Yeni Şafak‘ın şişkosu son yazısında yine soytarılık sanatının en seçkin örneklerinden birini vermiş.
Yazısının başlığı şöyle: “Sen eve uğrarsan aile elden gitmez“.
Köşesine boca ettiği ilk kusmuk parçaları şunlar:
Hastasıyım şu buluverdiğimiz kolay kolay çözümlerin. Siyasilere bilgisayar oyunu oynattığımızda gençlere ulaşmış, insanlara en basit politik düzlemden laf soktuğumuzda rahatlamış, youtubedan bir playlist dinleme kabiliyet ve becerimiz var diye dini konuların hepsinde uzman olmuş oluyoruz.
Bu kolaycılığın son zamanlarda beni sinirden deliye döndüren örneği ise “aile elden gidiyor” mızmızlanması. Ağzını açan, İstanbul Sözleşmesi, aile hukukunu düzenleyen yasalar falan üzerinden “aile elden gidiyor” diye sloganı patlatıyor. Çözümü de bulmuş durumdalar. Daha doğrusu ayılıp bayıldıkları Ehli Sünnet müdafileri, Sünniliğin yıkılmaz kaleleri bazı isimlerin son derece arkaik, hatta primitif bir takım önerilerini çözüm zannediyorlar.
Bu soytarının kendisi de bazı yazılarında İmam Matüridî‘ye atıfta bulunarak çarpıtılmış bir Ehl-i Sünnetçilik yapmıştı, fakat konumuz o değil.
Yazısında yer alan herzeler, İstanbul Sözleşmesi‘ni ve “aile hukukunu düzenleyen mevcut yasalar“ı savunduğunu ortaya koyuyor.
Ayrıca, bu şahsa göre, “Aile elden gidiyor” demek, mızmızlanma..
Anlaşılan, aile elden gitmiyormuş, herşey güllük gülistanlıkmış..
Ayrıca, eski köye yeni adetler getiren, yeni icatlar çıkaran şu İstanbul Sözleşmesi de, hiç de şikayet olunacak birşey değilmiş.
İslam hukukunun yerini alan şu Roma hukuku ve Katolik inancı kökenli İsviçre Medenî Kanunu taklidi “aile yasaları”mızdan da şikâyetçi olmamak gerekiyormuş.
*
Ancak, “Aile elden gidiyor” diyenler, bu Roma ve Katoliklik gibi, hatta 4 bin yıl öncesinin Lut kavmi gibi çağdaş bir anlayış sahibi olmayı başaramıyorlarmış.
Arkaik, hatta primitiflermiş.
Solcular ve dinsizler, böylesi yazılar kaleme aldıklarında arkaik ve primitif gibi yabancı kelimeler kullanmıyor, doğrudan Türkçe’nin kelime dağarcığından faydalanıyorlar.
Lafı eğip bükmeden “gericiler” diye hakaretler savuruyorlar.
Bu sinik soytarı ise, mertçe “yerli ve milli” kelime kullanmak yerine lafı dolandırıyor.
*
İmdi, “Aile elden gidiyor” tespitini yapanlar, bunu Sünnîlik’ten hareketle, Ehl-i Sünnet ile Ehl-i Sünnet kabul edilmeyen İslam anlayışları arasındaki ihtilaflar bağlamında dile getirmiyorlar.
Yani konunun Ehl-i Sünnet ya da Sünnîlik anlayışını savunmakla bir ilgisi yok.
Aile meselesini, bir mezhepler arası tartışma bağlamında konuşmuyorlar.
Burada mesele, mezhep parantezini aşacak şekilde, doğrudan İslam‘la ilgili..
Bu sinik soytarı, burada da yine şeytancı (Ehl-i Sünnetçi değil) kurnazlık yapıyor, İslam’ı doğrudan değil, Ehl-i Sünnetçilik yaftası altında dolaylı biçimde hedef alıyor.
Kim hesabına?
İstanbul Sözleşmesi’ni ve de Türkiye’deki aile hukukuna ilişkin yasaları koyanlar (vaz’ edenler) hesabına..
Bu sinik soytarı, sözlerinin nereye gittiğinin farkında olmayabilir. Fakat mantıksal olarak varacağı yer, küfür ve şirkten ibarettir.
Çünkü, ifadeleri, beşerin icat ettiği kural ve yasaları (amel bile değil, doğrudan zihniyet düzeyinde) Allahu Teala’nın şeriatine tercih ettiğini, şer’î hükümleri primitif ve arkaik diyerek aşağıladığını gösteriyor.
*
Bu sinik ve kurnaz soytarının yazısındaki bir başka paragraf şöyle:
Bu Sünniliğin yıkılmaz kalelerini uyandırayım. O sizi destekleyen zengin işadamlarının ve benzerlerinin yarattığı korkunç kapitalist düzen var ya. Hah. O kapitalist düzen yüzünden insanlar tek maaşla geçinemiyor. Karı-koca çalışmak zorunda kalıyorlar. Hal böyle olunca “aile hukuku” baştan aşağı değişmek zorunda kalıyor. Eşit sorumluluk eşit hak demek çünkü… Sense buna hiç kafa yormadan, bu korkunç zulüm düzenini eleştirmeyi “çok riskli” bularak “aile elden gidiyor” sloganı atıyor ve görevini yapmış insanların huzuruyla siperinde mayışıyorsun. Sıkıştığımız ve sürekli yumruk yediğimiz köşe orası. Çıksana o köşeden.
Bu sinik soytarıya önce şunu hatırlatmak gerekiyor: Kendisini destekleyenler de, başta Yeni Şafak‘ın sahipleri olmak üzere “zengin işadamları“..
İkincisi, bu korkunç kapitalist düzen, bütün ailelerde karı-koca birlikte çalışma zorunluluğuna yol açmıyor.
Türkiye’de, çalışmayan kadın sayısı daha fazladır.
Ve çalışan kadınların hepsi de, ekonomik zorunluluk yüzünden çalışıyor değil.
Birçoğu da bankada para istifliyor.
Bu sinik soytarıya göre ise, “Hah. O kapitalist düzen yüzünden insanlar tek maaşla geçinemiyor. Karı-koca çalışmak zorunda kalıyorlar“mış..
Sanki bütün memleket bu durumda..
*
Bu sinik palyaçonun “Eşit sorumluluk eşit hak demek” şeklindeki yaldızlı herzesi de içi boş bir “slogan”dan ibaret.
Eşit sorumluluk, her zaman eşit hak demek değildir.
Mesela, cephede savaşan askerleri düşünelim..
Canlarını ortaya koyma ve savaşma bakımından aralarında bir fark yoktur.
Hatta bazen komutanlar, kendileri arkada durur ve astlarına savaşma emri verirler.
Böyle olduğu halde onlar için “Eşit sorumluluk, eşit hak” şeklinde çözümler üreten İstanbul Sözleşmeleri icat edilmez.
Burada, “Ama komutanların daha fazla hak sahibi olmalarını gerektiren başka vasıfları var” da denilemez.
Ailede de, erkeğin, “yaratılış”tan gelen (kadınınkinden farklı) vasıfları vardır.
Bu yüzden, sorumluluk (bazı zorunluluklar yüzünden) bazen eşit hale gelse bile, haklar aynı olmaz.
Bununla birlikte İslam hukuku, kural olarak, zaruretleri dikkate alır.
Fakat o zaruretler, sürekli ve kalıcı hükümler halini almazlar.
Zaruret ortadan kalktığında, asıl hüküm geçerli olur.
Mesela yiyecek hiçbir şey bulamayan, bu yüzden ölüm tehlikesiyle karşılaşan bir insan, o etten, haddi aşmamak kaydıyla yiyebilir. Hatta, yemek zorundadır.
Fakat bundan hareketle, “Domuz eti helaldir, herkese serbesttir” diye bir hüküm konulamaz, yasa yapılamaz.
Eğer müslümansanız, meselenin içyüzü böyle.
Yok müslüman değilseniz, sinik laga lugaları bırakın, şerefsizlik yapmayın, küfrünüzü açıkça ortaya koyun.
*
Bu sinik, kolay çözümü de bulmuş:
Korkunç dediği kapitalist düzene tümüyle teslim olmak, bütün insanları karı-koca çalışmak zorunda kabul etmek, ve buna göre de aile hukukunu getirip İstanbul Sözleşmesi’ne ve Cumhuriyet’in “çağdaş” yasalarına bağlamak.
Peki ya İslam hukuku?
Bu primitif kafalı sinik saray dalkavuğu, onu da, adını vermeden 15. yüzyılın arkaik ve primitif hukuku olarak yaftalıyor:
Fakat yalan yok. Bu civanperçemleri, bu serdengeçtiler şahane çözümler buluyorlar aile meselesine. Yalnız küçük bir sorun var. Onların “çözüm” diye buldukları şeylerin cari olabilmesi için en geç 15. yüzyılda yaşamamız, yaşadığımız şehrin maksimum 10 bin kişi olması ve şahane bir ekonomik düzey gerekiyor.
“Yerli ve milli” Kemalistler, Batıcılar ve bilumum dinsizler, daha açık konuşuyor, M. S. 600’lü yıllar, bin 400 yıl öncesinin çöl kanunları falan diyorlar.
Bu sinik soytarı ise, “içeriden” konuştuğu için, tarihi biraz beriye çekiyor, 15. yüzyıla getiriyor.
Millet aptal, bir kendisi akıllı ya, içindeki nifakı (münafıklığı) anlaşılmayacak zannediyor.
*
Şu laflar da bu sinik soytarının kusmuk koleksiyonu içinde yer alıyor:
Hay Allah. Bunlar yok ama elimizde. 2020’de, asgarisi 1 milyon insanın yaşadığı şehirlerde ve aç bilaç geçiriyoruz hayatımızı. Fakat olsundur. Sünniliğin yıkılmaz kalelerinden iyi bilecek halimiz yoktur meseleyi. Dolayısıyla “ağrımayan yerimize yazdıkları ilaçları” yutmaktan başka çaremiz yok.
Oysa, Sünnîliğin yıkılmaz kaleleri diyerek alay ettiği insanlar, kendisinin ifadesiyle, sadece “mızmızlanabiliyorlar“.
Fakat onlara, “mızmızlanma” hakkı bile tanınmak istenmiyor.
Seslerini kesecekler, susup oturacaklar.
Böylesi çözümler, Cumhuriyet’in ilk yıllarında “radikal” bir şekilde uygulanıyordu. Takrîr-i Sükun Kanunu adı altında “sükun ve sükunet” sağlanıyor, konuşmaya devam edenler darağacını boyluyordu.
Şimdi yine benzer dayatmalar yaşanıyor, birileri kimseye sormadan İstanbul Sözleşmesi türünden Batı icatlarını millete dayatıyor.
Peki İslam?
O, primitif ve arkaik..
Modern/çağdaş olan, korkunç kapitalist sistem.. Dolayısıyla ona teslim olmak zorundayız.
Bu soytarıya göre, “aç bilaç geçiriyoruz hayatımızı“ymış..
Fakat, görünüşüne bakılırsa, bunun tartıldığı aletlerin fazla istiaptan bozuluyor olması gerekiyor.
“Aç bilaç yaşamak” buysa, tokluktan geberecek şekilde yaşamak nasıl birşeydir, bilmiyorum.