ÖLDÜRÜLEN KAYMAKAM’IN AĞABEYİNİN “PARANOYA”SI:

Muhammed Fatih SAFİTÜRK [TAZİYE] - MÜMDER

Derik Kaymakamı Muhammet Fatih Safitürk şehit oldu haberi- Son ...

Şehit Kaymakam Muhammet Fatih Safitürk'ün ailesiyle çok özel ...

Şehit Kaymakam Muhammed Fatih Safitürk'ün kabrine ziyaret - Haber ...

Şehit kaymakam Muhammed Fatih Safitürk son yolculuğuna uğurlandı ...

Şehit Kaymakam Muhammed Fatih Safitürk'e veda - Bedir HaberBedir Haber

Şehit Kaymakam Muhammet Fatih Safitürk'ün eşinin paylaşımı yürek ...

muhammed fatih safitürk #1246026 - uludağ sözlük galeri

 

FETÖ İMAMININ KAYMAKAM’LA “İLK TEMAS”TAN SÖZ ETMESİNDEN ANLAŞILIYOR Kİ, KAYMAKAM’IN DAHA ÖNCE FETHULLAHÇILARLA BİR BAĞLANTISI YOK..

ONA TUTUP BYLOCK YÜKLÜ TABLET HEDİYE ETMİŞ (TABİÎ 15 TEMMUZ FİLAN ÖNCESİ.. FETÖ’CÜLER ÇOK YAPIŞKAN ADAMLARDI, KAPIDAN KOVSANIZ BACADAN GİREN TÜRDEN).. KAYMAKAM MUHTEMELEN BUNU BİLGİSAYAR PROGRAMLARINDAN BİR PROGRAM ZANNETMİŞTİR..

VE BU FETÖ İMAMI ONU KAHVALTIYA DA DAVET ETMİŞ, KAYMAKAM DA EŞİYLE GİTMİŞ.. MUHTEMELEN, “HADÎS-İ ŞERÎFE GÖRE MÜSLÜMANIN MÜSLÜMAN ÜZERİNDEKİ BEŞ HAKKINDAN BİRİ, DAVETİNE İCABETTİR, GİTMEZSEK AYIP OLUR” DİYE DÜŞÜNMÜŞTÜR.. (HER SAKALLIYI DEDEN SANMADIĞIN, BÖYLESİ DAVETLERE SICAK BAKMADIĞIN, ŞÜPHEYLE KARŞILADIĞIN ZAMAN DA SANA “PARANOYAK, ASOSYAL” VS. DEMEKTEN GERİ KALMAZLAR.. HELE DE MİT’İN ELEMANLARI.. DAVET ETMEYİ DE, KENDİLERİNİ DAVET ETTİRİP ZİYARET ETMEYİ DE ÇOK İYİ BİLİRLER)

15 TEMMUZ’DAN SONRA FETÖ’CÜ OLDUĞU BİLİNEN PEKÇOK KİŞİ TUTUKLANDIĞI HALDE KAYMAKAM GÖREVİNDE KALMIŞ.. DEMEK Kİ, FETÖ’CÜ DİYE TANINMIYOR.. BAŞKA CEMAATLERDEN KİŞİLERLE SAMİMİYETİ BELKİ DAHA FAZLAYDI..

ANCAK, KAYMAKAM’IN AĞABEYİNİN, KAYMAKAM’IN ÖLÜMÜNE SEBEP OLMAKLA SUÇLADIĞI EMNİYETÇİ, FETÖ’CÜ DİYE TANINIYORMUŞ..

VE BU EMNİYETÇİ HAKKINDA GEREKLİ TAHKİKAT YAPILMAMIŞ..

BU DURUMDA, “PARANOYAK” BİRİLERİ, SÖZ KONUSU EMNİYETÇİNİN AYNI ZAMANDA MİT’E VS. ÇALIŞAN BİRİ OLDUĞUNU DÜŞÜNEBİLİRLER..

BU ŞAHSIN MAHKEMEDE “KAYMAKAM ÖLDÜRÜLMEYİ HAKETTİ” DİYEBİLMESİ, TEK BAŞINA ÇOK ŞEY ANLATIYOR..

ADAMDAKİ BU ÖZGÜVEN, “BEN İSTEDİĞİMİ SÖYLERİM, KİMSE BANA DOKUNAMAZ” HAVASI, “BENDEN HESAP SORULAMAZ.. KİMİN ÖLÜMÜ HAKETTİĞİNE BİLE KARAR VERECEK MEVKİDEYİM” DAYILANMASI (MODA TABİRLE) İNSANIN KANINI DONDURUYOR..

ANCAK, YAŞADIĞIMIZ TÜRKİYE’DE BUNLAR NORMAL..

ÖYLE Kİ, ÖLEN KAYMAKAM’IN YASLI AĞABEYİ PARANOYAK MUAMELESİ GÖRÜR..

FAKAT O “MAHKEMEDEKİ KABADAYI”YA KİMSE, “LAN SEN MANYAK MISIN, BU NASIL PARANOYA, BU NASIL HADDİNİ BİLMEZLİK!” DEMEZ..

“KAYMAKAM ÖLDÜRÜLMEYİ HAK EDECEK NE YAPMIŞ? ÖLDÜRÜLMEYİ HAK ETMİŞ OLSA BİLE, ÖNCE YARGILANMASI VE BUNUN İSPATLANMASI GEREKİR, BUNA SENİN GİBİ HAYDUTLAR MI KARAR VERECEK?” DİYE KİMSE SORMAZ..

(Kİ APO’YU BİLE ASMAYIP BEŞ YILDIZLI HAPİSHANEDE BESLEYEN TÜRKİYE’NİN CEZA YASASINDA İDAM CEZASI BULUNMUYOR.. ANCAAAK, “FAİLİ MEÇHUL” MAKAMINDAN “İDAM CEZASI YOK, İNFAZ VAR” TÜRKÜSÜ SÖYLENİYOR MU, SÖYLENMİYOR MU SORUSUNU, BİR MAHKEMEDE “KAYMAKAM ÖLDÜRÜLMEYİ HAKETTİ” DENİLEBİLİYORSA, MUTLAKA SORMAK GEREKİR)

*

Öldürülen Derik Kaymakamı’nın ağabeyi: Kardeşim hastanede kasten öldürüldü

 

Gün geçtikçe gündemden düşürülen dosyadaki birçok konu aydınlatılmayı beklerken yaşamını yitiren Kaymakamın ağabeyi sosyal medya hesabından çarpıcı açıklamalarda bulundu.


Nalin ÖZTEKİN


ARTI GERÇEK – Mardin’in Derik ilçesinde bombalı saldırı sonucu yaşamını yitiren Kaymakam Muhammed Fatih Safitürk‘ün ağabeyi Ali Haydar Safitürk çarpıcı açıklamalarda bulundu. Ağabey Safitürk kardeşinin patlamada değil hastanede kasten öldürüldüğünü ve kaymakamın odasına bombanın dönemin Emniyet Amiri Mustafa Hakan Kutluay tarafından konulduğunu iddia etti.

İçişleri Bakanlığı tarafından 11 Eylül 2016 tarihinde Mardin’in Derik Belediyesi’ne kayyum olarak atanan İlçe Kaymakamı Muhammed Fatih Safitürk, 10 Kasım 2016’da makamına konulan bombanın patlaması sonucu yaralanmıştı. Safitürk, yaralandıktan bir gün sonra tedavi gördüğü Gaziantep Ersin Arslan Araştırma ve Uygulama Hastanesi’nde yaşamını yitirmişti. Safitürk’ün yaşamını yitirmesine ilişkin 71 kişi gözaltına alınmış ve bunlardan 15’i tutuklanmıştı. Olaya ilişkin yargılama sürecinin sonunda dönemin Kaymakamlık yazı işleri şefi Şerif Mesutoğlu hakkında 2 kez ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verildi.

DOSYADAKİ SORU İŞARETLERİ ARAŞTIRILMADI

Olaya ilişkin yargılama sürecinde sahte tanıklar, usülsüzlükler, tehdit altında alınan ifadeler ve karartılan deliller dikkat çekti. Sağlık Bakanlığı yaptığı açıklamayla, saldırı saatini 12.07 olarak duyurdu ve ilk ambulansın 3 dakika sonra olay yerine ulaştığını açıkladı. Söz konusu olayı üstlenen YPS (Sivil Savunma Birlikleri), saldırıyı 00.30’da yaptığını açıklarken, resmi kaynaklar olayın 12.07’de yaşandığını belirtti. Ancak, gündeme getirilmeyen saat farkı birçok soru işareti gibi dosyada yer almadı.

“OLAYIN BAŞ FAİLİNİ YARGILATAMIYORUZ”

Gün geçtikçe gündemden düşürülen dosyadaki birçok konu aydınlatılmayı beklerken yaşamını yitiren Kaymakamın ağabeyi sosyal medya hesabından çarpıcı açıklamalarda bulundu. Ali Haydar Safitürk kardeşinin ölümüne ilişkin yaptığı paylaşımlarda “Tüm araştırmalarımda ve elimizdeki resmi belgelerde olayın faili o gün herkes tarafından FETÖ’cü olduğu söylenen ve iddia edilen Mustafa Hakan Kutluay’dır. Bu zatı bir türlü yargılatamıyoruz binbir çeşit ödülle ödüllendiriliyor. Son duruşmada SEGBİS ile bağlanarak “Kaymakam öldürülmeyi haketti” dedi” ifadelerini kullandı. Kendisi için “Biliyorum beni de öldürecekler” diyen ağabey Safitürk paylaşımında “Kaymakam saldırıda ölmeyecekti, hastanede kasten öldürdüler” ifadelerine de yer verdi.

HASTANEDE TIBBİ MÜDAHALEYİ KİM ENGELLEDİ?

Ali Haydar Safitürk’ün yargılama süreci devam ederken Mardin Ağır Ceza Mahkemesi Başkanlığı’na gönderdiği dilekçede çarpıcı ifadeler yer almıştı. Ağabey Safitürk’ün, Sakarya Cumhuriyet Başsavcılığı aracılığıyla mahkemeye gönderdiği dilekçede birçok şüpheli duruma dikkat çekmiş savcının davaya samimiyetsiz yaklaştığını belirtmişti. Ağabey Safitürk, kardeşinin patlamada değil hastanede kasıtlı olarak öldürüldüğüne ilişkin iddiaları geçtiğimiz sene dilekçesinde şu sözlerle ortaya koymuştu.

“Patlama anından hemen sonra ağır yaralı olan kaymakama yapılan müdahalelerde emniyet amirinin etkisinin ne kadar olduğunun görgü tanıklarından öğrenilmesini talep ediyorum. Çünkü olayın görgü tanıkları amirin müdahaleyi geciktirici hal ve tavırlarından bahsetmektedirler. Yaralı Kaymakamı Derik Devlet Hastanesine amirin (Mustafa Hakan Kutluay) götürdüğü ve uzun bir süre, yaklaşık yarım saat hastanede hiç bir müdahale ettirmeden beklettiği tüm görgü tanıklarının ortak beyanıdır. Emniyet amirinin bu tutumunun sorgulanmasını, sağlık personeline hiç bir müdahale yaptırmadan hastaneden Kızıltepe Hastanesine gönderilmek üzere, tekrar ambulansa koyma kararını kim vermiştir? Kızıltepe Hastanesine götürülürken ambulansa yol açma konusunda neden emniyetin tedbir almadığını, ambulansın yardım istemesine rağmen amirin neden yardımcı olmadığı, Kızıltepe Hastanesine gönderilen kaymakamın hangi saatte hastaneye girdiği, kendisine hastanede yapılan tüm müdahalelerin neler olduğu, yapılması gereken işlemlerin neden yapılmadığı, neden kaymakamın Kızıltepe Hastanesinden, Antep’te sıradan bir devlet hastanesine gönderildiği, neden ambulans helikoptere bindirilip beyin kanamasına sebep olunduğu gibi tüm sağlık ile alakalı alınan kararların kim tarafından verildiğinin ve karara verilirken sağlık personeline bürokrasiden kimlerin baskı yaptığının araştırılmasını talep ediyorum”

YOĞUN BAKIM ÜNİTESİNE GİREN ŞÜPHELİ KİM?

Öte yandan ağabey Safitürk kardeşinin yoğun bakımda tedaviye alındığı zaman kimliği belirsiz şüpheli bir şahsın farklı zamanlarda yoğun bakım ünitesine giriş çıkış yaptığına da dikkat çekmişti.

“Yaralı kaymakam Antep’te yoğun bakımda yatarken Antep Emniyeti kayıtlarına göre bir şüpheli şahıs tarafından iki kez farklı zamanda kaymakamı kontrol eden şüpheli şahsın kimlik bilgilerinin araştırılması, bu şahsın soruşturulmasını istemeyen şahsın kim olduğunun araştırılmasını ve bu şahsın ifadesinin alınmasını talep ediyorum.”

CEMAAT İMAMINDAN SAFİTÜRK BEYANI

Safitürk’ün ölümüne ilişkin gündeme getirilmeyen konulardan bir diğeri ise Gülen Cemaati’ne dönük soruşturmada Safitürk’e ilişkin yer alan ifadeler. “FETÖ Mülki İdare Yapılanması” kapsamında Mardin’den Gaziantep Cumhuriyet Başsavcılığı’na devredilen iki ayrı soruşturmanın davaları görülüyor. “FETÖ İmamı” olarak dosyada yer alan Ali Yağmur’un Safitürk’e ilişkin beyanları ise şu şekilde:

“Derik Kaymakamı Muhammed Fatih Safitürk ile ilk temas Derik Kaymakamlık konutunda Melih kod isimli Bora Şerbetçi ile yaptık. Kendisine Bylock yüklü tableti verdim. Nasıl kullanacağını anlattım. Daha sonra Bylock üzerinden görüşmeye başladık. Benim eve gidiyorduk. Rutin cemaat sohbetlerinden sonra kendisini muhakkak Mova Park AVM’ye bırakıyordum. Bu şahısla görüştüğüm tüm zaman boyunca eşiyle birlikte kendisini kahvaltı için davet etmiştim. Eşi ile birlikte bu davetime katılmışlardır.”

Tüm bu ifadelere karşı, Safitürk’ün eşi Ayşegül Safitürk’ün sessizliği dikkat çeken konuların başında geliyor.

“CANSIZ BEDENİM SUÇSUZLUĞUMUN İSPATIDIR”

Olaya ilişkin soru işaretleri ve aydınlatılmayı bekleyen şüpheli durumlar açıklanmasına rağmen bu konular hakkında adli makamlar tarafından işlem yapılmadı. Olayın faili olarak kamuoyuna yansıtılan ve hakkında hapis cezası verilen Şerif Mesutoğlu kendisine kumpas kurulduğunu iddia ederek 16 Nisan 2018 tarihinde görülen duruşmada “Ben ne yapsam da beni dinlemiyorsunuz dosyayı benim üzerimden kapatmak istiyorsunuz. Cansız bedenim suçsuzluğumun ispatıdır” sözleriyle SEGBİS bağlantısında mahkeme heyeti ve ailesinin önünde kendisini ateşe verdi. 3 ay’ı aşkın devam eden tedavi sürecinin ardından cezaevine geri götürülen Mesutoğlu, adil yargılanma talebiyle 229 gün açlık grevi eylemi gerçekleştirdi.

 

(https://artigercek.com/haberler/oldurulen-derik-kaymakami-nin-agabeyi-kardesim-hastanede-kasten-olduruldu)

ŞİRK

 

Câsiye 18: Ya Allah`ın Nizâmına Tâbi Olunur, Yahut Tağutların ...

 

Aişe r. a.’den… Dedi ki:

Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu: “Ümmetimde şirk, karanlık gecede tepeciğin üzerinde (siyah) karıncanın yürümesinden daha gizlidir. En aşağı derecesi, zulmün azıcık birşeyine dahi sevgi göstermen veya adaletin azıcık birşeyine de buğz etmendir. Din, Allah için sevmek ve Allah için buğz etmekten başka birşey midir?! Allahu Teala buyurdu ki: ‘(Ey Muhammed) de ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız [dininiz/imanınız varsa] bana tabi olunuz ki [getirdiğim Şeriat hükümlerine ve sünnetime tabi olunuz ki], Allah da sizi sevsin’.

(İmam Suyûtî, Câmiü’s-Sağîr, C. 3, İstanbul: Yeni Asya Neşriyat, 2002, s. 1112-3.)

MİT’İN PERFORMANS VE BAŞARI GRAFİĞİNDEKİ İNANILMAZ ZİKZAKLAR..

MİT darbeyi önledi! BAE yeni bir plan hazırladı: 13 Haziran'a dikkat

MİT Tunnusda darbeyi önledi, BAE yeni bir plan hazırladı - YouTube

MİT, Tunus'ta BAE darbesini önledi

Habervitrini.com | Tunus da BAE darbesini MİT önledi Şimdi sokağı ...

MİT Tunus'ta darbeyi önledi! Yeni tarih 13 Haziran - Yeni Akit

Sesli Makale - Haber -MİT tespit etti, Erdoğan uyardı, kanlı darbe ...

Gurbetçi - Tunus'ta darbe hazırlığı var. Bazı girişimler... | Facebook

Arap dünyası bunu Konuşuyor, Mit, Tunussa BAE darbesini son anda ...

MİT'in yeni binası 'KALE' hizmete açılıyor - GENEL - Diyanet'in En ...

 

BİR BAKIYORSUN BAŞARI HİMALAYASININ BULUTLU ZİRVESİNDE: IRAK’TA KILCAL DAMARLARA KADAR SIZIYOR, ORTADOĞU’DA ONDAN HABERSİZ YAPRAK KIMILDAMIYOR..

BİR BAKIYORSUN DÜNYADAN HABERSİZLİĞİN GÜN IŞIĞI GÖRMEYEN DERİN VADİLERİNİN DİPSİZ KUYULARINDA: FETÖ BURNUNUN DİBİNDE 15 TEMMUZ’U TEZGÂHLIYOR, BUNUN RUHU DUYMUYORMUŞ..

BİR YANDAN, KANUNLARA ÇOK SAYGILI OLDUĞU VE DE O SAYGI DUYDUĞU KANUNLAR KENDİSİNE TSK İÇİNDE FAALİYET GÖSTERME İZNİ VERMEDİĞİ İÇİN 15 TEMMUZ KONUSUNDA ANCAK ERDOĞAN’IN ENİŞTESİ KADAR BİLGİ SAHİBİ OLABİLİYORMUŞ..

DİĞER YANDAN, (DÖNEMİN BAŞBAKANI DAVUTOĞLU’NUN İDDİASINA GÖRE) 15 TEMMUZ’DAN BİR YIL ÖNCE, 2015’TE YÜKSEK ASKERÎ ŞURA’DA (YAŞ’DA) MASAYA “İKİ AŞAMADA TASFİYE EDİLECEK FETHULLAHÇI SUBAYLAR” LİSTESİ KOYUYOR.. BAŞINA TALİH KUŞU KONANLARDAN SADECE BİRİ, AĞABEYİ AKPARTİ’NİN ÖNDE GELEN İSİMLERİNDEN OLDUĞU İÇİN PAÇAYI SIYIRABİLİYOR..

YANİ MİT, TSK İÇİNDE, DEĞİL SADECE İSTİHBARAT TOPLAMA, ONA VE HÜKÜMET’E ADETA EMİR VERME KONUMUNDA.. “ŞUNLARIN DEFTERİNİ DÜRECEKSİNİZ” DİYEBİLİYOR..

(EH, AKPARTİ’DE ETKİLİ BİR “ABİ”Sİ BULUNMAYAN SIRADAN VE GARİBAN, CEMAATSİZ, MAFYASIZ, AĞABABASIZ, YALNIZ BİR “İSLAMCI” DEVLET MEMURUNUN, EVET MİT’İN “YERLİ-MİLLİ” AKREDİTE PUTLARINA SECDE ETMEYİ [VEYA AÇIK YAHUT ZIMNÎ/ÖRTÜLÜ “İŞBİRLİKÇİ”LERİN DİPLOMATİK TABİRİYLE “İMAN ETMESE DE SAYGI GÖSTERMEYİ”] KABUL ETMEYEN BİR MÜSLÜMANIN TÜRKİYE’DEKİ HAL-İ PÜR MELALİNİN ŞEKL Ü ŞEMAİLİNİ BURADAN TAHMİN EDEBİLİRSİNİZ.. ŞÖYLE DİYEBİLİR MİYİZ: İSLAMCI KARDEŞ, SEN NECİP FAZIL’I OKUMAYA BAŞLA, “HAMALLIK Kİ, SONUNDA NE RÜTBE VAR, NE DE MAL, / YALNIZ ACI BİR LOKMA, ZEHİRLE PİŞMİŞ AŞTAN; / VE AYRILIK, ANNEDEN, VATANDAN, ARKADAŞTAN.”)

EVET, MİT, 2015’TE HÜKÜMET’E VE GENELKURMAY’A “EV ÖDEVİ LİSTESİ” VERİYOR.. (KAMU YÖNETİMİ KİTAPLARINA BU GİRMELİ: “BAZI DEVLETLERDE ÜÇ KUVVET [YASAMA, YÜRÜTME, YARGI] VARDIR, BAZI DEVLETLERDE İSE BUNLAR FASA FİSODUR, ONLARA EMİR VEREN TEK BİR KUVVET VARDIR: GİZLİ SERVİS.. KGB RUSYASI TİPİ DEVLET YÖNETİMİ)

FAKAT, 2015’İN YAŞ TOPLANTISINDAN BİR YIL SONRA, BİRDEN BİRE TABLO DEĞİŞİYOR, 15 TEMMUZ’DAN SADECE İYİ NİYETLİ BİR İSİMSİZ BİNBAŞININ HABER VERMESİ SAYESİNDE ANCAK SAATLER ÖNCE HABERDAR OLABİLEN BİR MİT’LE KARŞILAŞIYORUZ..

DÖRT YIL SONRA, YANİ GÜNÜMÜZDE İSE, DEĞİL ANKARA’DA, TAA AFRİKA’DA, TUNUS’TA, YABANCI BİR ÜLKEDE BİR DARBEYİ ÖNLEYEBİLİYOR..

YANİ MİT’İN BAŞARI GÖSTERGESİNİN İBRESİ ÇILDIRMIŞ GİBİ BİR SOLA BİR SAĞA GİDİP GELİYOR.. GÖZLE TAKİP ETMEK MÜMKÜN DEĞİL..

*

MİT darbeyi önledi, BAE yeni bir plan hazırladı: 13 Haziran'da sokaklar karışacak

MİT darbeyi önledi, BAE yeni bir plan hazırladı: 13 Haziran’da sokaklar karışacak

Haber7 yazarı Taha Dağlı “Tunus’ta tehlike geçmedi” adlı köşe yazısında, BAE’nin yeni hedefi haline gelen Tunus’taki gelişmeleri kaleme aldı. MİT’in haber vermesiyle ülkede darbenin engellendiğini ve Arap basının bu gelişmeyi dün ön plana çıkardığını belirten Dağlı, SETA’dan Emrah Kekilli’nin, BAE’nin Tunus’ta 13 Haziran’da başlayacak bir halk ayaklanması tertip etmeye hazırlandığı bilgisini verdiğini kaydetti.

GİRİŞ 28.05.2020 11:13GÜNCELLEME 28.05.2020 11:13

 

İşte Taha Dağlı’nın o yazısı;

Tunus‘ta darbe hazırlığı var. Bazı girişimler oldu, bunların Türkiye‘nin verdiği istihbaratla önlendiği duyuruldu ancak Libya‘daki savaşın kilit ülkelerinden olan Tunus’ta BAE‘nin darbe tehdidi tam olarak bitmiş değil. BAE, ilk girişimin bastırılmasının ardından B planına geçti.

Arap dünyası dün Türkiye’nin Tunus’ta darbe girişimini engellendiği haberiyle çalkalandı. Tunuslu, Libyalı, Mısırlı ve daha bir çok ülkeden binlerce kişi sosyal medyada, MİT’in BAE destekli darbeyi önlediğini duyurdu.

Bu haber sadece sosyal medyada değil Kuzey Afrika‘daki bir çok ülkede yayın organlarında da yer buldu.
Sosyal medyadan haberi duyuranlar arasında ise Mısır ve Libyalı ünlü gazeteciler de vardı.

MİT ÖNLEDİ BAE YENİ PLAN HAZIRLADI

İşte bu durum BAE’yi harekete geçirdi diyebiliriz.
Libya’da Trablus’a bu kadar yaklaşmışken bir hayli geri düşen Hafter cephesi, Tunus’u kendi saflarına katmak için ülkede darbe hazırlığı yapıyor.

İlk girişimlerin başarısızlıkla sonuçlandığı duyuruldu.
Bunda MİT’in önemli çabalarının olduğu vurgulandı.
Arap dünyasını çok yakından takip eden gazeteci Faruk Önalan, Tunus’taki darbe sürecinin MİT’in gayretleriyle önlendiği ve hatta Tunus Cumhurbaşkanı Kays’ın 3 gün önce Başkan Erdoğan’la yaptığı telefon görüşmesinde, Erdoğan’a teşekkürlerini ilettiği yönündeki haberlerle sosyal medyadaki mesajları Twitter hesabından bir süredir paylaşıyor. Orada çok önemli detaylar var. Arap dünyası özellikle dün gece Türkiye’nin Libya ile birlikte Tunus’u da darbecilerden kurtardığını konuşuyor.

TARİH VERDİLER: 13 HAZİRAN’DA SOKAĞI KARIŞTIRACAKLAR

Ancak Tunuslular tehlikenin henüz geçmediğinin de farkındalar.
Zira BAE, Tunus Cumhurbaşkanı Kays ile birlikte Nahda hareketini tamamen tasfiye etmek niyetinden vazgeçmiş değil. Bunun için de askeri olmasa da sivil görünümlü bir kalkışmanın planlarını yapıyorlar.

SETA’dan Emrah Kekilli’nin verdiği bilgilere göre BAE, Tunus’ta 13 Haziran’da başlayacak bir halk ayaklanması tertip etmeye hazırlanıyor.
BAE’nin finansörlüğünde Tunus halkının sokağa dökülmesi amaçlanıyor.
Sokak olaylarının ise darbeyle sonuçlanması hedefleniyor.
Nahda hareketi organizasyonun farkında.
Elbette Libya’da denklemi değiştiren Türkiye’nin Libya sürecinde kritik öneme sahip bir ülke olan Tunus’taki bu hareketliliği de çok yakından takip ettiğini söyleyebiliriz.

 

(https://www.haber7.com/dunya/haber/2979188-mit-tunusta-darbeyi-onledi-bae-yeniden-harekete-gecti-13-haziranda-sokaklar-karisacak)

BU KAFAYA GÖRE DEVLET ŞERİK (ORTAK) KABUL ETMEZ..

AMA, HAKİMİYET (MÜLK) BAHSİNDE ALLAHU TEALA ŞERİK KABUL EDER..

HATTA, ORTAKLIK NE KELİME!.. ALLAHU TEALA’YA HİÇ PAY BIRAKMAZLAR..

BU KAFAYA GÖRE, HAKİMİYET KAYITSIZ ŞARTSIZ MİLLETİNDİR..

KAYITSIZ ŞARTSIZ, YANİ ALLAHU TEALA’NIN EMİR VE YASAKLARI BİLE BİR KAYIT GETİREMEZ..

HATTA, ERDOĞAN’IN “AZİZ ATATÜRK”ÜNÜN LAİKLİK DİNİNİN AFFEDİLMEZ GÜNAH SAYDIĞI ÇOK BÜYÜK BİR CÜRÜM OLDUĞUNDAN HİÇ GETİREMEZ..

DİYELİM Kİ MİLLET LUT KAVMİ GİBİ İBNELİK İSTİYOR.. BUNA KİM KAYIT VE ŞART GETİREBİLİR?..

(MİLLET İSTEMEZSE AVRUPA BİRLİĞİ “İLLE DE İBNELİK OLACAK” DEYİP KAYIT VE ŞART GETİRİR AMA, BU KADARCIK HAKİMİYET YIRTIĞI KADI KIZININ FİSTANINDA DA OLUR NETEKİM)

ANCAK, MESELE GÖRÜNDÜĞÜNDEN DAHA KARMAŞIK..

MİLLET, İSMET İNÖNÜ’NÜN VECİZ İFADESİYLE “SÜRÜ” OLDUĞU İÇİN, “SEÇİMLE GELMİŞ TANRILAR” ONLAR ADINA “KAYITSIZ ŞARTSIZ HAKİMİYET”E VAZİYET EDERLER..

BAZEN DE KURTARICI DARBECİ ASKERLER “BAŞLARIM LAN SİZİN KAYITSIZINIZA DA KAYITLINIZA DA…” MAKAMINDAN, “KAYITSIZ ŞARTSIZ MİLLET İRADESİ”NE AYAR VERİRLER..

(HAKKINI YEMEYELİM, DAVUTOĞLU’NUN SÖZLERİ, FETÖ’NÜN BOŞLUĞUNU 28 ŞUBAT KAFASININ DOLDURMUŞ BULUNDUĞUNA DİKKAT ÇEKMESİ BAKIMINDAN ÖNEMLİ,

28 ŞUBAT SÜRECİNDE MHP VE FETÖ, “MİLLET İRADESİ” DENİLEN ŞEYE KARŞI “ABD VE MASONLUK GÜDÜMÜNDEKİ MİT’ÇİLERİN VE ASKERLERİN” YANINDA YER ALDI..

DARBECİLER, TANKLI TOPLU “PARALEL DEVLET” OLARAK ARZ-I ENDAM ETTİLER, MİLLETE VE SEÇİLMİŞ TEMSİLCİLERİNE KAN KUSTURDULAR..

EVET, O GÜNLERDE MHP VE FETÖ; ABD, MASONLUK VE İSRAİL’E “HİZMET” İÇİN KENDİSİNİ ADETA YIRTIP PARALAYAN MİT’Çİ-ASKER CUNTA ÇETESİNİN, O GÜNKÜ HAİN “PARALEL DEVLET”İN İKİ PAYANDASIYDI..

FETÖ, BİRAZ DAHA MAHCUP, PASİF, “TIRSMIŞ” VE ÜRKEK, MHP İSE ERBAKAN’IN HALİNE BIYIK ALTINDAN GÜLÜP ELİNİ OĞUŞTURAN AKTİF PAYANDAYDI..

MHP, ERBAKAN’IN CAN ÇEKİŞMESİNİ KENARDAN AKBABA GİBİ KEYİFLE VE İŞTAHLA İZLEDİ, SONRA DA CESEDİNİN ÜSTÜNDE İKTİDAR KOLTUĞUNA OTURDU..

“DEVLET ŞERİK KABUL ETMEZ” DİYENLER GALİBA “DEVLET DEMEK MHP DEMEKTİR, FETÖ ONA ORTAK OLAMAZ” DEMEK İSTİYORLAR..

SENİN İSTİKAMETİNİ BUGÜN BİR TARAFTAN AVRUPA BİRLİĞİ, DİĞER TARAFTAN 28 ŞUBAT’IN FAİLLERİ VE İŞBİRLİKÇİLERİ BELİRLİYORSA, NE DESEK BOŞ..)

 

MHP'nin yasakçılığını unutmadık - Son Dakika Haberler

Akşehirli Türkoğlu | Hak şerleri hayr eyler Zannetme ki gayr eyler ...

Adem BALABAN — #28şubat #bahçeli VE #mhpkk #MHP OYUNU ....

Cafesiyaset

Dindar personele dinleme talimatı" - 29.02.2012 13:00 - Haber Name

MHP'li Vural: MHP'ye dil uzatırken herkes haddini bilmeli

Cihangir İslam: Diyorlar ki 'CHP ile niye ittifak yaptınız?' Bir ...

Fatih Portakal'dan Devlet Bahçeli'ye sitem haberinin tüm yorumları

Ali Aktaş on Twitter: "Ey Ak Partili kardeşlerim ! Bu gerginliği ...

AKP 28 Şubat'ın ürünüdür!

MASONLARIN DA LİDERİ OLMAK – salabet

28 Şubat'ın sembol ismi İsmail Hakkı Karadayı hayatını kaybetti

Okuyan'dan Devlet Bahçeli için “MİT” iddiası: O hep görevlidir

BU GERÇEĞİ TÜRKEŞ BİLİYORDU VE ONU KULLANIYORDU' - Haber Yüzde Yüz ...

Turan Dursun on Twitter: "devlet bahçeli mit ajanı!namık kemal ...

devlet bahçeli mit ajanıdır beyer - inci sözlük

Bahçeli MİT diyen mektup - Internet Haber

Bahçeli hakkında inanılmaz iddia! | haberlaz

Türkeşin doktoru: Başbuğa göre Bahçeli MİT ajanıydı

BAHÇELİ İLE APO'nun MİT GÜNLERİ (Sabahattin Önkibar - ALTERNATİF ...

MHP Lideri Devlet Bahçeli: Fethullah hocaefendi Türkiye'ye dönerse ...

Bahçeli: ASIL HAİN SENSİN

Bahçeli: Sayın Gülen, Erdoğan ile yüzleşmeli

Sayın Gülen bu zihniyetin maskesini düşürmeli" haberi- Son Dakika ...

Bahçeli GÜLEN'e sahip çıktı ve bir zata bu kadar hakaret yapılır mı?

HaberAlp.com - Son Dakika Haberleri - Haberler - Politika ...

*

“Mehmet Dişli’yi emekliye sevk etme kararı son gece değiştirildi”

“Mehmet Dişli’yi emekliye sevk etme kararı son gece değiştirildi”

 

Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu, 2015 yılında MİT’ten gelen rapor üzerine, (15 Temmuz’da darbe girişimini koordine eden komutanlardan biri olduğu iddia edilen) Tümgeneral Mehmet Dişli’nin emekliye sevk edilmesi için kendisinin ve MİT Müsteşarının çok ısrarcı olduğunu; ancak kendi iradesi dışında bu kararın son gece değiştiğini açıkladı.

Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu, akit TV’nin özel yayınına konuk olarak, gazeteciler Fatin Dağıstanlı, Ali İhsan Karahasanoğlu, Muharrem Coşkun ve Kenan Alpay’ın sorularını cevapladı. …

Gazeteci Kenan Alpay ise bu konuda şu soruyu sordu:

“Efendim, Başbakan olduğunuz dönemde, … acaba siz, Türk Silahlı Kuvvetleri içerisinde, yani Fethullahçı yapılanmaya ait birtakım şeyleri gördünüz mü? Örneğin, meselâ bir Akın Öztürk gibi, bir Mehmet Dişli gibi, bir Mehmet Partigöç gibi isimlerin terfi almalarıyla ilgili herhangi bir önünüze gelen bilgi oldu mu? Yani onlarla ilgili olumlu, olumsuz bir kanaat belirttiniz mi?”

“17-25 Aralık’tan önce FETÖ ile mücadele talimatı verdim”

Davutoğlu, … şöyle konuştu:

“… Sayın Erdoğan’ın Başbakanlık Koruma Amirliğinde bile operasyonlar, 17-25 Aralık’tan sonra başladı, yani FETÖ’ye karşı. Dışişleri Bakanlığında, 7 Şubat 2012 MİT Müsteşarının çağrıldığı günün ertesi günü, Müsteşarımız şu anda Türkiye Cumhuriyeti’nin Birleşmiş Milletler Daimî Temsilcisi Feridun Sinirlioğlu, çağırdım. Bu adamların ne kadar yapılanması varsa gereken tedbirleri alacaksınız. Tam yetkilisiniz ve temizleyeceksiniz dedim ve adım adım, Dışişleri Bakanlığında üst kadrolarda kimler varsa merkezden uzaklaştırıldı. Daha 17-25 Aralık olmamıştı.”

O günlerde ‘Devlet şerik (ortak) kabul etmez; yani devletin içinde ikinci devlet olmaz’ dediğini, gerekli bütün tedbirleri aldığını, Dışişlerinde 2-3 tane Büyükelçi dışında da hiç (FETÖ’cü) çıkmadığını, aldığı bu tedbirler sebebiyle kendisini düşman bildiklerini, ondan sonra ofislerini dinlemeye başladıklarını dile getirdi. …

“Mehmet Dişli’yi emekliye sevk etme kararı son gece değiştirildi”

Davutoğlu, başbakan olduktan sonra Cumhurbaşkanı ile birlikte, MİT Müsteşarına ve dönemin Genelkurmay Başkanı Necdet Özel’ebu yapıya yönelik olarak en sert ve kararlı tedbirlerin alınması talimatı verdiğini söyledi.

… Davutoğlu, 2015 YAŞ’ından önce MİT’in çok titiz bir çalışmasıyla kendilerine listeler sunulduğunu, Necdet Özel, Hulusi Akar ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’la birkaç kez bir araya gelerek, bu yapının iki kademeli tasfiyesini, “bir grubu şimdi, bir grubu da daha sonra” şeklinde öne aldıklarını söyledi.

Davutoğlu, sözlerine şöyle devam etti:

“… Meselâ Mehmet Dişli’nin kesinlikle emekliye sevk edilmesi gerektiği konusunda ben de, MİT Müsteşarımız da çok ısrarlı olduk. 2015… … şu bilinsin ki ben, FETÖ’ye karşı, tek bir FETÖ unsuru kalmayana kadar mücadele etme kararlılığını gösterdim. …”

… başörtüsü yasağının Türkiye’de şampiyonluğunu yapmış bir grubu, devletin her kademesine sanki sızmış ve her gün ekranlara çıkartırsanız ve ‘Devleti aslında AK Parti yönetmiyor, biz yönetiyoruz’ diyorsa … o zaman ben Sayın Cumhurbaşkanına şu soruyu sorarım: Yahu biz, 28 Şubat’ta kimlerin karşısında kiminle beraberdik? 28 Şubat’ta baş başa verip o direniş yapısını kurduğumuzda ve sonuna kadar direndiğimizde, bu adamlar neredeydi? Türkçe ezanı kim savunuyordu Türkiye’de?”

… şu anda bu bahsettiğim 28 Şubat cuntacıları, AK Parti’nin yanında yer aldıklarını söylüyorlar. Kendileri söylüyor ve AK Parti de çıkıp, ‘Yaa biz bunlardan beriyiz. Bunlar kendi başlarına gelin güvey oluyor’ demiyor.”

Davutoğlu, 28 Şubat aktörlerinin bugün aynen FETÖ taktiklerini uyguladıklarını ifade ederek, bu düşüncesini Cumhurbaşkanı Erdoğan’a, son görüşmelerinden birinde aktardığını söyledi.

Davutoğlu, şöyle konuştu:

“AK Parti iktidar olsun ama devleti biz yönetelim diyenlere dikkat!”

“Dedim ki, Sayın Cumhurbaşkanım, FETÖ, şöyle bir taktik, yöntem uygulamıştı: Kendileri iktidara gelemeyecekleri için, seçimi de kazanmaları mümkün olmadığı için, ‘Bıraksın Recep Tayyip Erdoğan Anadolu’yu arşın arşın gezsin, bedeli o ödesin, bedeli Davutoğlu ödesin, bedeli AK Parti ödesin; onlar iktidar olsun ama devleti biz yönetelim’ diyorlardı. Yöntem, bu FETÖ yöntemidir. Şimdi bu yöntemden kurtulmuş ve özgürleşmişken, sakın ola ki AK Parti’nin tertemiz kitlelerinin oyları üzerinden başka bir grubun, başka bir diktacı zihniyetin, 28 Şubat’ın kalıntısı, 90’lı yılların zihniyetini bizim üzerimizden iktidar yapmayalım. AK Parti, tek başına bu misyonu sürdürebilir. O zamanki samimi kanaatim de buydu. Tek başına sürdürür. Seçime tek başına girin. Kazanırsınız, kimseye borcunuz olmaz. Bunu MHP’yi şey yaparak (kast ederek) söylemiyorum, genel olarak söylüyorum. Bu yöntemi işte yıkmak lâzım. Sayın Cumhurbaşkanı, FETÖ’nün bu yöntemini uygulamak isteyenleri devlete sokmasın. Başka kimliklerle, AK Parti’nin o başörtüsü özgürlüğü dolayısıyla, efendim özgürlükler, dinî kavramlarla, tarihî kavramlarla temiz oylarıyla 3-4 neslin birikimi olan birikimi, bu adamlara yem etmesin. Benim kaygım bu. Yem ediliyor şu anda. Şu anda yem ediliyor. 90’lı yılların ‘Eski Türkiye’ denilen aktörlerinin hepsi şu anda devrede. Hepsi…

 

(https://www.tv5.com.tr/haber/2129/mehmet-disliyi-emekliye-sevk-etme-karari-son-gece-degistirildi.html)

DÜNYA BEŞTEN BÜYÜKTÜR.. TÜRK DERİN DEVLETİ VE MİT DE FETÖ’DEN..

NUMAN KURTULMUŞ’UN ANLATTIĞI OLAYIN KAHRAMANI (MUHSİN YAZICIOĞLU’NU ÖLÜMLE TEHDİT EDEN KİŞİ) FETÖCÜ OLMADIĞINA GÖRE…

[YAZICIOĞLU’NU BİR ÜLKÜCÜ DEĞİL DE FARAZA BİR FETÖ’CÜ TEHDİT ETMİŞ OLSAYDI, MİT’İN MUHAFAZAKÂR VE DE [SÖZDE] DİNDAR CAMİADAKİ SATILMIŞ YA DA KİRALIK KALEMLERİ VE YAYIN ORGANLARI KİMBİLİR NASIL DEHŞETENGİZ SENARYOLAR YAZARLARDI..

KİMİSİ “FETÖ, YAZICIOĞLU’NU ÖLDÜRMEYİ YILLAR ÖNCE TASARLAMIŞ” DİYE YAZARDI..

KİMİSİ “FETÖ TAA 28 ŞUBAT’TAN BERİ YAZICIOĞLU’NU ÖLDÜRME PLANLARI YAPIYORDU” DİYE MİLLETİ “AYDINLATIRDI”..

KİMİSİ “KATİL FETÖ’NÜN CİNAYETİ GÖZ GÖRE GÖRE GELDİ.. KİMSE DUR DEMEDİ” DİYE AĞITLAR YAKARDI..

TEHDİT EDEN ÜLKÜCÜ (MHP’Lİ YA DA MHP ZİHNİYETLİ) OLUNCA YERLİ-MİLLİ ASLAN PARÇALARINDA TIS YOK..

NUMAN KURTULMUŞ’UN ŞAHİTLİĞİ TÜRÜNDEN BİLGİLER SÜMEN ALTI.. ARŞİVİN TOZLU RAFLARINDA ÇÜRÜMEYE TERK EDİLMİŞ..

MHP’NİN 28 ŞUBAT’TAKİ İŞBİRLİKÇİLİĞİNİ/DÖNEKLİĞİNİ VE MİT’İN 28 ŞUBAT’TAKİ MEŞUM ROLÜNÜ ZATEN HİÇ HATIRLAYAN YOK]

 

MUHSİN YAZICIOĞLU TÜRKİYEYE DÖNME ÖLDÜRÜLECEKSİN ile ilgili görsel sonucu

BAZEN KURŞUNLAR, BAZEN SIZDIKLARI TAŞERON TERÖR ÖRGÜTLERİNE VEYA MAFYAVARİ SERSERİLERE ÖLDÜRTÜR, BAZEN ZEHİRLER, BAZEN TRAFİK KAZASI AYARLARLAR..

*

TÜRKİYE’NİN ÖNDE GELEN BİR SİYASETÇİSİNE BİRİSİ, ÖLÜMÜNDEN İKİ AY ÖNCE ALMANYA’DA, “TÜRKİYE’YE DÖNME, ÖLDÜRÜLECEKSİN!” DİYOR..

O BİRİSİNİN BUNDAN HABERİ VAR (Kİ BU, O BİRİSİ DIŞINDA PEKÇOK KİŞİNİN KONUDAN HABERİNİN OLDUĞUNU GÖSTERİR) FAKAT BU ÜLKENİN İSTİHBARAT TEŞKİLATININ YOK..

VE İKİ AY SONRA HELİKOPTER KAZASI…

TÜRKİYE’NİN İSTİHBARAT TEŞKİLATININ YİNE HİÇBİR ŞEYDEN HABERİ YOK…

DAHA FAZLASINI SÖYLEMEYELİM, LAFIN TAMAMI APTALA SÖYLENİR

(SÖZ KONUSU MESAJIN VERİLMESİ DE PLANIN BİR PARÇASI OLABİLİR.. DİYELİM Kİ ÜLKEYE DÖNMEDİ, OTOMATİKMAN TÜRK SİYASET DENKLEMİNDEN ÇIKMIŞ OLACAK..

ETKİSİ SIFIRLANACAK..

AYNI ÇEVRELER BU DEFA DA, “PARANOYAK ADAM.. ÜLKEDE HİÇBİR ZAMAN GÖRÜLMEMİŞ BİR HÜRRİYET VE GÜVENLİK VAR, VEHİMLERİYLE HAREKET EDİYOR.. HEM DE, VATANSEVER ADAM ÜLKESİNİ TERK EDİP DE ALMANYA GİBİ BİR HRİSTİYAN ÜLKESİNE KAÇAR MI? BUNU ANCAK BİR VATAN HAİNİ YAPAR.. İŞTE GÖRÜN, MUHSİN SAHTE KAHRAMANIN TEKİ, 28 ŞUBAT’TAKİ DURUŞUNA DA ALDANMAYIN” DİYECEKLERDİ..

İSTEDİKLERİ HER İFTİRAYI DA RAHATÇA ATABİLECEKLER, DİLEDİKLERİ GİBİ AŞAĞILAYABİLECEKLERDİ)

 

MUHSİN YAZICIOĞLU TÜRKİYEYE DÖNME ÖLDÜRÜLECEKSİN ile ilgili görsel sonucu

MUHSİN YAZICIOĞLU TÜRKİYEYE DÖNME ÖLDÜRÜLECEKSİN ile ilgili görsel sonucu

MUHSİN YAZICIOĞLU TÜRKİYEYE DÖNME ÖLDÜRÜLECEKSİN ile ilgili görsel sonucu

MUHSİN YAZICIOĞLU TÜRKİYEYE DÖNME ÖLDÜRÜLECEKSİN ile ilgili görsel sonucu

Kurtulmuş anlattı! “Yazıcıoğlu odama geldi…”

Manisa’da konuşan Kurtulmuş, Muhsin Yazıcıoğlu’nun kendisine anlattığı bir diyaloğu paylaştı.

26.02.2017 15:47

Kurtulmuş, Manisa Büyükşehir Belediyesi Kültür Merkezi’nde gerçekleştirilen “28 Şubat’tan 15 Temmuz’a Darbeler ve FETÖ İhaneti” konulu panele katıldı.

…Başbakan Yardımcısı Kurtulmuş, 28 Şubat öncesinde de siyasi iradenin parçalanmış olduğunu, milletin oylarıyla seçilen Refah Partisi’ne egemen güçlerin hiçbir unsurunun iktidarı vermek istemediğini belirterek, şöyle devam etti:

Saadet Partisi Genel Başkanı olduğum zaman Muhsin Bey (Muhsin Yazıcıoğlu) hayırlı olsuna geldi. 28 Şubat’ı anlattı. Onun ağzından söylüyorum, “Biz Refah Partisine dışarıdan destek vereceğimizi söylüyoruz. Bizim ülkücü camiadan biri odama geldi. Önce hoş-beş, arkasından başladı beni tehdit etmeye. ‘Refah Partisini desteklemeyin, desteklerseniz şu olur falan’ diye üst perdeden konuşmaya başladı.” Son olarak (Muhsin Bey’e) şunu söylemişler, “Muhsin sen bilmiyorsun, artık adamı 2 kilometre öteden sırtından vuruyorlar”. Muhsin Bey “Tepem attı, masamın önüne gittim, kravatından tuttum, ‘bana bak, git sana kim bunları söylediyse onlara söyle, biz adamı 2 kilometreden sırtından değil 10 santimetreden alnından vuruyoruz’ dedim” dedi….”

 

(http://www.haber7.com/ic-politika/haber/2267301-kurtulmus-anlatti-yazicioglu-odama-geldi)

“LAİKLİKTEN TAVİZ”İN ANLAMI:

DİN DÜŞMANLIĞINI ETKİLİ YAPAMAMAK, MÜSLÜMANLARI YETERİNCE EZEMEMEK

*

Dikkat çeken yazı: Menderes’i ezan için astılar, fırsat olursa yine asarlar

Star Gazetesi yazarı Nuh Albayrak, 27 Mayıs darbesinin 60. yıl dönümünde çarpıcı bir yazı kaleme aldı. Albayrak, merhum başbakan Adnan Menderes’i ezan için astıklarını belirterek, “Fırsat olursa yine asarlar” ifadelerini kullandı.

Dikkat çeken yazı: Menderes'i ezan için astılar, fırsat olursa yine asarlar

GİRİŞ 27.05.2020 12:28GÜNCELLEME 27.05.2020 12:28

Star Gazetesi yazarı Nuh Albayrak, “Menderes’i ezan için astılar, fırsat olursa yine asarlar” başlıklı yazısında 27 Mayıs darbesiyle ilgili çarpıcı bilgiler verdi. Albayrak’ın bugünkü yazısı şöyle:

 

“TÜRKÇE EZAN ZULMÜ-3”

Menderes 22 Mayıs 1950 tarihindeki ilk meclis toplantısında, “Ezan yasağını hemen kaldıracağız” demişti ama Cumhurbaşkanı Celal Bayar, “İlk icraatınız ezanı Arapça okutmak olursa, endişe ederim ki bu son icraatınız olabilir” diye garip bir uyarıda bulunmuştu! Menderes ise, “Tek icraatım da olsa ezanı aslına döndüreceğim” cevabını vermişti. Meclis önünde toplanan vatandaşların yoğun desteği üzerine Celal Bayar tutumunu değiştirmiş, “Halledelim” demişti. (…)

EZANIN HESABI AĞIR OLDU

Ezan yasağını kaldırması, Menderes’in “son icraatı” olmamıştı ama “sonu” olmuştu. …. Yassıada’da Menderes’e uygulanan insanlık dışı; aşağılık muamelenin altında on yıldır katmerlenen “intikam” duygusu vardı. …

Önce cinayeti işleyip sonra gerekçe uydurmak CHP’ye İttihatçı mirasıdır. 80 münevver şahsiyeti de “şapka” için asmışlardı ama kayıtlara göre hiç biri şapka için asılmamıştı!

“Şapka küfür alametidir” diyen İskilipli Atıf Hoca’yı, “toplumu isyana sevk etmekten(!)” asanlar, ezan yasağını kaldıran Menderes’i de “milleti birbirine düşürmek”ten(!) astılar. Sonra da milletin birbirine nasıl düşürüleceğini; ektikleri fitne tohumlarıyla kendileri gösterdiler.

27 MAYIS, CHP’NİN HESAP SORMA DARBESİDİR

Darbenin perde arkasındaki mimarının İnönü olduğu, artık CHP’lilerin bile inkâr edemiyor. …

27 Mayıs cuntası, darbeden sonra yine “Türkçe ezan” mecburiyeti getirmek istemiş, ancak 16 Haziran 1950’de gördükleri coşkudan korktukları için cesaret edememişlerdir. Ama milletin görmediği yerlerde zehirlerini kusmaktan da geri durmamışlardır. Darbeden hemen sonra, dindar subaylar “namaz kılmamaları” konusunda uyarılmış, “mimli” olanlar ordudan atılmıştır. …

Yassıada’da, duruşmaları kontrol etmek için yargılamalar boyunca salonun ortasında oturan “Allahsız Gardiyan” lakaplı Ada Komutanı Albay Tarık Güryay’ın arkasındaki iki nöbetçiden biri, Menderes’e tokat atan Üsteğmen Teoman Koman idi. Onu bu kadar küstahlaştıran öfkenin sebebi, tam 36 yıl sonra ortaya çıkacaktı. Jandarma Genel Komutanı olduğu dönemde, 15 Şubat 1996 tarihli genelgede, “Mescitlere rütbeli personel ile sivil memur ve işçiler girmeyecek, mescitlerde ve camilerde ezan okunmayacak, bunun için askerî maksatla verilmiş ses kayıt cihazları kullanılmayacak, mevcutlar sökülecek. Duvarlardaki eski Türkçe yazılar kaldırılacak” diyordu. …

Dün (26 Mayıs), tam bu satırları yazarken ölüm haberi gelen, 28 Şubat genelkurmay başkanı İsmail Hakkı Karadayı’nın, o darbe MGK’sında kullandığı, “Laiklik ilkesinin bozulması ezanın Türkçe okunmasından vazgeçilmesiyle başladı” ifadesi, bu kafaların, İslamiyet’in alamet-i farikası olan ezanı nasıl değerlendirdiğinin açık ifadesidir. … Zaten bunların 70 yıldır tedavi edemedikleri kronik hastalık; laikliği “din düşmanlığı” olarak görüp, Müslümanları dövmek için bir “sopa” gibi kullanmalarıdır. …

Aynı Karadayı, 26 Haziran 2012 tarihinde Meclis’teki Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu’na verdiği ifadede, “Türkçe ezan okununca anlıyordum, şimdi anlamıyoruz. Menderes’in bunu değiştirmesi en önemli hatası oldu” demiştir.

SANKİ ANLAYINCA CAMİYE KOŞTULAR

… Ezanla sürekli işi olanların “Ezanı anlamıyorum” gibi bir şikâyeti asla olmamışken, ezanın kametin ne olduğunu bile bilmeyen, eline Kur’an-ı Kerim almayan bu samimiyetsizlerin, “Ezanı; Kur’an’ı anlama” sevdası çirkin bir tezgahtan başka bir şey değildir. Sanki müezzinin ne dediğini anladıkları zamanlar camiden çıkmadılar!

İşte, ezanla-namazla ilgisi olmayanların, bitmeyen ezan savaşı, “vekaleten” yürüyen “Haçlı-Hilal” kavgasından başka bir şey değildir. Çünkü, ezan, kamet, hutbe ibadetin parçasıdır, din nasıl emretmişse öyle uygulanır. O bakımdan “Türkçe ezan, Türkçe kamet, Türkçe hutbe, Türkçe namaz” demek İslamiyet’i tahrif etmektir. Çoktan taktik değiştirmiş olan Haçlı-Siyonist ittifak, artık çayın taşı ile çayın kuşunu vurmakta, yerinden kıpırdamadan savaş kazanmaktadır.

Allah’a şükürler olsun ki, merhum Başbakan Adnan Menderes, ezana yönelik Haçlı saldırısını; canı pahasına etkisiz hale getirmiştir. Fakat ne yazık ki, “minberdeki işgal” hâlâ devam etmektedir. Cuma namazının bir parçası olan hutbe, asırlardır aslına uygun olarak; Arapça okunur, muhtevası Cuma namazından önceki veya sonraki vaazlarla anlatılırdı. CHP devrinde Türkçeleştirildi ve öyle devam etti. Sanki yüz yıldır hutbeleri herkes anlayınca bütün millet ihya edildi!

“HALKIMIZ [TÜRK MİLLETİ] GÜCE, SİLAHA TAPAR, KORKAKTIR”

BUNU DİYEN KİŞİ, ATATÜRK’ÜN BAŞBAKANI..

CUMHURİYET’İN ONDAN SONRAKİ İKİNCİ “ŞEF”İ.. CUMHURBAŞKANI..

ATATÜRK’ÜN PARTİSİ CHP’NİN ATATÜRK’TEN SONRAKİ EN ÖNEMLİ ADAMI..

CHP’NİN ALTI OKUNDAKİ HALKÇILIĞI, MİLLİYETÇİLİĞİ VE CUMHURİYETÇİLİĞİ BU SÖZ IŞIĞINDA DEĞERLENDİRMEK GEREKİR..

ASIL ANLAMI BUDUR..

CUMHURİYETÇİLİK, “GÜCE VE SİLAHA TAPAN KORKAK BİR MİLLETİ”, “MİLLİ İRADE” EDEBİYATINA KENDİNİ FAZLA KAPTIRIP ATATÜRKÇÜLERİN SEVMEDİĞİ KİŞİLERİ SEÇMESİ DURUMUNDA “ASKER DARBESİ/SOPASI” İLE HİZAYA GETİRMEKTİR..

BU, CUMHURİYET’İ CUMHURDAN KORUMAK VE KURTARMAKTIR..

HALKÇILIK, HALKIN GÜCE TAPAN KORKAK BİR KİTLE OLDUĞUNU BİLEREK HAREKET ETMEKTİR..

MİLLİYETÇİLİK, “MİLLÎ ETÇİLİK”TİR.. MİLLETİ KASAPLIK DANA VE KOYUN GÖRMEKTİR..

NİTEKİM, “MİLLİ ŞEF” İNÖNÜ, YUKARIDAKİ SÖZLERİNİN ARDINDAN ŞUNU SÖYLÜYOR:

“BU KOYUN SÜRÜSÜNÜ GÜTMEYİ İYİ BİLİRİM.”

İYİ BİLDİĞİ KESİN..

BU GÜTMEDE TAKİYYE (ALDATMA) ÖNCELİK TAŞIYOR.. (BİR TARAFTAN ADAMLARIN İDAMI İÇİN PERDE ARKASINDAN KULİS YAPIP BASKIDA BULUNURKEN DİĞER TARAFTAN PERDE ÖNÜNDE “İDAM KARŞITLIĞI” SKECİNİ ÇOK ÜZGÜN BİR YÜZ İFADESİ VE TİTREK BİR SESLE SAHNELEMEK GİBİ: “FOTOĞRAFIMIZI İDAM VE DARBE KARŞITIYMIŞ GİBİ ÇEK KANKA!” BİR TARAFTAN “MEŞRU İKTİDAR”A KARŞI PERDE ARKASINDAN ABD İLE, İNGİLTERE İLE ANLAŞIRKEN DİĞER TARAFTAN PERDE ÖNÜNDE “VATANSEVERLİK” NUMARASI YAPIP DEVRİLENLERİ “VATAN HAİNLİĞİ” İLE SUÇLAMAK GİBİ)

*

PEKİ BU KOYUN SÜRÜSÜ (TÜRK MİLLETİ, TÜRK HALKI) İÇİNDEN BİRKAÇ KİŞİ TAKİYYEYE ALDANMAZ DA İNÖNÜ GİBİLERİN KAVALINA GÖRE OTLAMAK YERİNE AYRI MAKAMDAN MELEMEYE BAŞLARSA NE OLUR?

O ZAMAN DEVREYE “SOPA” GİRİYOR..

SKECİ SAHNELEYEN TİYATROCULARIMIZ YÜZ İFADELERİNİ HEMEN DEĞİŞTİREREK SEYİRCİLERİN ARASINA DALIYOR, KAFA GÖZ YARMA AMELİYESİNE BAŞLIYORLAR..

ALLAH YARATTI DEMEDEN İŞKENCE, KÖTÜ MUAMELE..

PEKİ KOYUN SÜRÜSÜ FERYAT EDER ŞİKAYETTE BULUNURSA?

ÇARESİ VAR.. “DEMEK Kİ İLAÇ KÂFİ GELMEDİ” DENİLEREK “SOPANIN DOZU” ARTIRILIYOR..

ÖNCEDEN CHP MİLLETVEKİLİYKEN BU PARTİDEN AYRILMIŞ BULUNAN ADNAN MENDERES GİBİ BİR BAŞBAKANI BİLE EFTEN PÜFTEN BAHANE İCAT EDİP İDAM EDEN “CUMHURİYETÇİ, HALKÇI VE MİLLİYETÇİLER”İN BAŞKALARINA NE YAPACAKLARI TAHMİN EDİLEBİLİR..

MESELA SAİD-İ NURSÎ.. HAPİS VE SÜRGÜN YETMİYORMUŞ GİBİ ZEHİRLENİR.. ZOR KURTULUR..

MESELA ES’AD ERBİLÎ.. ÖLÜR..

*

Gerçek Hayat tarihi belgelerle 27 Mayıs darbesine ışık tutuyor: İdamı İnönü istedi

27 Mayıs’ı yapan cuntanın kurduğu Milli Birlik Komitesi Genel Sekreteri Albay Mehmet Şükran Özkaya’nın 15 Ağustos 1961’de yazdığı bir yazı Gerçek Hayat dergisinde yer aldı. Belgeye göre İnönü MBK’dan Menderes ve arkadaşlarının idamını istiyor.

Haber Merkezi    Yeni Şafak
Gerçek Hayat Dergisi, 27 Mayıs sürecinin arka planında yaşananlara ışık tutuyor.
Gerçek Hayat Dergisi, 27 Mayıs sürecinin arka planında yaşananlara ışık tutuyor.

Milli Birlik Komitesi Genel Sekreteri Albay Mehmet Şükran Özkaya 15 Ağustos 1961’de daktilo ettiği yazıda İnönü’nün duruşunu şöyle özetledi:

“İnönü idamlara ilişkin, Yüksek Adalet Divanı’na iletmek üzere ABD, Fransa, Birleşik Krallık, Almanya, İran ve Pakistan’dan idamların önlenmesine ilişkin yoğun baskı gördüklerini ifade eden bir yazıyı, MBK Başkanı Cemal Gürsel’e iletti.

İletilen notun altında, ‘Diğerlerini ömür boyu hapis, Menderes, Zorlu, Polatkan’ın idamını onaylamanızı istirham ederim’ notu diğer sanıklardan Bayar ve arkadaşlarını idamdan kurtarmıştır.”

Kapak dosyasında ayrıca Cemal Gürsel’in İnönü’nün idam baskılarından bunaldığına da dikkat çekilerek, Cemal Gürsel’in yazdıklarının da Özkaya’yı doğrular nitelikte olduğu vurgulandı.

İDAM TAKİYYESİ

Mehmet Şükran Özkaya’nın o günlere dair aktardıkları bunlarla da sınırlı kalmadı. İsmet İnönü’nün Cemal Gürsel ve Milli Birlik Komitesi’ne hitaben bir mektup ulaştırdığına dikkat çeken Özkaya, mektubun idam kararının onaylanmasından iki gün önce yani 13 Eylül 1961’de ulaştırıldığını belirtti.

Özkaya’nın aktardığına göre İsmet İnönü, Menderes, Zorlu ve Polatkan’ın idamlarına karşı olduğunu beyan etmek üzere verdi. Ancak Özkaya bu mektupla İnönü’nün amacını açık bir biçimde ortaya şu sözlerle koyuyor:

İleride idamları onaylayan lider olmak durumunda kalmamak için mektubu yazdım. Sayın Gürsel ve MBK üyeleri mektubu dikkate almasınlar’ dedi. ‘Bu mektubun birer kopyası gazeteye de verilip, idamlardan sonrasında yayınlanmasını sağlayınız’ diyerek, idamlar konusundaki fikirlerini beyan etti: ‘İdam edileceklerin mâzisi ne ise istikbali bulunan gölgeden başka bir şey değildir. Metin Toker’in idamlar lehine beyanatlarını izleyiniz, takip etsinler, tamamen hemfikirim, infazlar yapıldıktan sonra halkın idamları alkışlayacağından hiç kuşkum yok. Halkımız güce, silaha tapar, korkaktır. Çabuk kabullenir. Senden benden daha fazla idam taraftarı olur. Bu koyun sürüsünü gütmeyi iyi bilirim. MBK üyeleri merak etmesin. Huzur bozulmayacak, memlekete huzur gelecek, her birinin alınlarından öpüyorum’ diyerek beni mektupla uğurladı.”

HER TÜRLÜ MUAMELEYİ HAK ETMEK…

27 Mayıs’ta Yassıada’ya kapatılan hükümet yetkililerine yapılan insanlık dışı muamelenin de perde arkası yine kapak dosyasıyla gün yüzüne çıktı. 9 Ağustos 1960 tarihinde Milli Birlik Komitesi Genel Sekreteri Albay M. Şükran Özkaya tarafından kaleme alınan talimatnamede,

“Silahlı Kuvvetler nezdinde Emniyet Müdürlüğü bünyesinde görevlendirilen subay ve astsubay görevlilerin aşırı dinci, şeriatçı, komünist ve mason teşkilatına üye olanların sorgulamalarında aşırıya kaçtığı birçok defa şikâyet konusu dilekçeyle komiteye bildirilmiştir. Komite bu gibi konuları [şikayetleri] dikkate almayıp, bu tür faaliyette bulunanların sorgulamalarında [sorgulayıcıların] kendilerine herhangi bir suç ve sorgulamada bulunulmayacağı, bilakis [sorgulayıcılara karşı] bu düşünce ve şikâyette bulunanların her türlü [kötü] muameleyi hak ettiği kanaatini benimsemiştir. Sorgulamalarda ölüm olaylarının tabii olmayacağı, özenle ve dikkatle davranılması hatırlatılmaktadır. [Sorgulananlardan] Bu tür şikâyette bulunanların da daha sert bir muameleye uğrayacakları hatırlatılarak Türk Silahlı Kuvvetleri’nde, emniyet içerisinde görev yapan subay ve astsubayların listesinin Millî Birlik Komitesi Sekreterliği’ne ivedi gönderilmesini emirlerinize arz ederim”

BAYRAM GÜNÜNÜN TESPİTİ (YA DA TAKVİM BİRLİĞİ) MESELESİNE DEVAM..

 

 

Bir okurumuz, konu hakkındaki yazılarımızla ilgili bir itirazını dile getirmiş bulunuyor.

Ona göre, konuyu anlatırken Japonya gibi uzak beldeleri örnek göstermek yeterli değil.. Mesela Avrupa’da sadece bir saat zaman farkı olan ülkelerde bile oruca farklı günde başlanabiliyor, bayram farklı günde yapılabiliyor.

Okurumuz, buradan hareketle, yazdıklarımızın kendisine “pek doğru görünmediğini” söylüyor.

Ne demek istediği açık olmasa da, galiba şöyle birşeyi kastediyor: “Bari yakın mesafelerde takvim birliği olsun.”

(Yani Güneş takvimine göre birlik..Gâvurun takvimine illa da uyalım.. Tümden uyamıyorsak birazcık uyalım.. Ne kadar uyabiliyorsak kârdır” hesabı..)

*

Okurumuzu “ciddiye alalım” ve cevap verelim..

Önce şu “birlik beraberlik” meselesinden başlayalım..

Bir defa, ibadetlerde zaman ve mekân birliği (hac vs. dışında) şart değildir. (Gönüller bir olsun kardeş!)

Mesela, imsak ve iftar saatlerini alalım..

Kars’ın imsak ve iftar saati ile Edirne’ninki farklı..

Yani Kars’ta yaşayanlar ile Edirne’de yaşayanlar, gün değilse de saat itibariyle farklı zamanlarda oruca başlıyorlar..

Aslında, “Niye bu insanlar farklı saatlerde oruca başlıyorlar? Tam aynı saatte başlasınlar” demekle, “Niye (kamerî aylara) farklı günlerde (Güneş takviminin farklı günlerinde) başlıyorlar? Aynı günde başlasınlar” demek arasında fark yoktur.

Mesela İzmit ile İstanbul’u alalım.. Bu iki beldenin iftar saati (ve ayrıca imsak yani oruca başlama vakti) farklıdır.

Günün başlangıç zamanı da (yani Güneş’in batış vakti de) farklıdır.

Bunun gibi, bu iki beldenin kamerî ayı (mesela ramazan ayı) farklı günde (yani Güneş takvimine göre farklı günde) başlayabilir. (Duruma göre aynı günde de başlayabilir.)

Gün bazında ibadetler için saat farkı/ihtilafı nasıl tabiî bir şeyse, ay (gök cismi değil, zaman dilimi olarak ay) bazında (Güneş takvimine göre) gün farkı da tabiî bir şeydir.

(Burada yine de kamerî takvimde birlik vardır; sadece, kamerî takvimin aynı günü, Güneş takviminin iki ayrı gününe [tüm Dünya için değil, farklı beldeler için] yayılmış olur. Bu ayrılık [birliğin bulunmaması] durumu, Güneş takvimini esas alanlar için vardır [Coğrafyada/mekânda birlik olmayınca zamanda da, ve buna bağlı olarak ibadet vaktinde de birlik olmaz]. Yine de, kamerî takvimi [yani doğal gök olayını] esas alan müslümana göre, herkes aynı kamerî gündedir. Şunun gibi, İzmitliler ile İstanbullular saat itibariyle farklı zamanlarda akşam namazını kılıyor olsalar da, doğal gök olayına uyma [Güneş’in batışını esas alma] bakımından birlik halindedirler.)

*

Burada dikkat edilecek noktalardan biri, İslam’da günün doğal bir olayla (Güneş’in batışıyla) başlayıp bitmesidir.

Yani İslam’da esas olan, doğal gök hareketleridir.. Zaman çizelgeleri bunları takip etmek, onlara uymak zorundadır.

Güneş takviminin ise, doğal bir temeli bulunmakla birlikte, aynı zamanda uydurma bir yönü de vardır. Mesela gün, kafadan atma bir gece yarısı saat 24:00 (ya da 00:00) ile başlar.

Günün başlangıç zamanı uydurma/keyfî olduğu için, bu takvim çerçevesinde (gün ışığından fazla yararlanalım filan diye) saatte oynama da yapılır; yani günler “oynak”tır. Günlerde saf ve pür doğallık mevcut değildir.

Kamerî takvimde böyle bir keyfî oynama yapamazsınız.

Yani, ibadet zamanlarını tayinde esas olan, doğal gök olayları/durumlarıdır. Bunları yok sayarak, ya da dikkate almadan, Güneş takviminin uydurma (kafadan atma) günlerine ya da saatlerine uyma (pratikte, bu uydurmaları yapanların heva ve heveslerine uyma) diye birşey olmaz.

*

Şimdi gelelim okurumuzun itirazına..

Bu itiraz, ne yazık ki, mesele hakkında neredeyse hiçbir şey bilmemekten kaynaklanıyor. (Bu konuda yalnız değil.)

Güneş takvimine göre ay (zaman dilimi olarak ay) yılın (yani Dünya’nın, Güneş etrafındaki bir tam dönüş zamanının) 12‘ye bölünmesi ile elde edilmiştir.

Niye 10 veya 15 değil de 12?

Sebebi, kamerî takvimden etkilenilmiş olmasıdır.

Kamerî takvime göre bir ay (zaman dilimi olarak ay), Ay’ın Dünya etrafındaki bir tam dönüş zamanıdır, yani burada ayın süresi Ay’ın doğal hareketi esas alınarak belirlenmiştir.

Ay, (Dünya’nın etrafındaki dönüşü sırasında) Güneş ile Dünya arasına girdiğinde, yani bu üç gök cismi Ay tam ortada olacak şekilde aynı doğrultuda dizildiğinde, Ay, (biz insanların bakış açısına göre) Güneş ile beraber doğar ve batar.

Her ne kadar Ay, Güneş’ten çok küçükse de (çapı bakımından 400 kat küçük), mesafe olarak bize çok yakındır. Bu yüzden Güneş ile Ay’ı aynı büyüklükte görürüz. Aynı büyüklükte göründükleri için de, Ay tam Güneş ile Dünya arasında yer aldığında, (bizim bakış açımıza göre) Güney ve Ay aynı vakitte doğar ve batarlar. Yani biz onları (yaşadığımız nokta itibariyle) aynı anda görmeye başlarız (görme imkânına kavuşuruz), gözden kayboluşları da aynı anda olur.

Ancak, Ay’ın kendi ışığı bulunmadığından, Güneş’in ışığını yansıttığından, bu sırada (yani Ay tam Güneş ile Dünya arasında bulunurken) biz Ay’ı göremeyiz. Çünkü, bu durumda Güneş’in Ay’a vuran ışığı bize yansımaz. Yani Ay’ın bizim gördüğümüz (daha doğrusu görmemiz gereken, bize bakan) yüzü ışık almaz. Bu yüzden de Ay’ı (gözümüzün önünde olduğu halde) göremeyiz.

Ancak, Ay, Dünya etrafındaki dönüş hareketine devam ettiği için, yani mola verip durmadığından, bir süre sonra, Dünya ile Güneş arasında olma durumundan çıkmaya başlar, yani (bizim bakış açımıza ya da konumumuza göre) Güneş’in doğu tarafına doğru yer değiştir. Böylece Güneş, Ay’a göre biraz batıda kalmaya başlar. Bu da, Güneş’in Ay’dan önce batmasına (gözden kaybolmasına) yol açar. Yani Ay, Güneş’ten biraz sonra batma (gözden kaybolma) durumunda olur.

Ancak, Ay eğer Güneş’ten sadece birkaç dakika sonra batarsa (gözden yiterse, yani Dünya’nın kendi ekseni etrafındaki dönüşü yüzünden bizim konumumuza göre ufukta kaybolup batarsa), astronomik olarak yeni kamerî ay başlamış olmakla birlikte, Ay’ı (çıplak gözle) görmemiz mümkün olmaz.

Çünkü, böyle bir durumda Ay’ın hilâl şeklindeki çok ince bir parçası Güneş ışığını yansıtır, ve bu yansımayı, Güneş ışınlarının parlaklığı yüzünden gözümüz algılayamaz. Tıpkı gündüzün yıldızları göremeyişimiz gibi.

*

Mesela İstanbul‘da yaşadığımızı ve Ay’ın bu şekilde Güneş’ten beş dakika sonra battığını varsayalım.

Ve diyelim ki o gün, Ramazan’ın 30’uncu gününün orucunu tuttuk. Hilali görüp görmememizin artık bir önemi yoktur. Ertesi gün 1 Şevval’dir, bayramın birinci günüdür. Kamerî aylar ya 29 ya da 30 gün olur, 31 gün olmaz.

Ancak, bu örneğimiz çerçevesinde (henüz çıplak gözle görülemeyen) hilâl ortaya çıktığı halde, biz sadece 29 gün oruç tutmuşsak, ertesi gün için de oruca niyet etmek zorundayızdır. Çünkü, hilâli çıplak gözle göremedik.

Bu, şuna benzer: Güneş’in ışığı bize yaklaşık sekiz dakikada ulaşır. Yani astronomik açıdan Güneş Dünya’dan görünebilecek konuma geldiği halde, görünmesi için sekiz dakika geçmesi gerekecektir. Göremediğimiz için bizim açımızdan Güneş doğmamış demektir ve sabah namazını kılabiliriz. Birileri çıkıp, Hesaba göre Güneş tam şu anda doğdu, namaz kılamazsınız” diyemez.

Aynı şekilde, Hesaba göre yeni ay başladı, çıplak gözle göremiyorsanız da hilâl meydana çıktı, yarın oruç tutamazsınız, bayram yapacaksınız” denilemez.

*

Ancak, biz İstanbul‘da durup beklerken, Ay, Dünya etrafındaki dönüş hareketine devam ettiği, durmadığı için, bir süre sonra o, (yeryüzündeki insanların bakış açısına göre) Güneş’in biraz daha fazla doğusuna geçecektir. Ve batış vakti biraz daha fazla gecikecektir.

Yani, İstanbul’un batısındaki bir beldede (Viyana, Paris vs.), Güneş’ten beş dakika daha sonra değil, (faraza) 30 dakika daha sonra batacak, gözden kaybolacaktır.

Biz İstanbul’dakiler için o gece Ay’ı (hilâli) artık görmek mümkün değilken, (faraza Paris’te) Ay’ın Güneş’e göre 30 dakikalık geç batış süresinin son birkaç dakikasında Parislilerin yeni hilâli görmeleri mümkün olacaktır. Çünkü Güneş’in batış zamanının üzerinden daha fazla zaman geçmiş ve ortalığa karanlık çökmüştür, buna karşılık Ay’ın hilâl şeklindeki görüntüsü de biraz daha büyümüştür.

İşte bu durumda, Parisliler, İstanbul’dakilerin aksine, oruca niyet etmeyecek, ertesi gün bayram yapacaklardır. Çünkü, hilâli görmüşlerdir.

*

Burada şu sorun ortaya çıkmaktadır: Paris‘teki birileri İstanbul‘daki arkadaşlarına telefon edip, “Biz hilâli gördük, yarın bayram” derlerse, İstanbul’dakiler ne yapacaklardır?

Bu noktada mezhepler arasında farklılık var.

Geçmişte, “Herkes kendi beldesindeki gözlemini esas alır” diyenler olduğu gibi, “Hilâlin görülme yeri ve zamanı önem taşımaz, dikkate alınmaz (İhtilaf-ı metâli’a [doğuş yeri/zamanı farklılığına] itibar edilmez)” diyenler de olmuştur.

Ancak, ulemadan bazılarının “Hilâlin görülme yeri ve zamanı önem taşımaz, dikkate alınmaz (İhtilaf-ı metâli’a itibar edilmez)” dediği zamanlarda ulaşım ve iletişim imkânları bugünkü gibi değildi.

Telgraf, telefon, internet, radyo, televizyon vs. yoktu. İnsanların bir günlük (bir gecelik veya gündüzlük değil) ortalama yolculuk mesafesi (fıkhen dikkate alınan mesafe) yaklaşık 32 km kabul ediliyordu. (İstanbul ile Edirne arası 240, Pendik ile Başakşehir arası 62; Kartal ile Şirinevler arası 49 km.)

*

Böyle bir durumda, birileri şöyle dediklerinde onlara söylenebilecek birşey yoktur: ” ‘Hilâlin görülme yeri ve zamanı önem taşımaz, dikkate alınmaz (İhtilaf-ı metâli’a itibar edilmez)’ diyenlerin sözü, içtihatlardan bir içtihattır, herkesi bağlamaz. Zaten aksi yönde içtihatta bulunup fetva veren ulema da var. Üstelik, o ‘İtibar edilmez’ sözü, bugünkü ulaşım ve iletişim şartları çerçevesinde söylenmiş bir söz de değildir. Resulullah’ın s.a.s. hilâli görerek karar vermemiz yönündeki emri ise nasstır. Biz birilerinin içtihadı için Resulullah’ın sözünü terk edemeyiz. Mesela biz, Paris’tekilere, ‘Burada Güneş battı, akşam namazını kılıyoruz, siz de kılın’ diye telefon ediyor muyuz? Etmiyoruz!.. Onlar da bize telefon etmesinler.”

Evet, böyle dediklerinde, onlara söylenebilecek birşey yoktur.

Ha, siz de belki “Sonuçta Paris’tekinin görmesi ile de Resulullah’ın sözü yerine gelmiş olur” diyebilirsiniz. Ancak, mezhepçilik (içtihatçılık) yaparak, sizin gibi düşünmeyip “Bizim beldemiz için görme/rüyet gerçekleşmedi, zaten hesaba göre de bizim görmemiz mümkün değilmiş” diyenlere, kendi içtihadınızı dayatamazsınız.

*

Üstelik, bu durumda bile, Güneş takvimi çerçevesinde yine takvim birliğini sağlayamazsınız.

Çünkü, İstanbul’dakine telefon edip onun bayram yapmasını sağlasanız bile, daha uzak mesafeler için, özellikle Japonya, Çin, Yeni Zelanda, Avustralya, Moğolistan, Rusya’nın doğusu vs. için mümkün olmayacaktır. 

Çünkü, onlar için imsak vakti geçmiş olacak, dolayısıyla ertesi gün için oruca niyet etmiş bulunacaklardır.

(“Niyet etmesinler, ne çıkar!” diyemezsiniz. Ramazan ayının bitip bayramın gelmesi değil de ramazan ayının başlaması çerçevesinde düşünelim. Şaban’ın 29 günü tamamlanmış olsun. Japonya, Çin, Yeni Zelanda, Avustralya, Moğolistan ve Rusya’nın doğusundakiler, hilâlî görmedikleri, ve imsak vakti de gelip geçtiği için, oruca niyet etmeyecek, mesela sabah namazı vakti, oruçlu olmadıkları için yiyip içebileceklerdir. O sırada Paris‘teki hilâli görüp Ramazan ayının başladığını ilan etse bile, onlar için Ramazan ayı başlamamıştır, kesin olarak Şaban ayının 30’uncu günündedirler. Fakat, o sırada Güneş takvimine göre Japonyalı ile Parislinin günü, aynı gündür. Kamerî takvim çerçevesinde ise Japonya 30 Şaban’ı idrak etmektedir, Parisli ise 1 Ramazan’a kavuşmuştur.)

*

Bu noktada Fethullah Gülen fıkhının takipçisi ya da mucidi Faruk Beşer’in akıllara ziyan bir “ölçüt” getirdiğini görüyoruz.

“Sahur yapma imkânı olanlar”ın (böyle telefonla filan haber aldıklarında) ramazan orucuna başlayabileceklerini, sahur vaktini geçirmiş olanların ise niyetlenmeyeceklerini yazabilmişti.

Burada iki tane sakatlık var:

Birincisi, Resulullah s.a.s.’in rüyet emrini (tevil ile) ortadan kaldırıyor, dikkate almıyor, fakat bir sahur yapabilme şartı icat ediyor (Sahur yemeği sünnettir, farz değildir. Sahur yapılmadan da oruç tutulur).

Gerçekte, burada önemli olan sahur yapabilme değil, niyet için vakit şartının oluşması sorunu vardır. Vakit girmeden mesela öğle namazını kılamayacağınız gibi, ramazan ayının vakti girmeden de ramazan orucuna niyet edemezsiniz.

İkincisi, bu “sahur yapabilme” şartı çerçevesinde de “takvim birliği” yine güme gitmektedir (Tabiî ki Güneş takvimi çerçevesindeki birlik.. Yoksa, kamerî takvim çerçevesinde birlik her halükârda sağlanıyor. Bütün müslümanlar, Güneş takvimine göre farklı günlere karşılık gelse de, kamerî takvim çerçevesinde 1 ramazan günü oruca başlıyor, 1 şevval günü bayram yapıyorlar).

Umarız mesele anlaşılmıştır.

Daha ayrıntılı bilgi isteyen şu yazıya bakabilir:

DİYANET İLMİHALİ’NİN YAZARLARINA (KARAMAN, BARDAKOĞLU, APAYDIN) BAYRAM’IN TESPİTİ KONUSUNDA BİRKAÇ SORU

GERÇEĞİ DÜRÜSTÇE YAZAN MUHALİFLER,

AKPARTİ’NİN ÖNCEDEN LİBERAL, ŞİMDİLERDEYSE ULUSALCI OLDUĞUNU SÖYLÜYORLAR..

“İSLAMCI” DEMİYORLAR..

USTASI MEHMET ALİ KIŞLALI GİBİ “DERİN DEVLET”İN MUHALİF KANATTAKİ ADAMI OLAN MEHMET Y. YILMAZ TÜRÜNDEN “İBNELİK AVUKATI” KEMALİSTLER/ATATÜRKÇÜLER İSE,

SÜREKLİ (ATATÜRK İLKE VE İNKILAPLARININ DEVAMI SAYILABİLECEK İSTANBUL SÖZLEŞMESİ “DEVRİM”İNİN SAHİBİ) AKPARTİ ÜZERİNDEN İSLAMCILIĞI (YANİ İSLAM’I) HEDEF ALIYOR, AŞAĞILIYORLAR..

BÖYLECE AKPARTİ’NİN GÜNAHLARI NE BATICI LİBERALLİĞİN NE DE “ILIMLI KEMALİST” ULUSALCILIĞIN/IRKÇILIĞIN/FAŞİZMİN HANESİNE YAZILIYOR..

TAVŞAN’A “KAÇ!”, TAZIYA “TUT!” DİYEREK İKİ YÜZLÜ (HATTA YERİNE GÖRE 200 YÜZLÜ) “OYUN İÇİNDE OYUN” SERGİLEYEN “DİNSİZ/LAİK DERİN DEVLET” AHLÂKSIZ VE ŞEREFSİZ OYUNUNU (YANDAŞI VE MUHALİFİYLE) “KULLANIŞLI KALEMLER”İNE ÇOK İYİ OYNATIYOR

 

Barış Soydan

Barış Soydan

bar.soydan@gmail.com

25 Mayıs 2020

AKP ekonomide de ulusalcı görüşün dediğine geldi

Fatura dönüp dolaşıp yine halka çıkıyor. Koronavirüs’ten önce, yüksek gümrük vergisi olmasa 200-300 liraya satılacak spor ayakkabıya 500-600 lira ödüyorduk, şimdi aynı fatura diğer sektörlerde karşımıza çıkacak

Abdullah Gül’ün meşhur sözüyle, insan gerçekten hayret ediyor. 2002’de serbest ticaretin, serbest piyasanın bayraktarlığını yaparak iktidara yürüyen AK Parti, on sekiz yıl sonra ulusalcı görüşle özdeşleşen ekonomi politikalarının, ithal ikamesinin, yüksek gümrük duvarları arkasında yerli sanayinin korunmasının, kendi yağında kavrulmanın savunucusu ve uygulayıcısı haline geldi. Çamaşır makinesinden altına, otomotiv yan sanayinden inşaata, yüzlerce ürüne getirilen yüzde 30 gümrük vergisi bunun en son örneği.

Gümrük vergilerinin Koronavirüs salgını dolayısıyla kerhen, geçici bir süre için konulduğunu düşünenler olabilir. Ben de öyle düşünüyordum. Bu vergilerde dış borç ödemelerinin yoğunlaştığı aylarda döviz çıkışını engelleme isteğinin etkisi elbette var. Ama Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak, “Birileri bu ülkeyi ithalat cenneti yapmaya çalıştı. Stratejik ürünler hariç ithalat kolay olmayacak” diyerek daha fazlasını, ekonomide köklü bir değişimi hedeflediklerinin işaretini verdi…

Gümrük vergileriyle yerli sanayinin korunması, yani “ithal ikamesi”, 1970’lerde sol partilerin alameti farikasıydı. Aradan geçen 50 yılda köprülerin altından çok sular aktı. Kuzey Kore gibi birkaç istisna dışında bütün ülkeler bir şekilde dünyaya entegre oldu. 1980 yılında Türkiye’nin ihracatının yüzde 56’sı tarım ve ormancılık ürünlerinden oluşurken 2018’de bu oran yüzde 3’e indi. Aynı dönemde, imalat sanayi sektörünün toplam ihracat içindeki payı yüzde 37’den yüzde 94’e çıktı. Dış ticaret hacminin gayrisafi yurtiçi hasılaya oranı 1980 yılında yüzde 17 iken, 2017 yılında yüzde 54’e yükseldi. Bu süreçte sol partiler de ekonomi politikalarını değiştirip kontrolsüz küreselleşme karşısında kontrollü küreselleşmeyi savunmaya başladılar. Ne Brezilya’nın eski solcu Başkanı Lula’nın gündeminde ülkesini dünyaya kapatmak vardı, ne İspanya’da son seçimleri kazanarak iktidara gelen Sosyalist Parti ile radikal solcu koalisyon ortağı Podemos’un…

Evet, Türkiye sanayisi ithalata bağımlı. Ama hangi ülke değil ki? Dünyaya mal satmaya başlayınca ister istemez yerlilerin yanı sıra başka ülkelerden tedarikçilerle çalışmak zorunda kalıyorsunuz. Yoksa Çinli şirketlerle nasıl rekabet edeceksiniz?

Türkiye’de de olan bu. Türkiye’nin ihracat içindeki ithal girdi yoğunluğu 1995 yılında yüzde 13.9’du. 2012 yılında yüzde 30.2’ye çıktı.

İyi de bu oranlar başka ülkelerde nasıl? Sürpriz (ya da değil): Almanya’da ihracat içinde ithal girdi yoğunluğu Türkiye’den daha yüksek.

“Bırakınız yapsınlar bırakınız geçsinler” türü bir küreselleşmeden yana değilim. Uluslararası ticaret denetlenmeli ve bu arada yüksek teknoloji veya yüksek katma değer içeren bazı sektörler korunmalı. Ama korunacak sektörlerin hangileri olacağı, bol kepçe kararlarla veya patronlarının iktidara yakınlığına göre değil iktisadi akla göre belirlenmeli.

Bütün ekonomiyi yüksek gümrük duvarları arkasına almak verimsizlik ve enflasyondan başka bir şey getirmiyor. Üstelik bunun faturası dönüp dolaşıp yine halka çıkıyor. Koronavirüs’ten önce, yüksek gümrük vergisi olmasa 200-300 liraya satılacak spor ayakkabıya 500-600 lira ödüyorduk, şimdi aynı fatura diğer sektörlerde karşımıza çıkacak.

Albayrak’ın, “Birileri bu ülkeyi ithalat cenneti yapmaya çalıştı” diyerek Ali Babacan’ı kastettiği belli. TL’nin değerinin hormonlu biçimde şiştiği, 1 TL=1 dolar olacak beklentisinin güçlendiği, peynir ekmek gibi BMW ve iPhone satılan Babacanlı yıllarda (O günleri “Peynir ekmek gibi BMW satılan ülke eşekten nasıl düştü?” başlıklı yazımda anlatmaya çalışmıştım) ekonomi yönetiminin olan bitene seyirci kalarak bugünkü dengesizliklere zemin hazırladığı doğru. Ama acaba TL’deki hormonlu değerlenmenin sorumlusu Babacan mıydı, yoksa halkta sahte zenginlik hissi yaratarak iktidar partisinin oylarını artırdığı için bizzat Başbakan mı? O günlerin perde arkası yazıldığında öğreniriz…

BAYRAMDA TAKVİM BİRLİĞİ ARAMAK KUŞ BEYİNLİLİKTİR..

BİRİSİ BUNDAN SÖZ EDİYORSA, ONUN İÇİN IQ TESTİ YAPMANIZA GEREK KALMAZ..

GERİ ZEKÂLIDIR..

EQ’SU DA YERLERDE SÜRÜNÜYORDUR, ŞAHSİYETSİZ/KİŞİLİKSİZ BİR BATI TAKLİTÇİSİDİR.

ÇÜNKÜ YAPTIKLARI, HRİSTİYAN BATI’NIN GÜNEŞ TAKVİMİNİ ESAS ALIP KAMERÎ TAKVİMLE OYNAMA VE ONA UYDURMA AKILSIZLIĞIDIR.

MÜSLÜMANLAR ARASINDAKİ BEYİNSİZLERİN AKSİNE, BATILILAR, “YA HU BİZİM NOEL’İMİZ NİYE MÜSLÜMANLAR’IN KAMERÎ TAKVİMİNE GÖRE AYNI GÜNE DENK GELMİYOR DA İKİ AYRI GÜNE YAYILIYOR? BUNU KAMERÎ TAKVİME GÖRE AYNI GÜNDE TOPLAYALIM” DİYE, OLMAYACAK BİR ÇABANIN İÇİNE GİRMİYORLAR.

 

İslam dünyasında ramazanın belirlenmesi noktasında çeşitli görüş ayrılıkları devam ediyor.

HAMASET VE İKTİDAR YAĞCILIĞI EDEBİYATINDA İPİN UCUNU KAÇIRMIŞ BİR GENEL YAYIN YÖNETMENİ TARAFINDAN İDARE EDİLEN,

(İSTİSNALAR VARSA DA) BİR “YAĞDANLIKLAR KOLEKSİYONU SEÇKİSİ”NİN KÖŞE YAZARLIĞI YAPTIĞI,

“SARAY GÜDÜMLÜ FIKIHÇI”LARIN AHKÂM KESTİĞİ BİR GAZETENİN,

YENİ ŞAFAK‘IN, APTALCA, REFORMİSTÇE, LAUBALİCE, (DİNLERİNİ “SİYASÎ İRADE”LERİN ARZUSUNA GÖRE TAHRİF EDEN) YAHUDİ VE HRİSTİYANLAR’A YAKIŞAN BİR ANLAYIŞLA YAYINLADIĞI BİR “BAYRAM” HABER-YORUMU (VE CEVABIMIZ):

 

İslam dünyasında takvim sorunu: Bayram neden aynı gün kutlanamıyor?

Birçok İslam ülkesinde Ramazan Bayramı’nın kutlanacağı günün birbirinden farklılık göstermesi uzun süredir tartışılan bir sorunu yeniden gündeme getirdi. Astronomik ölçümler ve İslami kurumların kararlarında oluşan ihtilaflar nedeniyle Müslüman ülkeler, hemen hemen her yıl benzer sorunu yaşıyor. Müslümanların birlik ruhunu zedeleyen farklılıkların sonlandırılması ancak siyasi iradenin sağlanmasıyla mümkün görülüyor.

Haber Merkezi    GZT Yeni Şafak

Koronavirüs salgını gölgesinde hüzünle ihya edilen on bir ayın sultanı ramazan ayı sona ererken, bu yıl da bayram tarihi konusunda ihtilaflar yaşandı.

Bayramı Türkiye ile aynı gün kutlayacak ülkeler arasında İran, Pakistan, Suudi Arabistan, Fas, Cezayir, Katar, Kuveyt, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Filistin, Ürdün, Irak, Yemen, Mısır, Libya, Suriye, Lübnan, Cezayir ve Tunus gibi ülkeler bulunuyor.

AFRİKA’DA 1 GÜN ÖNCE BAŞLADI

Mali, Senegal, Fildişi, Somali, Nijer, Gambiya, Nijerya ve Moritanya gibi Afrika ülkelerinde bayram 23 Mayıs Cumartesi tarihinde başladı. Hindistan ve Bangladeş’te ise 25 Mayıs Pazartesi günü kutlanacak.

Her yıl olduğu gibi bu ramazanda da bayram gününün farklılık göstermesi ‘ortak takvim uygulanması mümkün mü?‘ sorusunu gündeme getirdi.

ZİRVEDE ORTAK KARAR ÇIKTI, UYGULANMADI

İslam ülkelerinden yüksek dini kurumların temsilcileri, aynı takvimi kullanmak için bu konuda defalarca toplantı gerçekleştirmişti. Bu toplantıların en sonuncusu 2016 yılında İstanbul’da yapıldı.

50 Müslüman ülkeden temsilcilerin katıldığı “Hicri Takvim Birliği” kongresinden ‘Tekli Takvim‘ kararı çıktı. Aynı kongrede dünyanın herhangi bir noktasında görülen hilalin tüm Müslümanları bağlaması ve hilalin farklı zamanlarda farklı yerlerde görülmesine itibar edilmemesi konusunda fikir birliğine varıldı. Ancak kongreden çıkan karar uygulanmadı.

NEDEN FARKLI GÜNLERDE KUTLANIYOR?

Müslüman ülkelerin bayramı farklı günlerde kutlamasının temel nedeni ölçüm ve hesaplamalardaki farklılıklara dayandırılsa da aslında ihtilafın siyasi bir boyutu olduğu tartışılmaz bir gerçek.

TÜRKİYE NEYİ ESAS ALIYOR?

Öncelikle Türkiye başta olmak üzere, astronomi verilerini kabul eden ülkeler, hilalin dünyanın herhangi bir yerinde görülmesini esas alıyorlar. Bu esas alışta hesaplamayla beraber, dünyanın farklı yerlerinde kurulan merkezlerde de hilal gözlemleniyor. Tüm bu işlemlerde, dünyanın birçok ülkesinden katılımla İstanbul’da yapılan Kasım 1978 Ru’yet-i Hilal Konferansının ortak sonuçları esas alınıyor.

Özellikle teknolojinin gelişmesiyle beraber, en ince gök olaylarının bile neredeyse hatasıza yakın bir şekilde önceden hesaplanabilmesi, hesapla hilalin tespitini savunanların en büyük dayanağı durumunda.

BAZI ÜLKELERDE HİLALİN GÖZLE GÖRÜLMESİ BEKLENİYOR

Suudi Arabistan’ın başını çektiği birçok Arap ülkesi, İran ve Pakistan (Pakistan bu yıl kararını değiştirdi) gibi bazı ülkeler hilalin gözle görülmesini esas alıyorlar. Buna göre, Şaban ayının yirmi dokuzuncu akşamı hilal gözlemleniyor.

Ramazanın başlangıcını ve bitişini belirlemek için en az iki kişinin bu hilali gördüklerine dair şahitliği isteniyor. Bu şahitlikler devletin ilgili organlarının tasdikinden geçtikten sonra duyuruluyor. Eğer yirmi dokuzuncu gün hilal görülmezse Şaban otuza tamamlanıyor.

SUUDİ ARABİSTAN HİLAL KONUSUNU SİYASET ARACINA DÖNÜŞTÜRDÜ

Hilalin farklı bölgelerde görülmesi meselesi özellikle iletişimin artmasıyla biraz kenarda kalmış görünüyor. Sadece kendi kriterlerini esas alan bazı ülkeler olsa da özellikle Arap ülkelerinin birçoğu Suudi Arabistan’da görülen hilale uyuyor.

  • Özellikle Suud yönetimi, daha önce kendisinin de kabul ettiği Türkiye’de alınan kararlara uymadığı, hilali gözlemleme işini siyasi bir mücadele aracına dönüştürdüğü ve gözlemleme işini gerekli ehemmiyeti vererek yürütmediği gibi bazı iddialarla eleştiriliyor.

Hilalin tespiti ve ramazan ayının başlangıcı konusu bugün tam bir keşmekeşe dönmüş durumda. Özellikle bazı senelerde hilali hesap yöntemi ile belirleyen ve gözle görülmesini esas alan ülkeler arasında üç- dört gün farkın olduğu dahi oluyor.

BİRLİK RUHUNU ZEDELEYEN KARARLAR ALINIYOR

Hatta bazen durum aynı ülke içinde farklı altyapıya sahip dinî grupların Ramazan ayını ve bayramı farklı günlerde idrak etmesine kadar varıyor. Birlik ruhunu zedeleyen bu farklılık aynı zamanda zihinlerde ciddi soru işaretlerine de neden oluyor. İslam dünyasının içinde bulunduğu karışık durum, bu konu hakkında yakın gelecekte bir çözümün maalesef zor olduğunu gösteriyor.

*

CEVABIMIZ:

 

FARUK BEŞER’E RÜ’YET-İ HİLAL MESELESİNİ ANLATAMADIK GİTTİ

 

Yine Ramazan'ın tespiti, yine Müslümanların perişanlığı

Sesli Makale - Video -Faruk Beşer : Yine neden aynı günde bayram ...

 

Evet, anlatamadık gitti.

Bugünkü (24 Nisan 2020) yazısından o anlaşılıyor.

Tane tane, bir ilkokul birinci sınıf öğrencisine anlatır gibi bir kez daha anlatalım:

  1. Burada temel yanlış, kamerî takvimgüneş takvimiyle eşleştirmeye çalışmaktan kaynaklanıyor. Mesela bu sene Ramazan ayı Türkiye’de 24 Nisan gününde başladıysa, Dünya’nın her yerindeki Müslümanların 24 Nisan gününü 1 Ramazan kabul etmeleri isteniyor.
  2. Oysa, önemli olan, Müslümanların oruca 1 Ramazan günü başlamış olmalarıdır. Ve 1 Ramazan’ın, güneş takvimine göre illa da tek bir güne karşılık gelmesi şart değildir.
  3. Kaldı ki, güneş takvimine göre bile aynı gün gerçekte aynı zaman dilimine tekabül etmez. Mesela 24 Nisan gününü alalım, Japonya ve Avustralya’da 24 Nisan günü başladığında Ortadoğu, Avrupa, Afrika ve Amerika’da takvimler hâla 23 Nisan’ı gösterirler. Türkiye’de gece 24:00’de 24 Nisan’a girildiğinde, Amerika için 23 Nisan gününün bitmesine daha sekiz saat vardır. Kimse de çıkıp şunu demez: “Nasıl oluyor da tam da şu anda insanlar Asya’da 24 Nisan’da, ABD’de 23 Nisan’da oluyorlar? Bunları birleştirelim.” Böylesi sivri akıllılar kamerî takvim söz konusu olduğunda boy gösteriyorlar. Hemen kalkıp, “Nasıl oluyor da Amerika’da 1 Ramazan yaşanıyorken, insanlar oruç tutmaya başlamışken, güneş takviminin aynı gününde Asya müslümanları kamerî takvime göre Şaban ayının son gününde oluyorlar? Bunu birleştirmeliyiz” diye hemen feveran ediyorlar.
  4. Nasıl Dünya’da her kıtanın 24 Nisan‘ı güneş takvimi çerçevesinde gerçekte farklı zaman dilimlerine karşılık geliyorsa, 1 Ramazan’ı da kamerî takvim çerçevesinde farklı zaman dilimlerine karşılık gelebilir, gelir, gelmek zorundadır. Bu zaman dilimlerinin güneş takvimine göre hangi günlere denk geleceği ise hiç önem taşımaz. “İlla da takvim birliği” diye tutturanlar, daha baştan kamerî takvimi değil, güneş takvimini esas alıyor ve kamerî takvimi güneş takvimine uydurmaya çalışıyorlar. Bunun da Hristiyan Batı karşısındaki aşağılık duygusundan ve taklitçilikten kaynaklandığı açık. Yani bunlar takvim birliği derken, Müslümanlar’ın kamerî takvim çerçevesinde 1 Ramazan’da oruç tutmaya başlamasını önemsemiyorlar, illa da Hristiyan’ın güneş takvimine göre (ki o da Dünya genelinde gerçeklikte aynı zaman dilimlerine karşılık gelmiyor) aynı gün oruca başlansın istiyorlar. Halbuki, farklı zaman dilimlerinde de olsa, Müslümanlar kamerî takvim çerçevesinde 1 Ramazan’da oruca başladıklarında, takvim birliği sağlanmış demektir.
  5. Ha bu kamerî takvimin 1 Ramazan günü, Dünya’nın her yerinde Hristiyan Batı’nın güneş takvimine göre aynı güne karşılık gelmiyormuş.. Bu, müslümanın sorunu değildir. Batılılar takvim birliğine çok meraklıysalar, mesela 24 Nisan gününü Japonya ve Amerika’da gerçeklikte aynı zaman dilimine sabitlesinler. Böylece takvim birliklerini sağlasınlar.
  6. Özetle, burada güneş takvimini esas alıp kamerî takvimle oynama ve ona uydurma akılsızlığı (ve de Hristiyan taklitçiliği, şahsiyetsizliği ve geri zekâlılığı) var. Müslümanlar arasındaki beyinsizlerin aksine, Batılılar, “Ya hu niye bizim Noel’imiz Müslümanlar’ın kamerî takvimine göre aynı güne denk gelmiyor da iki ayrı güne yayılıyor. Bunu kamerî takvime göre aynı günde toplayalım” diye, olmayacak bir çabanın içine girmiyorlar.

*

TAKVİM VE HİLALİ GÖRMEK

 

(https://tenbih.wordpress.com/2018/01/11/__trashed-4/)

 

Evreleri - Dünya güneş ve ay

RAMAZAN AYININ BAŞLANGICI, TAKVİM VE HİLALİ GÖRMEK

 

Yeni Şafak gazetesi yazarı Faruk Beşer, kamerî aylar konusundaki hatasını sürdürmeye devam ediyor.

Yazısından alıntılar yapacağız, fakat önce, nerede hata yaptığını söyleyelim: Elma ile armutu topluyor, iki ayrı takvimi birbiriyle karıştırıyor.

Ramazan ayı, Güneş takvimine göre belirlenen bir ay değildir. O yüzden, onu, Güneş takvimine göre belirlenen günlere uydurmaya çalışmak, ilk düğmeyi yanlış ilikleyerek işe başlamaktır.

Kamerî takvime ait bir günün (ki gün, “doğal” bir olayla, Güneş’in batışıyla başlayıp biter), Güneş takvimine göre belirlenen bir günle (ki kafadan atılıp belirlenmiş bir “gece yarısı saat 24:00” ile bitip başlar) örtüşmesini beklemek de, istemek de, düşüncesizliğin daniskasıdır.

Değil bu iki ayrı takvime ait günlerin birbiriyle örtüşmesi, Dünya’nın farklı kıtalarının günlerinin bile, aynı takvim çerçevesinde, birbiriyle örtüşmesi mümkün değildir.

Mesela, bir buçuk yıl önce,  2018’DEN 2017’YE YOLCULUK başlıklı bir haber okumuştum:

 

31 Aralık 2017 Pazar – 14:30

2018 yılına ilk giren ülkeler Avustralya, Yeni Zelanda ve Pasifik Okyanusu’nda bulunan bazı ada ülkeleri oldu. Güney Yarım kürede olan ve yaz mevsimi yaşayan iki ülkede her sene olduğu gibi yeni yıl havai fişek şöleniyle kutlandı. 2018 yılından kalkan ilk uçaklardan biri ise Hawaiian Airlines ait HA446 sefer sayılı uçak oldu.

(Yeni Zelanda) Auckland’tan kalkış yapan Airbus 330 tipi uçak yaklaşık 9 saatlik bir uçuşun ardından Honolulu’ya (Pasifik Okyanusu’nun ortasındaki Havai’ye) iniş yapacak.

Bir başka deyişle 2018 yılından kalkış yapan  uçağın yolcuları, 2017’ye yolculuk yapmış olacak.

Airkule.com

 

Dünya işte böyle bir yer.

Herkesin günü kendisi içindir.

Güneş takvimi çerçevesinde de durum böyle.

Mesela, bugünün tarihi 3 Mayıs 2019..

Ancak, Türkiye’nin 3 Mayıs günü ile ABD’nin 3 Mayıs günü birbiriyle örtüşmüyor.

Biz 3 Mayıs’ı yaşarken ABD 2 Mayıs’ta oyalanmakta olabiliyor.

Ve gece biz 4 Mayıs’a geçtiğimizde, ABD hâlâ 3 Mayıs’ı yaşamaya devam edecek..

Hani takvim birliği?

*

Evet, bir birlik var.. Fakat bu, itibarî.. Gerçek bir birlik değil.

Zaman dilimleri farklı.. Fakat sadece isimde birlik var.. Farklı zaman dilimlerine aynı ismi (mesela 3 Mayıs ismini) veriyor, meseleyi kâğıt üstünde çözmüş oluyorsunuz.

O yüzden, 2018 yılının ilk dakikalarında Yeni Zelanda’dan havalanan bir uçak, yolcularını (güya) zamanda geriye götürüp, bir yıl öncesinde, yani 2017’de Havai’de yere bırakabiliyor.

Gün değil, yıl bile farklılık gösterebiliyor. Geçmişe (uydurma bir geçmişe) yolculuk yapabiliyorsunuz.

Kimse de buna, Güneş takvimini kullanan ülkelerin perişanlığı demiyor.

*

Gelelim Faruk Beşer‘in yazısına:

Yine Ramazan’ın tespiti, yine Müslümanların perişanlığı” başlığını taşıyor.

İlk paragraf şöyle:

 

Meselenin önemli noktalarına tekrar değineceğiz ama uygulama açısından şu kuralı da söylemeliyiz: Resulüllah buyuruyor ki, ‘Oruca herkesin başladığı günde başlanır, bayram herkesin bayram ettiği gündür, kurban da herkesin kurban kestiği gündür’ (Tirmizi). Yani durum ne olursa olsun oruca hep beraber başlanır, hep beraber bayram edilir. Buna göre pazartesi hep beraber oruca başlayacağız, 4 Haziran Salı günü de hep beraber bayram edeceğiz. İşin uygulaması böyledir, başka türlü davranmak doğru olmaz. Bu hadisi şerifin bir işareti de şudur: Tespitte hata olsa bile Müslümanların birlikte hareket etmeleri, yanlış yapmamalarından daha önemlidir. Bu sebeple benim burada söyleyeceklerim kimseyi bağlamaz.

 

Faruk Beşer’in anlamadığı, aklına getirmediği şu: Tamam, oruca Pazartesi günü başlayacağız da, her ülkenin Pazartesi’si farklı zaman dilimine karşılık geliyor.

Mesela, Japonya’nın Pazartesi’si başladığında biz hâlâ Pazar gününde oluyoruz.

Hele ABD’nin Pazartesi’si ile Japonya’nın Pazartesi’si birbirine hiç uymuyor.

Şimdi sen, Japonya’daki müslüman ile ABD’deki bir müslümanı itibarî Güneş takvimine göre aynı Pazartesi gününde oruca başlatırsan, yanlış yaparsın.

Kamerî takvimi Güneş takvimine uydurmaya çalışma şaşkınlığını ilim zannetmeyi Faruk Beşer gibi işgüzârlar artık bırakmalıdır.

*

Mesele, Müslümanların oruca Güneş takvimine göre belirlenen Pazartesi (yani 6 Mayıs) günü başlaması olarak ortaya konulduğunda, düğme yanlış iliklenmeye başladığı için, doğru hareket edilemez.

Yani sen burada kamerî takvimi değil, Güneş takvimini esas alıyor, olayı 6 Mayıs’a bağlıyorsun.

Halbuki, burada, Güneş takvimine göre belirlenen itibarî ve kıtalara göre değişen 6 Mayıs gününün fıkhen hiçbir hükmü yoktur.

Burada Mayıs diye bir ay yoktur.. Sadece Ramazan ayı vardır..

Yani, Dünya müslümanları 1 Ramazan‘da oruca başladıklarını söyledikleri zaman, mesele hallolmuş, birlik sağlanmış olur.

*

Dünya’nın yuvarlak olması nedeniyle bu 1 Ramazan farklı kıtalarda farklı zaman dilimlerine tekabül edecektir.

Ayrıca, 1 Ramazan günü, Güneş takviminin tek bir günü ile asla örtüşmeyecektir.

Nasıl örtüşsün ki, Güneş takvimine ait bir gün bile dünyanın farklı kıtalarında farklı zaman dilimlerine karşılık geliyor, birbiriyle örtüşmüyorlar. Bir yerde mesela 6 Mayıs günü yaşanırken başka bir yerde 7 Mayıs yaşanmaya başlamış olabiliyor.

*

Faruk Beşer’in yazısındaki bir paragraf şöyle:

 

Ramazan’ı başlatmak için Hilal’i görmek bizatihi bir ibadet değildir. Önemli olan Ramazan ayını/şehrini doğru tespit etmektir. Bu tespit için Resulüllah (sa) kendi zamanında üç farklı yol göstermiştir: Hilal’i bizzat görmek, bu mümkün değilse Şaban’ı otuza tamamlamak, ya da takdir etmek. Takdir hesap demektir. Bu farklı metotlar da gösteriyor ki, asıl olan rü’yet değil, Ramazan’ın doğru tespitidir. Allah da (cc) Hilal’i gördüğünüzde demiyor da, Ramazan ayına/şehr-i Ramazana ulaştığınızda oruç tutun buyurur.

 

İmdi, rü’yeti (görmeyi) bir tarafa bırakır, hesabı esas alırsanız, herşeyi bozmuş olursunuz.

Mesela, Güneş’in sabahleyin doğuşu, hesaba göre, rü’yetinden/görülmesinden yaklaşık 8 dakika kadar önce gerçekleşir. Güneş’in ışıkları bize 8 küsur dakika içinde ulaştığı için, Güneş’in doğuşunun farkına biz geç varırız. İşte burada, “Önemli olan Güneş’in doğuşudur, görülmesi değildir” denilemez. Yani, biz, Güneş’in doğuşunu görmedikçe, sabah namazını kılabiliriz.

Ramazan ayının başlaması da böyledir. Hesap doğru olabilir, fakat ibadet, salt hesaba göre yapılamaz.

Hesap, rü’yeti de dikkate alıyorsa, o başka..

*

Faruk Beşer’in diğer bir paragrafı şöyle:

 

Tarihte Müslümanlar ibadetlerini doğru zamanlarda ve doğru mekânlarda yapabilmek için özellikle astronomi bilimini geliştirmişler ve meseleyi doğru anladıkları zamanlarda bu bilimden sonuna kadar yararlanmışlar. Hatta Hicri V. Asır’da yaşayan Subkî, ‘eğer bir gün hesap bize çok kesin sonuç verirse o zaman rü’yete değil hesaba bakarız. Çünkü önemli olan Ramazan’ı en doğru şekilde tespittir’ demiş. Müslümanlar varlığı anlamaktan uzaklaştıkça İslam’dan da uzaklaşmışlar.

 

Rü’yetin ne zaman gerçekleşebileceğini hesapla belirleyebiliyorsan, belki rü’yete gerek kalmayabilir. Fakat rü’yet şartını tümden devre dışı bırakamazsın.

*

Beşer’in bir başka cümlesi, düşünmeden yazıp çizdiğini gösteriyor:

 

Yeni ayın başlangıcı tamamen kozmolojik bir ayettir ve dünyanın hiçbir yerine göre farklılık arz etmez. Bu da güneşin, ayın ve dünyanın fezada aynı düzlemde buluşmaları anıdır, bu durum ayda bir kez gerçekleşir ve yeni kameri ay da bu kavuşum/içtima ile başlar. Bu sene Ramazan ayının başlangıcı olan kavuşum yarın (4 Mayıs cumartesi) Greenwich saatiyle 22.46, yani Türkiye saatiyle 20.46’dır. Bunun anlamı şudur: Yarın akşam saat 08.46’da bütün dünya için Ramazan girmiştir ve henüz sahuru bitmemiş olan ülkeler Pazar günü oruca kalkmalıdırlar. Bu başlangıç bu sene Hindistan’ın doğusuna tekabül ediyor. Oysa rü’yet gerçekleşmeyeceği için Diyanet Takvimi, Ramazan’ı pazartesi başlatıyor, bu çok açık bir yanlıştır.

 

Bay Beşer, Yeni ayın başlangıcı tamamen kozmolojik bir ayettir ve dünyanın hiçbir yerine göre farklılık arz etmez diye birşey yoktur.

Mesela Güneş’in doğup gündüzün başlaması da kozmolojik bir ayettir ve dünyanın her yerine göre farklılık gösterir.

Yeni ayın başlangıcı da aynı şekilde beldeye göre farklılık gösterebilir.

Farklılık göstermeyen şudur: Mesela Güneş’in İstanbul’daki doğuş saati, İstanbul’da veya Tokyo’da yaşamanıza göre değişmez. Fakat Güneş’in doğuş saati/zamanı İstanbul’da ve Tokyo’da farklıdır.

Aynı şekilde, Ay’ın Dünya’ya göre belirli andaki konumu da, yaşadığımız bölgeye göre değişmez, fakat bu, kamerî ayın Dünya’nın her yerinde aynı anda başlayacak olması anlamına gelmez.

Faruk Beşer’in sözünü ettiği kavuşum, Ay’ın Güneş ile Dünya arasına girmesi ve bu yüzden (Güneş’ten ışık yansıtamadığı için) görülememesidir.

Şemalara bakıp öyle devam edelim:

 

ay kavuşum dünya güneş kameri ay ile ilgili görsel sonucu

ay kavuşum dünya güneş kameri ay ile ilgili görsel sonucu

HİLÂL - TDV İslâm Ansiklopedisi

HİLÂL - TDV İslâm Ansiklopedisi

 

Faruk Beşer’in yazısından öğrendiğimize göre, bu sene kavuşum vakti, Türkiye’de, 4 Mayıs Cumartesi günü saat 20.46’ya denk geliyor (Bu sırada Japonya 5 Mayıs gününü yaşıyor).

Şimdi, Faruk efendinin cümlesine bakalım:

 

Bunun anlamı şudur: Yarın akşam saat 08.46’da bütün dünya için Ramazan girmiştir ve henüz sahuru bitmemiş olan ülkeler Pazar günü oruca kalkmalıdırlar.

 

Görüldüğü gibi bay Beşer “rü’yet” şartını kaldırıyor, yerine “sahurun bitmemesi” şartını getiriyor.

Bu durumda, “Bütün dünya için Ramazan girmiştir” lafı saçmalık oluyor. Kendi yaklaşımı çerçevesinde şöyle demesi gerekirdi“Kavuşum, Ramazan’ın girmesi için tek başına yeterli değildir. Her ülke, kendi günü çerçevesinde o günün ilk sahur vaktiyle birlikte Ramazan’a girmiş sayılır.”

Faruk Beşer’in yaklaşımına göre, 5 Mayıs günü Hindistan’ın batısında kalan ülkelerin müslümanları oruç tutmalıdır. Onlar için Ramazan ayı girmiştir. Fakat Japonya, Çin, Avustralya vs. gibi daha doğudaki ülkelerde yaşayan müslümanlar, 5 Mayıs günü oruç tutmayacaktır. Çünkü onlar için Ramazan ayı girmemiştir (veya Faruk Beşer zihinsel perişanlığına göre “tüm dünya” ile birlikte onlar için de girmiştir, fakat sahur vakti geçtiği için oruçtan muaflar).

Böylece Faruk Beşer, bu senenin 1 Ramazan‘ının Güneş takvimine göre, Hindistan’ın doğusundaki ülkeler için 6 Mayıs‘a, batısındaki ülkeler içinse 5 Mayıs‘a tekabül ettiğini kabul etmiş oluyor.

Sorun şu ki, bunun farkında değil.