcıoğlu’nun kanının yerde kalmaması için elinden geleni yapması gerekirdi.
Fakat o, bunu yapmak yerine, sevdalı filmler çevirip devletin parasını afiyetle çatır çutur yedi, keyfine baktı, resepsiyonlarda neşeli pozlar verdi.
Dahası, Türkiye Cumhuriyeti Devleti savcılıkları, uçak-ı hümayunun baş tacı yandaş gazeteci Emin Pazarcı ile “devlet destekli ve finansmanlı” resepsiyonist saray tiyatrocusu Ahmet Yenilmez’in açıklamalarını ciddiye almalı, o inkârcı kişilerin üzerine gitmeli, onlardan hesap sormalıydı.
Bunu da göremedik.
Muhsin Yazıcıoğlu gibi bir siyasetçi Barnabas İncili yüzünden Vatikan’cılar tarafından öldürülecek ve bunda parmağı olması muhtemel iki kişi, yapılmış bir toplantının varlığını inkâr ederek hiçbir şey olmamış gibi yollarına devam edecekler..
Böyle birşey olabilir mi?..
Buna savcılıklar da, Emin Pazarcı ve Ahmet Yenilmez de göz yummamalıydı..
Savcılıklara düşen, o inkârcı kişileri alıp sorgulamaktı.. Emin Pazarcı ile Ahmet Yenilmez’e düşen ise, onların isimlerini vererek kamuoyunu aydınlatmalarıydı.
*
Bunların yapılmamış olmasının akla getireceği tek makul sonuç şudur:
Gerçekte, sözü edilen türden “inkârcı” iki kişi mevcut değildir.
Tıpkı pastane görüşmesi gibi hayalî figür durumundadırlar.
Bunun ardından akla gelecek soru ise şudur:
Neden “ajan” gazeteci, “uçak-ı hümayun”un baş tacı yandaş Emin Pazarcı ile “devlet destekli” resepsiyonist tiyatrocu bu tür masallar anlatıyorlar?
Ve neden böyle bir masal devlet desteği ve parası ile film yapılıp revaçta tutulmaya çalışılıyor, devlet televizyonunda gösteriliyor?
Üstelik Anadolu Ajansı gibi bir devlet kuruluşu bu filmin beleş reklamını yapıyor?
*
Şimdiye kadar yazdıklarımızdan şu kesin olarak açığa çıkmış bulunmaktadır:
Merhum Muhsin Yazıcıoğlu’nun Barnabas İncili‘ni konu edindiği bir pastane toplantısı kesinlikle yaşanmamıştır.
Bu toplantının tarihi, yeri ve katılımcıları konusunda söylenenler, birbirini tutmayan çelişkili laflar durumundadır.
Üstelik, o günlerde Muhsin Yazıcıoğlu ile birlikte bulunan korumaları ve onunla birlikte seçim çalışmaları yapan arkadaşları tarafından verilen bilgiler, söz konusu iddiayı çürütmektedir.
Ayrıca, Yazıcıoğlu’nun o günlerde medyaya yansımış olan programı ve miting bilgileri de iddiaları çürütmektedir.
Kısacası, Emin Pazarcı ve Ahmet Yenilmez başta olmak üzere bu konuda tiyatroculuk yapıp rol kesenler yalan söyleyip kamuoyunu yanıltmış bulunmaktadırlar.
Malatya Özel Yetkili Savcılığı‘na ifade vermeleri de, daha önce soruşturma kapsamında ortaya çıkmış olan 85 klasörlük bilgilerin değersizleştirilmesi dışında bir işlev görmemiştir.
*
Emin Pazarcı, Muhsin Yazıcıoğlu’nun Barnabas İncili‘ne olan ilgisini ortaya koyan pastane toplantısını ilk kez kendisinin gündeme getirdiğini yazmıştı.
O ilk yazısının tarihi de biliniyor: 7 Mart 2012..
Bu hayalî toplantı bahane edilerek sadece Muhsin Yazıcıoğlu değil, Turgut Özal, Abdullah Çatlı ve Prof. Dr. Mahmud Esad Coşan hocanın ölümleri de Barnabas İncili ile ilişkilendirildi.
Sözde, o uydurma pastane toplantısında Muhsin Yazıcıoğlu, Esad Efendi’nin Barnabas İncili‘ne olan ilgisini açıklamış bulunuyordu.
Ahmet Yenilmez üçkâğıtçı soytarısının ifadesine ve Emin Pazarcı “ajan” gazetecisinin yazdıklarına göre, Yazıcıoğlu böyle konuşmuştu.
Böylece, o zamana kadar hiç kimsenin bilmediği, haberdar olmadığı birşey daha açığa çıkmış oluyordu: Esad Efendi‘nin sadece (artık ölmüş olan) Muhsin Yazıcıoğlu tarafından bilinen Barnabas İncili merakı, onun 28 Şubatçılar yüzünden gitmiş olduğu Avustralya’da öldürülmesine yol açmıştı.
*
Ancak, Emin Pazarcı ile Ahmet Yenilmez iddialarını bu noktada da bırakmamışlardı.
Sadece Esad Efendi’nin değil, Turgut Özal ile Abdullah Çatlı‘nın da Barnabas İncili‘ni takıntı yapmış oldukları için öldürüldüklerini öne sürdüler.
Turgut Özal’ın Barnabas İncili‘ne olan ilgisinden o güne kadar (en yakınları da dahil) kimsenin haberi olmamıştı, fakat acar “ajan” gazeteci Emin Pazarcı bunu ortaya çıkarma başarısını göstermişti.
Emin Pazarcı, Turgut Özal’ın Dr. Hamza Hocagil ile bu konuda temas kurmuş olduğunu söylüyordu, fakat Hocagil konuyla ilgili açıklamalarında kendisiyle temas kuranların sadece Genelkurmay Özel Harp Dairesi’nden iki general olduğunu ifade etmekteydi.
Hamza Hocagil‘in, kendisinin Özal ile bu konuda temasta olduğundan haberi yoktu, fakat Emin Pazarcı’nın vardı.
Aynı şekilde, Abdullah Çatlı‘nın Barnabas İncili merakından da, Emin Pazarcı ile Ahmet Yenilmez konuyu gündeme getirene kadar hiç kimsenin haberi olmamıştı.
Zararı yoktu, geç olsun da güç olmasındı, iki “yerli ve milli” isim, bir “ajan” gazeteci ile “devlet destekli” saray tiyatrocusu, dört ölümün ardındaki sırrı nihayet açığa çıkarmış bulunuyorlardı.
Bütün bunlar, söz konusu hayalî pastane görüşmesinin bereketiydi.
*
Evet, pastane görüşmesinin bir uydurma olduğunu kesin olarak biliyoruz.
Bu konuyla ilgili söylenebilecek daha pekçok şey var.. Emin Pazarcı’nın yazılarında ve Ahmet Yenilmez’in beyanlarındaki tutarsızlık, çelişki ve “açık”lar, şu ana kadar yazdıklarımızla sınırlı değil.
Ancak, konuya devam edersek, kitap hacminde bir çalışma yapmış olacağız; gerek yok.
Şu ana kadar yazdıklarımız, pastane görüşmesinin acemice bir yalan ve uydurma olduğunu, inkâra mecal bırakmayacak şekilde ispatlamış bulunmaktadır.
Emin Pazarcı ile Ahmet Yenilmez’in bir algı operasyonunda rol almış yalancılar olduğunu kesin olarak biliyoruz.
Bilmediğimiz ise şu: Neden bu yalanı ortaya atmış olan Emin Pazarcı gibi bir gazeteci el üstünde tutulmakta, Cumhurbaşkanı’nın uçağında sürekli yer bulmakta, baş tacı edilmektedir?
Ve neden Ahmet Yenilmez‘in bir yalandan ibaret olan “seri katil Barnabas İncili” iddiası Kültür Bakanlığı’nın maddî desteğiyle sinema filmine dönüştürülmüş, Anadolu Ajansı tarafından bu filmin reklamı yapılmış, ve devlet televizyonu o filmi yayınlamayı vazife bilmiştir?
*
Bu soruların cevabını verme konumunda olan biz değiliz, Emin Pazarcı ile Ahmet Yenilmez’i ödüllendirenler bu soruların muhatabıdır.
Onlar, böylesi bir yalanı niçin ödüllendirdiklerini açıklamak zorundadırlar.
Er geç açıklamak zorunda kalacaklardır..
Peki ama, ne zaman?..
Ne zaman?… Ne zaman?… Ne zaman?..
2. Yıldızlar, bulanıp söndüğü zaman,
4. Gebe develer salıverildiği zaman.
5. Yabanî tüm canlılar toplandığı zaman,
6. Denizler kaynatıldığı zaman,
7. Ruhlar (bedenlerle) eşleştirildiği zaman.
8, 9. Diri diri gömülen kız çocuğunun, hangi günahtan ötürü öldürüldüğü sorulduğu zaman,
10. Amel defterleri açıldığı zaman,
11. Gökyüzü sıyrılıp koparıldığı zaman,
12. Cehennem alevlendirildiği zaman,
13. Cennet yaklaştırıldığı zaman,
14. Herkes önceden hazırlayıp getirdiği şeyleri bilecektir.
(81-Tekvir Suresi)
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.