T24.com yazarı Murat Belge, 10 gün önce bu konuyu yazısına taşıdı.
Murat Belge, Cumhuriyet’in ilk yıllarının “seçkin”lerinden Burhan Belge‘nin oğlu..
Burhan Belge’nin kim olduğu aklınızda kalmamış olabilir, fakat Atatürk’ün sohbet halkasındaki kadınlardan şu meşhur film yıldızı Zsa Zsa Gabor‘un kocası olduğunu söylersem “Haa, o mu?” diyeceğinizi tahmin ediyorum.
*
Belge, şunları yazdı:
Biri, bir jandarma astsubayı kalktı, Atatürk’ün “İngiliz ajanı” olduğunu söyledi. Olayların akışına şöyle bir göz atıldığında, akla, mantığa uyacak bir yanı yok. Mustafa Kemal gibi bir ajanı olan Britanya niçin yıllar boyu Yunanistan’ın Anadolu’da varlığını destekledi? Niçin İstanbul hükümetinin idam fermanı çıkarmasına, Anzavur isyanına göz yumdu?
Britanya’da hükümetin tutumuna rağmen Türkiye’nin bağımsızlık mücadelesinden yana olanlar vardı. Bunların başında “Intelligence”ta çalışan Herbert Aubry gelir. Eski “Birikim“in ikinci sayısında onun “Ben Kendim” diye Türkçe bir adla yayımladığı otobiyografisinden, ahbap olduğu Talat Paşa’yla son görüşmelerinin hikâyesini yayımlamıştık. Orada Talat Türkiye yerine Yunanistan’ı desteklemekle Britanya’nın Komünist Rusya’ya karşı yeterince güçlü cephe kurmadığı için Lloyd George politikasını eleştirir, Aubry de buna hak verir.
Gal kökenli Lloyd George bir “liberal”dir. Antik Yunan medeniyetine hayrandır ve doğal olarak sempatisi Yunanistan’dan yanadır. Batı’nın Osmanlı’ya karşı sevgisizliğinin bir önyargı olduğunu söyleyip dururuz da, 1915 Kıyımı herkesin zihnindedir. Dolayısıyla Lloyd George ve Asquith vb., yani “liberaller”, antipatilerinin bir “önyargı” olduğunu herhalde düşünmüyorlardı. Ama onların tavrını benimsemeyen Britanyalılar da -az da olsa- vardı. Aubry’nin “Türk dostluğu” herhalde yalnız “reel-politik” gereği değildi.
Atatürk, “İngiliz ajanı” olduğuna hükmettirecek ne yaptı? “Kapitalizmden yanaydı” mı diyeceğiz? O zaman bu ülkede birkaç milyon İngiliz ajanı var demektir. “Ülkeyi Batılılaştırdı” mı diyeceğiz? Birkaç milyon da bu eder. Ama herhalde kafasında bu “komplo”yu kuran kişinin asıl derdi bu. “Batı, Batı” dediğine göre, İngiliz ajanıdır.
Gerçi, böyle ilkel bir zihniyeti olduğunu düşünmediğimiz Kemal Tahir’in de (“Yorgun Savaşçı“da) aynı anlama gelen imaları vardır. “İngiliz, kimi gönderdiğini bilmez mi?” yollu sözler eder. Ama Kemal Tahir’in de böyle şaşırtıcı “buluş”lar yapmaya, durduramadığı bir merakı vardır. Kimsenin görmediği bir şeyi görmeyi çok sevdiği için gördüğüne kendini inandırır da. Ayrıca, Kemal Tahir’in- hele Asyai üretim tarzı buluşunu yaptıktan sonra- oldukça koyu bir “Batı fobyası” oluşmuştur. Onun için yalnız Atatürk’ü değil, Türkiye’nin hayli uzun Batılılaşma serüveninde payı olan herkese böyle bir gözle bakmaya başlamıştır.
Ayrıca “komplo teorisi üretimi“nin bu toplumda ne kadar popüler bir spor olduğunu da düşünmeliyiz. Birçok Türk Marksisti’ne göre “tarihin motoru” aslında Marx’ın dediği gibi “sınıf mücadelesi” değil, komplodur.
Murat Belge’nin sözleri böyle..
*
Birisi kalkıp “Mustafa Kemal İngiliz ajanıydı” demekle, Mustafa Kemal’in ajan olduğunu ispatlamış olmaz.
Sadece bir iddiada bulunmuş ya da kendi kanaatini dile getirmiş olur.
Bizim bu yazımızın amacı, Atatürk’ün ajan olduğu ya da olmadığı yönünde bir ispat çabası içine girmek değil.
Dikkat çekmek istediğimiz husus şu: İddia etmek, ispat etmek olmadığı gibi, Murat Belge’nin akıl yürütüşü de, aksi yönde bir ispat için yeterli değildir.
*
Ajanlık gibi olgular, salt “olayların akışı” ile izah edilemez.
Bununla birlikte, İngiltere (Britanya) – Yunanistan – Mustafa Kemal (Ankara Hükümeti) ilişkilerinin seyri, Murat Belge’nin ifade ettiği gibi değil.
Yunanlıların İzmir’i işgali, Mustafa Kemal henüz Anadolu’ya adımını atmamışken gerçekleşti. 15 Mayıs 1919’da..
Bir gün sonra Mustafa Kemal Samsun‘a doğru yola çıkarıldı.
Çünkü, Yunanlılar’ın Anadolu’ya yaptığı çıkarma, Padişah Vahideddin’i ve Hükümet’i telaşa düşürdü.
Mustafa Kemal’in Anadolu’ya gitmesi ve Erzurum Kongresi‘ni toplaması, orada birtakım kararlar açıklaması, zannedilenin aksine, İngilizler’i telaşa düşürmedi.
Tam aksine, Erzurum Kongresi 7 Ağustos’ta bittikten üç gün sonra, 10 Ağustos 1919 tarihinde İngiliz Generali Milne, Yunan Orduları Başkumandanlığı’na, işgalleri altındaki sınırdan ileriye geçmemeleri emrini verdi.
Bu sınır, Milne Hattı diye bilinmektedir.
*
Peki Yunanlılar bu Milne Hattı’nın ilerisine yürümeye ne zaman başladılar?
Mustafa Kemal sırasıyla Sivas Kongresi‘ni topladıktan, sonra Ankara’ya gittikten, ve de 23 Nisan 1920 günü TBMM‘yi açtıktan sonra..
22 Haziran 1920 tarihinde, yani TBMM açıldıktan iki ay sonra..
Yani İngilizler, Yunanlılar’ı 10 aydan fazla bir zaman beklettiler.
Bu noktada, “Mustafa Kemal hazır olmadığı için mi?” sorusunun akla gelmemesinin nasıl sağlanabileceğini şahsen ben bilemiyorum.
Bildiğim şu, zihinlere ambargo koymak mümkün değil.
*
İngilizler, Yunanlılar’ı desteklemediler.
Ya ne yaptılar?
Atatürk’ün sofrasının müdavimlerinden (ve de milletvekili yaptığı şahıslardan) Falih Rıfkı Atay şunu yazıyor:
“Haziranda [1920] İngiliz nazırları [bakanları], Türk – Yunan harbinde tarafsız kalacaklarını ilân etmişler, İstanbul bölgesine bir Yunan saldırısı yaptırılmayacağı için de teminat vermişlerdir. Daha ileri giderek, Yunanlıların işi artık müttefiklere emanet etmesi lâzım geldiğini söylemişlerse de Yunanlılar bu teklifi reddettiler.”
(Falih Rıfkı Atay, Çankaya III, Cumhuriyet Gazetesi Armağanı, Kasım 1999, s. 82.)
Yani durum, Murat Belge’nin zannettiği gibi değil.
*
“[İngiltere] Niçin İstanbul hükümetinin idam fermanı çıkarmasına, Anzavur isyanına göz yumdu?” sorusu da, “gizli servis mantığı” ile düşünen birisi için fazla bir anlam ifade etmez.
Tekrar belirtelim, bu yazı, Atatürk’ün ajan olmadığını ya da olduğunu ispatlamak gibi bir gaye taşımıyor.
Murat Belge gibi isimlere, Atatürk’ü savunmak için bu tür akıl yürütmelerde bulunmalarının bir faydası olmadığını anlatmaya çalışıyoruz.
“Gizli servis mantığı” dedik (Mantığı kelimesinin yerine yöntemi, taktiği vs. gibi bir kavramı da koyabilirsiniz).. MİT ajanlarından Mahir Kaynak‘tan öğrendiğimiz birşey var: Gizli servis operasyonlarında eylemin kendisi değil, sonucu ve kime yarayacağı, nasıl bir etki uyandıracağı önemlidir.
Ayrıca, gizli servislerin bazen ajanlarının bazı şeylere katlanmalarına göz yumduklarını da biliyoruz. Bu, istihbaratçılığın/ajanlığın doğasında/fıtratında var. Gizli servisler, plan ve projelerinin tamamlanması için birçok şeye göz yummak zorunda kalırlar.
Mesela, 1971 yılında darbe girişimini açığa çıkaran Mahir Kaynak‘ın diğer darbecilerle birlikte hapse girmesine MİT göz yummak durumundaydı.. Mahir Kaynak da bunu tercih ediyordu. Teamül böyleydi..
Konuya dönersek, İstanbul’da verilen idam fetvası Mustafa Kemal için sinek vızıltısıydı.. Ona bir zararı olmadı, fakat İstanbul’un itibarının ve imajının yara almasına, hain olarak görülmesine, ve Mustafa Kemal’in Padişah tarafından mağdur edilmiş bir fedakâr vatan savunucusu olarak algılanmasına hizmet etti.
*
Komplo teorisi bahsine gelelim..
Mustafa Kemal’in, ihtiyaç duyduğu zaman komplo teorilerine başvurduğunu ve tasfiye etmek istediği kişilere ajanlık suçlamasında bulunduğunu biliyoruz.
Örnek verelim..
TBMM açıldıktan dört buçuk ay sonra, 4 Eylül 1920 tarihinde TBMM’de içişleri bakanı (dahiliye vekili) seçimi olmuştu.
Mustafa Kemal’in adayı Miralay Refet‘ti.
Ancak Meclis, onu değil, Tokat milletvekili Nazım Bey‘i seçmişti.
Mustafa Kemal’in buna karşı tepkisi ne oldu peki?
“Millet iradesi böyle tecelli etti, bize düşen, saygı göstermektir” mi dedi?
Hayır!
Kendisini ziyarete gelen Nazım Bey’le görüşmeyi kabul etmedi. Onu istiskal etti, aşağıladı.
Bununla da yetinmedi, ona aba altından sopa gösterme anlamına gelecek şekilde Çerkez Ethem‘i devreye koydu.
Çerkez Ethem olayı şöyle anlatıyor:
“Mustafa Kemal Paşa gelmişti. Yanında Diyarbakır mebusu Şükrü Bey vardı. Salona girince etrafında bulunduğumuz büyük masanın başına onlar geçtiler. Mustafa Kemal Paşa müteessir görünüyordu, bir müddet sonra bahsi açtı. Nazım Bey’in kırtasiyeci bir adam olduğu etrafında konuştu, içişlerinin henüz nazik ve ehemmiyetli bir safhada bulunduğunu söyledi ve bana bakarak Meclis’teki mebuslardan şikâyet etti. Herhangi bir iç karışıklıktan ve uygunsuzluktan dolayı mesuliyet kabul edemiyeceğini, icap ederse Meclis riyasetinden istifaya da hazır bulunduğunu ima etti. Ben, Tokat Mebusu Nazım Bey’i tanımıyordum. Onun yerine Mustafa Kemal Paşa’nın iltimas ettiği Miralay Refet Bey’i son tertipler sırasında ve ondan daha evvel Demirci Mehmet Efe’nin yanında görmüş, konuşmuştum. İdare kabiliyetinin derecesini tabiatiyle bilmiyordum. Hazır bulunanlar ekseriyetle yine Mustafa Kemal Paşa’nın tarafını tutuyorlar, hususî surette bu meseleye müdahale etmemi istiyorlardı. Ricaları şu idi: ‘Eğer Nazım Bey’e bir selam gönderirseniz onun istifa etmesi pek mümkündür’. Ben böyle bir selamı ve tarafımdan yapılacak tavsiyenin tehdit manasını taşıyacağını düşünerek kendilerine dedim ki: ‘Şu halde ben yarın kendisini yerinde ziyaret eder, münasip surette istifasını rica ederim.'”
Ancak, Mustafa Kemal ile yanındakilerin yarını beklemeye tahammülü yoktur.
Mesele hemen o gece, Nazım Bey göreve başlamadan kapatılmalıdır.
Şükrü Bey hemen o gece Çerkez’in selamını götürür, bir saat sonra elinde Nazım Bey’in istifa mektubu olduğu halde dönüp gelir. (Çerkes Ethem’in Ele Geçen Hatıraları, İstanbul: Güniz Basımevi, 1962, s. 102-6’dan aktaran İsmail Küçükkılınç, Jön Türklük ve Kemalizm Kıskacında İttihadçılık, İstanbul: Ötüken Neşriyat, 2016, s. 266-7.)
Mustafa Kemal, meşhur Nutuk’unda Nazım Bey’in istifasından bahseder, fakat Çerkez Ethem’in rolüne hiç girmez. Nazım Bey’i istifaya kendisinin davet ettiğini belirtir.
Ve de ayrıca, komplo teorisi anlamına gelen bir üslupla, Nazım Bey hakkında, “Ecnebi mehafiline casusluk ettiğine de şüphe etmiyordum” der.
Ancak, Küçükkılınç’ın ifadesiyle, “Meclis’in bir mebusun ‘casus’ oluşundan bigâne ve bihaber onu içişleri bakanı seçmeyeceği de tartışmasızdır”. (Küçükkılınç, Jön Türklük ve Kemalizm Kıskacında İttihadçılık, s. 266.)
Tabiî, dilerseniz tartışırsınız, fakat o zaman, ilke olarak, kendinizi de tartışmaya açmış olursunuz.
Ayrıca, “Benim şüphelerim iyi, başkalarınınki kötüdür. Benim komplo teorim iyi, başkalarınınki fenadır” şeklindeki bir paylaşıma da, ilkel zihniyet sahipleri bile gülerler.