VE S. G.
VE DE SEYFİ SAY..
Yazı, internet sitesine dokuz gün önce, yani 2 Temmuz 2020 tarihinde konulmuş..
S. G. ise, yazıya sekiz gün önce, yani yayınlanmasından bir gün sonra iki adet yorum eklemiş.
Yazıyı yayınlayan sitenin adı mutlakaoku.com.
Yayınlanan yazının yazarı, yazının en sonunda belirtiliyor: LkmnReport.
Evet, yazının kaynağı, LkmnReport@LkmnTR şeklindeki bir Twitter hesabı..
*
Gelelim alıntılanan yazıya..
Şöyle:
KİM BU S.G ? | Nakşibendi tarikatının Halidî kolu olan dergahın kamuoyunda bilinen adı ile İskenderpaşa Cemaati’nin diğer isimle Hakyolcuların Lideri Prof. Dr. Esad Coşan Hocaefendi 28 Şubat sürecinde “dost bir uyarı sonucu” Türkiye’yi terk ederek yurt dışına çıkmıştı.
Önce Almanya’ya daha sonra ise Avustralya’ya yerleşerek irşat ve ilim faaliyetlerini sürdürdü.
4 Şubat 2001 yılında Sedney´den Dubbo şehrine giderken, “arka farları yanmayan” bir tıra otomobiliyle çarptı ve olay yerinde yanında bulunan damadı ile birlikte vefat etti.
Ölümü üzerine ortaya bir çok iddia atıldı. Takipçileri hocalarını özel ve kurgulanmış bir kaza ile kısacası suikasta kurban gittiğini düşünüyordu.
Ve bu şüpheli kazanın üzerinden yedi yıl geçmişti ve çok şey unutulmaya yüz tutmuştu. Coşan Hocaefendi ile ilgili olarak haber7.com’da 4 Şubat 2008 tarihinde yayınlanan “Prof. Coşan’ın ölümünde kilit isim” başlıklı yazı dikkatleri ÇEKTİ. https://t.co/Z0eIIq1iwn
Fakat yukarıdaki linke tıkladığınızda sayfanın olmadığını göreceksiniz çünkü yazıda bahsedilen kilit isim hemen devreye girmiş ve haber kısa bir süre içerisinde siteden kaldırılmıştı. Yazıda yazanlar hiçte sıradan şeyler değildi.
TR tarihinin yayınlandıktan sonra en hızlı kaldırılan yazısı olma unvanını elinde bulunduran bu yazıda neler yazıyordu. Peki yazıyı yayından kaldıran makamlar yazıda ileri sürülen iddialar için ne yapmıştı. Kimse bilmiyor.
Yazı “Esad Çoşan, 28 Şubat sonrasında önce Almanya’ya gitmiş ve taraftarlarının yoğun olarak bulunduğu Essen eyalet merkezine yerleşmişti.” cümlesi ile başlıyor. Bakın nasıl devam ediyor:
İşte tamda bu günlerde çevresinde hizmette ve fedakarlıkta çok cömert bir isim ortaya çıktı. Bu isim, yıllardır hizmette bulunan bir çok kişiyi geride bırakmış ve kısa sürede Hocaefendi’nin etrafındaki bir kaç isimden biri olmayı başarmıştı.
30 yaşlarında, esmer, hafif kilolu, kirli sakallı bu genç, kimine İngiltere’de filoloji okudum diyordu. Bazen de şeker ticareti yaptığını söylüyordu, babasının İstanbul’da işhanları vardı ve varlıklı bir ailenin çocuğu idi.
S. G. adındaki bu genç, hizmette o kadar hızlı idi ki yıllardır çevresinde bulunanların yapabildiği himmetten daha fazlasını tek başına yapabiliyordu. Lüks arabalar alıp Hocaefendi’nin hizmetine verebilecek kadar cömert idi.
‘Varlıklı bir ailenin çocuğu’ olduğu için çalışmak zorunda değildi ve yalnızca servetini değil, bütün vaktini de Hocaefendi’ye vakf edebiliyordu.
Bu genç, hızını alamadı ve 1997 yılının son aylarında Bonn yakınlarındaki Siebengebirge (yedisıradağlar) kasabasında bir villa kiraladı ve Hocaefendi’nin bir süre burada ikamet etmesini sağladı.
Bu hızlı genç, ‘hizmet nerede ise S. G. orada’ mantığı ile gayret ediyordu. Prof. Coşan’ın sevenlerinin yanında ‘sığınmacı’ gibi kalmasına gönlü elvermeyen bu genç, bir süre sonra bir fedakarlıkta daha bulundu.
400 bin Mark para vererek Essen’de 3 katlı bir villa satın aldı. Bir katını Hocaefendi’ye tahsis etti. Prof. Coşan, artık eşi ile birlikte bu evde yaşamaya başlamıştı.
Cemaat içerisinde S. G.’ olarak tanınan bu genç, bu fedakarlığı sayesinde artık Hocaefendi ile kimin görüşüp kimin görüşmeyeceğini de kontrol altına almıştı.
Esad Çoşan’ın, 1998 yılında Avustralya’ya göçmesinden sonra hasretine dayanamayan S. G. de bir süre sonra aynı yolu takip etti.
Almanya’daki evini satmış ve Prof. Esat Coşan’ın bulunduğu kentte bir eve yerleşmişti.
Almanya’da olduğu gibi yine Hocaefendi’nin özel şoförlüğünü yapmaya başlamıştı. 4 Şubat 2001 günü Girifit şehrinde bir cami açılışı yapılacaktı. Cemaat büyük bir konvoy halinde ilerliyordu.
Yerel saatle 12.00 (Türkiye saati ile 04.00) idi. Sydney’e 600 kilometre mesafede bulunan Dubbo kasabası yakınlarında bir trafik kazası yaşandı.
Prof. Esat Coşan ve damadı (aynı zamanda cemaatin gelecekte lideri olacak isim diye bakılan isim) Prof. Ali Yücel Uyarel birlikte can verdi.
O gün S. G. biraz rahatsızdı, Hocaefendi’nin bulunduğu aracı kullanmıyordu. Konvoyda dördüncü sırada yer alan bir araçta idi. Elim kazadan hemen sonra konvoy durdu.
S. G.’nin de aralarında bulunduğu birkaç kişi, Hocaefendi’yi ve damadı Ali Yücel Uyarel’in cesetlerini araçtan çıkardı ve yolu temizleyip trafiğe açtı.
Kaza, karşıdan gelen araca çarpmak suretiyle meydana geldi diye kayıtlara geçti. Oysa, yapılan araştırmalar bir şeyi ortaya çıkarmıştı.
Kaza, karşıdan gelen araca çarpmak değil, önde giden stop lambası bozuk TIR’a çarpmak suretiyle meydana gelmişti.
S. G., Hocaefendi’nin vefatından iki üç hafta sonra Almanya Bochum’da yapılan anma toplantısında görüldü.
S. G.’yi bir daha da cemaatten gören olmadı.” yayından jet hızı ile kaldırılan yazı bu cümle ile bitiyordu.
S. G.’nin, hakkındaki bu iddialarla ilgili olarak, Prof. Dr. M. Esad Coşan’ın oğlu Nureddin’le görüştüğü, fakat ona ev adresini vermekten kaçındığı, nerede nasıl ikamet ettiğinin kimse tarafından bilinmediği yazıldı.
Nitekim Dr. Seyfi Say, Nurettin Çoşan’ın “Adam bana ‘Hocam’ diyor fakat adresini istediğimde vermiyor” dediğinin kendisine söylendiğini yazdı.
Esad Coşan’ın yerini almasına kesin gözü ile bakılan damadı ile beraber şüpheli bir şeklide ölmesi sonucu cemaatin başına oğlu Muharrem Nureddin Coşan geçti.
Cemaat bugün Nakşibendi tarikatıne bağlı İskenderpaşa lideri Esad Coşan tarafından kurulan Hakyol vakfının adıyla anılıyor. Bu vakfa ve İskenderpaşa cemaatine bağlı olanlara Hakyolcular adı veriliyor.
Gönüllü şoförünün kaza günü Esad Çoşan ile aynı arabada olmamasını sorgulayan bir kaç cılız ses olsa da bir müddet sonra bu seslerde kısıldı.
Türkiyenin görünmeyen üniversitesi olarak anılan Milli Nizam ve Milli Selamet Partilerinin kurulmasında etken olan Mehmet Zahit Kotku´nun damadı olan Prof. Dr. Esad COŞAN ‘ın ölümü ile birlikte cemaati büyük kan kaybetti.
Unutmayalım ki S.G’ler her yerdeler ve sizin tahmin ettiğinizden daha “BÜYÜK ve ince işler” çıkarıyorlar. Eğer zihniniz sürekli teyakkuz halinde değilse tedbir temkin hayatınızda sadece bir kelime ise SİZE DE geçmiş olsun. NİTEKİM OLDU DA!
Evet, S. G., bu yazının altına iki adet yorum eklemiş bulunuyor.
Onlara geçmeden önce, söylememiz gereken bazı şeyler var.
Birincisi şu: Kaza, konvoy halinde giden bir grubun gözleri önünde cereyan etti.
Merhum Esad Efendi’nin şoförlüğünü ise, Haymanalı Yaşar Kara‘nın (Yıllardır görmedim, selâm olsun ona) döner toptancılığı yapan oğlu Hüseyin Kara yapmaktaydı.
O da yaralanmıştı. Ve Esad Efendi’nin naaşını getiren uçakla o da Türkiye’ye gelmişti, kolu askıdaydı.
Evet, ne Hüseyin Kara’ya, ne de kazanın diğer şahitlerine hiç kimse (hiçbir yayın organı) “Kaza nasıl oldu?” diye sormadı.
Ne bir gazete, ne de bir TV kanalı bu insanlarla röportaj yaptı..
AKRA FM bile onlara mikrofon uzatmadı.
*
Söz konusu haberde, Esad Efendi’nin “28 Şubat sürecinde ‘dost bir uyarı sonucu’ Türkiye’yi terk ederek yurt dışına çıktığı” belirtiliyor.
Bunu ilk defa duyduğumu belirtmeliyim.
Peki o “dost uyarı“yı yapan(lar) kimdi?
Bence burası önemli..
Eski MİT’çilerden Mahir Kaynak, aynı süreçte kendisine de böylesi bir “dost uyarısı” yapıldığını, 2011 yılında, bundan dokuz sene önce, Takvim gazetesine açıklamıştı.
Haber şöyleydi:
Post modern darbe olarak bilinen 28 Şubat sürecinin 14’üncü yılında, MİT eski daire Başkanı, Prof. Dr. Mahir Kaynak, Takvim’e dikkati çeken açıklamalar yaptı. Prof. Kaynak, “28 Şubat 1997’de [zaten] darbe olmayacaktı. Ordu idareye el koymayacaktı [sadece hükümet yıkılacaktı]. Çok iyi hazırlanmış bir plandı. Plan uygulandı, planı yapanların hedefleri o dönem itibariyle gerçekleşti” dedi. 28 Şubat sürecinin, daha önce hazırlanan ılımlı İslam projesinin devamı olduğunu vurgulayan Kaynak, sürecin perde gerisini şöyle açıkladı:
“ABD, dünya hegemonyasını sürdürmek için Türkiye’de ılımlı İslam’a mensup bir hükümet istiyordu. İslami yaşayan, ibadetlerini yapan ancak ABD ile de uzlaşan bir yönetim. 28 Şubat’tan önce planlanan buydu. Bunun için de Refah Partisi’nin üzerinde oynandı.”
Refah Yol’un ABD ve dünya ile mücadele etmeye kalktığı için hedef olduğunu anlatan Kaynak, “Boyundan büyük işlere kalkışınca tabi, görevden uzaklaştırıldı. Ama ben, kısa sürede gideceğini düşünüyordum. Yanıldım. 11 ay iktidarda kaldı” dedi.
Avrupa Türkiye’yi bölecekti
Prof. Kaynak, Kürt meselesini siyasi yollarla çözme arzusuna karşı olan bazı iç ve dış çevrelerin, kendisine operasyon yapmak istediklerini, 28 Şubat sürecine isminin karıştırılma çabalarına işaret ederek, açıklamalarına devam etti:
“28 Şubat sürecinde Aktüel Dergisi‘nde köşe yazarlığı yapıyordum. Aktüel‘in yöneticileri ‘Askerler senin yazı yazmanı istemiyorlar’ dedi ve ben dergiden uzaklaştırıldım. Olaydan bir yıl sonra Çevik Bir ile görüştüm ve ‘Paşam bunu neden yaptınız?’ diye sordum. Çevik Bir, ‘Senin adın bizim listemizde yoktu, adın medyada eklendi’ dedi. Medya ile Türk Silahlı Kuvvetleri, 28 Şubat sürecinde ortak çalışıyorlardı. Medya TSK’yı, TSK da medyayı yönlendiriyordu. Ben bunların kimler olduğunu, hangi güç örgütü olduğunu biliyorum ama söylemek istemiyorum.“
Şemdin Sakık’ın sözde ifadeleri yüzünden andıçlandığını belirten Prof. Kaynak, özel bilgiler verdi:
“DGM’ye gittim, savcı bana Sakık’ın ifadesini gösterdi. Sakık diyor ki; ‘Mahir Kaynak devletin içimize soktuğu bir ajan.’Belge bu olmasına rağmen benim için ‘PKK’dan para aldı’ diyorlar. Bu operasyonu da beni etkisiz kılmak için yaptılar. Çünkü Kürtler arasında iyi bir imajım vardı.”
‘Bölme planlarına engel oldum’
Mahir Kaynak, o dönemde Avrupa’nın Türkiye’yi bölme planları yaptığını, kendisinin Kürt meselesini çözme çabalarını AB ülkelerinin, kendi planlarına engel olarak gördüklerini belirtti ve bazı detaylar verdi:
“O dönemde devletin yüksek birimlerindeki bir yönetici, ‘Mahir Hoca, Avrupa’dan sana karşı hasmane tavırlar var. Seni himaye etmekte zorlanıyoruz‘ dedi. Aradan 15 yıl geçti. Kürt meselesini çözmemizi Avrupa engellemiştir. Neden engelledikleri belli. Büyük Türkiye’den korkuyorlar.“
‘Hocam seni öldürecekler’
Kaynak, kendisini öldürme planını duyduğunu da vurguladı: “2 istihbaratçı geldi ve ‘Hocam seni öldürecekler, seni yurtdışına kaçıralım’ dedi. ‘Pasaportum bile yok’ dedim, ‘Biz hazırladık bile’ dediler. Ertesi gün haberlerde ‘Mahir Kaynak, Berlin’de’ diye yazı gördüm. Bunun bir operasyon olduğunu anladım ve kaçmayı kabul etmedim. Ya beni yok edeceklerdi ya da yakalatıp, ‘Mahir Kaynak kaçtı, yakaladık’ diyeceklerdi” açıklamasını yaptı.
Benzer bir dost uyarısı Muhsin Yazıcıoğlu’na da yapılmıştı. Almanya’dayken, Türkiye’ye dönmemesi, öldürüleceği söylenmişti.
Türkiye’ye dönmeseydi, “Türkiye’nin artık normalleştiği, Akparti sayesinde demokrasi ve özgürlükle tanıştığı, askerî vesayetten kurtulduğu, MİT’in millîleşmeye başladığı bir dönemde“, 2009 yılı gibi bir “altın çağ“da ülkesini terk etmiş, hristiyan topraklarına kaçmış “vatanseverlikten nasipsiz” paranoyak ve vehimli bir korkak olduğu söylenebilecekti.
Manen ve siyaseten ölmüş olacak, MHP’liler arkasından teneke çalacaklardı.
*
Soru şu: Esad Efendi’ye yapılan “dost uyarısı“nın ardında da bir “operasyon” var mıydı?
Malum, birilerinin “faaliyet yöntemleri dağarcığı”nda (fil terbiyesi yönteminde olduğu gibi) önce “kötü polis“ler eliyle perperişan edip sonra “iyi polis”leri devreye sokarak kurtarıcı pozunda yaklaşma ve “kurban”ı minnettar, maddeten ve manen borçlu hale getirip kontrol altına alma da var.
Evet, o “dost uyarısı“, S. G. kod‘un da etkin bir biçimde devreye konulduğu bir operasyonun başlangıcı olabilir miydi?
Ve, operasyonun bir ayağını da, Esad Efendi’nin Türkiye’deki cemaat yapılanması üzerindeki doğrudan gözetimini engelleyip Nurettin’in gelecekteki “laik, bozkurtçu, yerli-milli açılımı”nın zeminini hazırlama oluşturuyor olabilir miydi?
*
Gelelim S. G.‘nin yazıya eklediği yorumlara..
Biri şöyle:
Bu işler söylenmez ama fitne büyük, ALLAH müminleri kuru iftiradan ve hasedçi şeytanlardan korusun.
S.G nin 2004 te İskenderunda yaptırdığı cami ve kuran kursu.
Prof.Esat Coşan CAMİİ
Şenbük, 31350, Seyranlık Sk. 18-20, Belen/Hatay
belen.gov.tr/esat-cosan-camii
Esat Coşan Kuran Kursu 2004
belen.gov.tr/esat-cosan-camii-kuran-kursu Tc.Diyanet işleri başkanliğina bağlı.
———————————————————
Prof. Dr. Muhammed Esad Coşan Mosque (Somali, 2006) Camii
Mahmud Esad Coşan Masjid (Somali, 2009)
Esad coşan Mescidi İSTANBUL (2004-2016)
İftira ve suizan eden kardeşlerime yemek ısmarlarım, sevaplarını bana hediye ettikleri için.
İmdi, bu S. G.’nin açılımının ne olduğu zaten birçoklarınca gayet iyi biliniyor.
Almanya’daki (en azından Essen civarındaki, Ruhr Havzası’ndaki) cemaat mensupları biliyor.
Avustralya’dakilerin hepsi biliyor.
Esad Efendi’nin oğlu Nurettin ile yakınındakiler biliyor.
Esad Efendi’nin sekreteri İsmail Özlü, Hakyol Vakfı Genel Müdürü Hasan Pak, Zübeyr Zemçi Somuncu, Seyfi Say ve Mehmet Akif Özkayaalp gibi isimler biliyor.
O halde, bu S. G., böylesi bir haberde neden S. G. rumuzunu kullanıyor da ismini açıkça yazmıyor?
*
Seyfi Say‘ın yazdıklarına bakılırsa, aslında S. G. diye biri yok.
Bu, geçmişi bilinmeyen bir “vazifeli”nin (ajanın) geçici görev için kullanıp attığı takma bir isimden ibaret.
Adamın asıl adı başka..
Başkalarını bilemem ama, Seyfi Say’ın yazdıkları bana gayet ikna edici görünüyor..
O yüzden, “S. G. kod“un, bu takma ismi gizlemeye çalışıp sadece iki harfe indirgemeye uğraşmasının, asıl isminin merak edilmesini engellemeye yönelik bir manevra, “Canbaza bak canbaza!” taktiği olduğunu düşünüyorum.
Kesin kanaatim bu yönde.
*
Evet, bu “S. G. kod“un, bir zamanlar kullanıp şimdi bir kenara atmış olduğu takma ismi saklaması için makul bir neden yok.
Daha geçen yıl, 31 Mart 2019 yerel seçimleri öncesinde, Esad Efendi’nin oğlu Nureddin, Recep Tayyip Erdoğan’a hitaben (özetle) şu destek açıklamasını yapmıştı:
CUMHURUN MÜTTEFİKİ AZİZ BAŞKANIM
İyilik elçilerini; iz’ansız, kapkara, kokuşmuş düzenlerini korumak algısıyla, taşlayarak, kalleşçe öldürenler KAHROLMUŞTUR.
4 Şubat 2001’i tasarlayan, görmezden gelen, unutturan meş’um zihniyet KAHROLMUŞTUR.
4 Şubat 2001, merhum Esad Efendi’nin vefat ettiği tarih..
Görüldüğü gibi, Nureddin’e göre, 4 Şubat 2001’i tasarlayan, görmezden gelen, unutturan meş’um zihniyet KAHROLMUŞ..
Kahrolmuşlar.. Böylece dava dosyası kapanmış, yanmış bitmiş kül olmuş.. Mutlu son..
Nureddin’in S. G. ile bir hesabının olmadığı açık.. Çünkü, maşallah “S. G. kod“da hiç de kahrolmuş gibi bir hal yok..
Biz her gün kahrımızdan ölürken, o ölümü unutmuş biçimde “kıtalar dolaşıyor”.
Nureddin’in laflarından anlaşılıyor ki, “S. G. kod“un 4 Şubat 2001’i tasarlayan, görmezden gelen ve unutturan taife arasında yer almadığını, kahredilmesini gerektirecek birşey yapmadığını düşünüyor.
O halde, S. G. kod‘un, iki “içi boş harf“in arkasına sığınmasının faydası ne?
*
Faydası şu:
Şayet S. G. kodunun açılımı ilgili ilgisiz herkes tarafından bilinirse, unutturulmazsa, birileri bu ismi hiç hesapta olmayan zamanlarda araştırmaya kalkışabilirler.
Ve bunu yaptıklarında, şunu fark edebilirler, böyle birinin ne geçmişi var, ne geleceği..
Uzaydan gelip gariban dünyamızı bir ara ziyaret etmiş, sonra da vatan hasretine dayanamayıp cennet gezegenine dönmüş bir uzay yolcusu gibi bilim-kurgusal bir karakter olduğu kanaatine varabilirler.
Ancak, isim bilim-kurgusal olsa da, cisim gerçek olduğu için, şahsın asıl isminin ne olduğunu merak edebilirler.
Ve kendi kendilerine şu soruları sorabilirler:
Ya hu yok mu bu S. G. kod‘un bir tane olsun çocukluk arkadaşı?
Bir tane mahalle arkadaşı?
Bir tane Kur’an kursundan, ilkokuldan, ortaokuldan, liseden veya üniversiteden sınıf arkadaşı?
Bir tane askerlik arkadaşı?
Bir tane hemşerisi? Köylüsü, kasabalısı?
Bir tane akrabası?
Bir tane komşusu?
Bir tane kardeşi?
Es’ad Efendi’nin yanında “bitmeden” önce içinde bulunduğu bir İslamî grup, arkadaş çevresi, bir hoca, bir “abi”, ya da ne bileyim bir “üstad”?
*
Evet, kendilerine bu soruları soracaklar, ve bir cevap bulamayacaklar.
Diyelim ki bu şahsı bir tanıyana rastladılar..
O zaman da şu türden sözler duyarak şoke olacaklardır:
“Ha, bu kara yağız aslan parçası mı?.. Ne, size isminin S. G. olduğunu mu söyledi? Ha ha ha, ho ho ho, hi hi hi.. S. G. ha?.. Hi hi hi, ho ho ho.. Gülmekten öleceğim yav, bunun mu adı S. G?.. Yav bu çocuk filangillerin feşmekân.. S. G.’ymiş ha?.. Ho ho ho, hi hi hi..”
Yani bu S. G.’nin, Türkiye’de “Ben S. G.’yim” diyerek ortalarda dolaşması riskli..
Eski tanıdıklarından birinin olmadık bir yerde karşısına çıkıp, “Lan Coşkun, sende mi buradasın, ne iştir, molla mı oldun lan? Ne bu takke cübbe sakal havaları artiz?” gibi birşey demesi mümkündür.
Tabiî bizimki, bir yandan çaktırmadan göz kırpıp, “Hemşerim, lütfen ciddi olalım, insan insana benzer.. Beni biriyle karıştırmış olmalısınız.. Sizinle daha önce karşılaşmış olduğumuzu hiç sanmıyorum. Şakanın sırası değil” diyebilir, fakat böylesi kazaların tekrar tekrar yaşanmayacağından da emin olunamaz.
Avustralya’nın Brisbane‘ında, Almanya’nın Essen‘in de S. G. olarak dolaşabilirsiniz, önceden yolunuzun kesişmiş olduğu biriyle karşılaşma ihtimaliniz sıfıra yakındır. Fakat aynı şey İstanbul ve Ankara gibi şehirler için geçerli değildir.
Hiç beklemediğiniz bir yerde sizi tanıyan biriyle karşılaşabilirsiniz.
*
Şimdi gelelim şu ismi “Esad Coşan” olan cami ve mescitlere..
Bunları yaptıran gerçekten S. G. ise, en azından İskenderun’da olan camiye gidip, “Burayı kim yaptırdı?” diye sormak mümkündür.
Eğer yaptıran S. G. kod ise, bu ismin açılımını söyleyeceklerdir.
Bu durumda S. G. kod’un ismini saklayıp cami adresini vermesinin, zekâ bakımından, devekuşunun başını kuma sokup gövdesini avcılara hediye etmesinden daha iyi bir performansa karşılık gelmediğini kabul etmek gerekir.
*
Gelelim S. G. kodun ikinci mesajına..
Şöyle:
İlk paragraftan başlayalım..
S. G. kod, “Cemaatin içindeki hasedçi tayfanın çıkardığı bu iftira, hocanın ölümünden 8 sene sonra çıkardığı bir iftiradır” diyor.
“Hoca’nın ölümü”nden sekiz sene sonrası, 2009 yılı oluyor.
Yani, S. G. kod’a göre iftira, 2009 yılında atılmış.
Ancak, o tarihten bir yıl önce, 4 Şubat 2008 günü haber7.com’da, yayınlanmış olan “Prof. Coşan’ın ölümünde kilit isim” başlıklı yazıyı unutuyor.
Bu, bir…
İkincisine gelince, onu da Seyfi Say‘ın yazdıklarından biliyoruz..
Esad Efendi’nin vefatından bir iki yıl sonra, Yuşa a.s.’ı ziyaretten dönerken, Zübeyr Zemçi Somuncu‘nun yanında, Seyfi Say’a, Brisbane’daki cemaat mensuplarının kendisini ajanlıkla suçladıklarını söylemiş bulunuyor.
S. G. kod‘un ya hafızası zayıflamış, ya da yalan söylemeyi beceremiyor..
*
Gelelim ikinci paragrafa..
S. G. kod şöyle diyor:
Devlet teşkilatı dünyanın ötesinden adam paketleyip getiriyor, senin iftira ettiğin çocuğunu, torununu cemaatin okulunda okutuyor, Cemaatin camiine gidiyor ?
Bu bozuk ifadelerde anlam ararken hata yapmadıysam eğer, S. G. kod, iftiraya uğradığını öne sürdüğü kendisinin çocuğunu, torununu cemaatin okulunda okutmakta olduğunu, cemaatin camisine gittiğini söylüyor olabilir.
Eğer öyleyse, isminin, cemaat okulu personeli tarafından da biliniyor olması lâzım.. O halde, neden ismini saklıyor, böylesi bir habere yorum yazarken bile “içi boş harfler” kullanıyor?
S. G. kod, bu karma karışık kelime yığınının ardından şunu söylüyor:
Zannediyormusun sayın Erdoğan ın , Davutoğlunun, Binalinin ve 7 eski bakanının hocası için devlet bir şey yapmıyacak? Çoktan yaptı.
Peki, bu devlet ne yaptı?
Şunu yaptığını biliyoruz: Esad Efendi’nin 2007 yılında Türkiye’yi terk etmek zorunda kalmasını sağladı.
Cenazesinin dönmesine müsaade edildi.. “En iyi Esad Efendi, ölü Esad Efendi’dir” hesabı gibi..
Erdoğan’ın, Davutoğlu’nun, Binali Yıldırım’ın vs. hocası olmaya gelince..
“Derin devlet” için bu isimlerin “değer”i nedir ki, “irticacı hocaları“nın olsun!
Kaldı ki, Esad Efendi bu isimlerin hocası da değildir..
Siyaseten görüşmüşler konuşmuşlardır, o ayrı mesele.. Zaten, bu isimlerin görüştükleri tek cemaat lideri, şeyh, ya da kanaat önderi Esad Efendi değildi.
Ayrıca, Erdoğan‘ın, Ahmet Necdet Sezer‘in cumhurbaşkanı yapıldığı seçimler sırasında Esad Efendi’nin bir ricasını ayaklar altına aldığını da biliyoruz.
Av. Yalçın Ünal, Av. Hüseyin Yürük ve (yanlış hatırlamıyorsam) Necmi Sarıyer, Esad Efendi’nin “Nevzat Yalçıntaş’ın desteklenmesi” yönündeki mesajını ona iletmişler ve ondan ret cevabını almışlardı.
Hocasıymış…
“Zannediyormusun sayın Erdoğan ın , Davutoğlunun, Binalinin ve 7 eski bakanının hocası için devlet bir şey yapmıyacak? Çoktan yaptı”ymış..
Vay vay vay.. Demek sen, devletin “gizli bilgi“lerine, hatta “uluslararası operasyonları“na vakıfsın..
Nerden geliyor bu samimiyet?..
(Palavra sıkmak kolay, nasıl olsa işin aslını öğrenme şansın yok.. Yalandan kim ölmüş!)
*
Gelelim son paragrafa:
Esad Coşan hocaefendiye suikast yapana ve buna Ortak olana ALLAH ve melekleri, peygamberleri LANET etsin. Ama İftira edip Fitne çıkartıp YAYANLARA ALLAH’ın garib kullarına eziyet ve zülmedenlere , ALLAH’ın ,meleklerinin ve mahlukatının GaZABI &KAHRI üzerine olsun
Amin!
SG kazanın olduğu gün 800 km ötede Brisbane şehrindeydi. Buna cemaat ve Hocaefendinin aileside şahittir. Cemaatin içindeki hasedçi tayfanın çıkardığı bu iftira, hocanın ölümünden 8 sene sonra çıkardığı bir iftiradır.
Devlet teşkilatı dünyanın ötesinden adam paketleyip getiriyor, senin iftira ettiğin çocuğunu, torununu cemaatin okulunda okutuyor, Cemaatin camiine gidiyor ? Zannediyormusun sayın Erdoğan ın , Davutoğlunun, Binalinin ve 7 eski bakanının hocası için devlet bir şey yapmıyacak? Çoktan yaptı.
Ayrıca ALLAH c.c Kuranda ””Fitne çıkarmak adam öldürmekten daha kötüdür –Bakara 191. ayet .. Fitneyi uyandırana ALLAH lanet etsin –Hadis
Esad Coşan hocaefendiye suikast yapana ve buna Ortak olana ALLAH ve melekleri, peygamberleri LANET etsin. Ama İftira edip Fitne çıkartıp YAYANLARA ALLAH’ın garib kullarına eziyet ve zülmedenlere , ALLAH’ın ,meleklerinin ve mahlukatının GaZABI &KAHRI üzerine olsun..