(ŞİMDİKİ DOSTLUKLARINA BAKILIRSA İKİSİNİN DE MİDESİ OLAĞANÜSTÜ SAĞLAM, SİNDİRİMLERİ İYİ)
DEVLET BAHÇELİ, İMAN VE KÜFÜR
Hasan Şahin
Devlet Bahçeli, son beyanatında, “tekfirci” bir molla kimliğiyle, tam da kendisine yakışan bir fetva vermiş: “Başbakan bilmez midir Cumhuriyet’i yıkmak, Türkiye’yi etnik coğrafi bölgelere ayırmak küfürdür ve azgınlıkla eşdeğerdir.”
Yani, bunun böyle olduğu o kadar açıkmış ki, Başbakan [Recep Tayyip Erdoğan] bile kesinlikle bilirmiş.
Doğal olarak hiç kimse, buna inanıp da, elfaz-ı küfr’ün (küfür sözlerin/lafızların) yer aldığı akaid kitaplarını karıştırmayacaktır, çünkü “Cumhuriyet’i yıkmak küfürdür” şeklindeki bir fetvanın “kitaplar”da bulunmadığını herkes bilir.
Bu fetva, Bozkurtçu Bahçeli hocaefendi hazretleri tarafından dinî literatüre hediye edilmiş durumda.
Bahçeli bununla da yetinmemiş, Tayyip Erdoğan’ın “kalb”inden haber getirmiş: “Bunların kalbinde kilise, dilinde cami vardır.”
Bunu Bahçeli, elinde bozkurt işareti, dilinde Türklük olduğu halde söylüyor. Kalbi hakkında birşey demeyelim.
Evet, Bahçeli’nin umurunda olmasa da, gerçekte neyin iman, neyin küfür olduğu bellidir.
Ulema, küfrü kısaca şöyle tarif etmiştir: “Şer’an ta’zimi vacip olanı tahkir, tahkiri vacip olanı ta’zim etmektir.”
Bugünkü Türkçe’yle şöyle ifade edebiliriz: Şeriat’e göre yüceltilmesi vacip olanı aşağılamak, aşağılanması vacip olanı da yüceltmek/ululamak küfürdür.
Mesela, Ezan’ı aşağılamak küfürdür. Bunun lamı, cimi yoktur.
Doğal olarak, Şeriat’i aşağılamak, “Ortağaç zihniyeti, çöl kanunu vs.” demek, küfrün daniskasıdır.
Buna karşılık, putları ve putperest liderleri/önderleri yüceltmek de küfürdür. Bir kimse Lat’a, Menat’a, falan milletin totemi olan ayıya, yılana, çıyana vs. ta’zimde bulunduğunda, bu, küfürdür.
Putperestlerin/mecusîlerin bayramlarına ta’zim (saygı göstermek, katılmak vs.) küfürdür.
Bunların küfür olduğunu bilmekle birlikte, zarurat-ı diniyye dışındaki hususlarda insanları tekfir etmekte acele etmeyiz.
Mesela, müslüman olduğunu söyleyen bir kimseyi, nevruz kutlamalarına katıldı diye hemen tekfir etmek gibi bir tutum sergilemekten kaçınırız.
Bilmiyor olabileceğini, öncelikle onun bu konuda uyarılması ve bilgilendirilmesi gerektiğini düşünür, zarurat-ı diniyye dışındaki hususlarda bilgisizliğin bazı âlimler tarafından mazeret kabul edildiğini gözönünde bulundururuz. Bulundurmak gerektiğini biliriz.
Tekfir etme hususunda acele etmemek gerektiğini bildiğimiz gibi, neyin küfür, neyin iman olduğu konusunda da kafamızdan hüküm veremeyeceğimizi, böylesi bir tavrın bizatihî küfür olduğunu, dinle oynamak anlamına geldiğini hesaba katarız. Katmak gerektiğini biliriz.
Her ne kadar, İslâm’ın tekfir konusundaki bu hassasiyetinin İslâm karşıtı güçler tarafından istismar edildiğini, böylece tam aksi yönde bir tutumun derin odaklar tarafından propagandasının yapıldığını, öyle ki, zarurat-ı dinniyyeden olan hususları açıkça inkâr edenlerin bile birileri tarafından müslümanmış gibi gösterilmeye çalışıldıklarını biliyor olsak da, ölçümüzün Şeriat olması gerektiğini, dinî hususlarda birilerine inat olsun diye düşünce ve tavır geliştirmenin bizzat dinin amacına aykırı olduğunu gözönünde tutarız. Tutmamız gerektiğinin farkındayızdır.
Tekfirde acele etmemek, müslüman olduklarını söyleyenler ya da ehl-i Kıble hakkında mümkün mertebe tevilde bulunmak gerektiğini bilmekle birlikte, küfür olan söz ve hareketleri meşru kabul etmenin küfür olduğunu da biliriz. Bilmek gerektiğinin bilincindeyizdir.
Zarurat-ı diniyyeyi açıkça inkâr eden birtakım meşhur şahısların küfür sözlerinin görmezden gelinip bunların neredeyse örnek müslümanlar olarak halka “yutturulmaya” çalışılmasının da münafıklık olduğunun farkındayızdır.
Biraz dinî bilgisi ve hassasiyeti bulunan hemen herkes, genel olarak tekfir konusunda böylesi bir çerçeve içinde tavır sergilemeyi gerekli görür, görmektedir.
Ancak, bu “herkes”in içine, Devlet Bahçeli’nin girmediği görülmektedir.
Tabiri caizse, dini sanki kendisinin oyun bahçesiymiş, kurtların serbestçe girebileceği bir çiftlik gibi gördüğü anlaşılmaktadır.
O kadar ki, neyin iman, neyin küfür olduğuna Bahçeli adlı vatandaş kendi kafasından, heva ve hevesi doğrultusunda karar veriyor.
Böylece, “devlet”in menfaatleri doğrultusunda olduğunu düşündüğü şeyler iman, buna aykırı olan şeyler de küfür haline geliyor.
Tek ölçütü, devlet.. İşte bu, bazı siyaset bilimcilerin dile getirdiği gibi, devletin tanrılaştırılması, putlaştırılmasıdır. (Burada, putlaştırma ifadesini siyaset bilimcilerin kullandığı anlam çerçevesinde ele alıyorum. Mesela, akademisyen Bali’nin “Sivil Toplumun Tanrısı” adlı kitabının temel tezi budur.)
Bahçeli’ye göre, eyalet sistemi, Cumhuriyet’in yıkılması anlamına geliyor ve bu, küfür..
Bu durumda, adamın küfür tanımının şöyle birşey olması gerekiyor: “Devleti temsil eden bürokratik yapının devletin menfatine aykırı olduğunu ileri sürdüğü şeyleri savunmak küfürdür.”
Aslında, Devlet Bahçeli’nin tavrı, dinî siyasete âlet etmekten başka birşey değildir.
Ancak din, aslına sadık bir şekilde anlaşıldığında ve anlatıldığında, siyasete âlet olmaz. Âlet edilebilmesi mümkün değildir. Tam aksine, siyaset onun âleti haline gelir.
Bu yüzden, her “dini siyasete âlet etme” ve din istismarı faaliyeti, dini tahrip etme, bozma, olduğundan farklı gösterme ve yıkma çabası olarak kendisini göstermek zorundadır. Buna, değişik düzeylerde mecbur kalır.
Mesela, cihada ve yaşayan mücahitlerin varlığına tahammül edemeyen bir rejimin, birtakım ölülerine büyük bir cömertlikle şehitlik unvanını lâyık görmesi, sadece din istismarı ve dinin “devlet güçlerinin siyasal emellerine” âlet edilmesi değildir. Aynı zamanda dini reforme etme faaliyetidir.
Adamın yaşarken fî sebîlillah cihad etmesi, mücahid olması mümkün değil, fakat ölünce şehit.. Ve mine’l-garâib!..
Evet, Başbakan Erdoğan’ın iman açısından “tehlikeli” birtakım sözleri var.. Bunlardan biri, “din milliyetçiliğine karşı olduğu” yönündeki ezberi..
Ancak, Devlet Bahçeli açısından “din milliyetçiliği”nin bir değeri yok.. Bahis konusu yaptığımız son beyanatında şöyle diyor: “Hayatlarının hiçbir döneminde Türk milletine aidiyet şerefinden nasiplenmeyen zavallılar bunlardır.”
Peygamber Efendimiz s.a.s., hayatının hiçbir döneminde Türk milletine aidiyet “şerefi”nden nasiplenmemişti.
Sen önce, şu bozkurt totemini kendine şiâr (sembol, simge) yapma zavallılığından kurtul da, senin gerçekten kayda değer bir şerefinin bulunduğunu anlayalım.
Senin Türk milletine aidiyet şerefinin görünür alâmeti nedir, elinle yapıp durduğun bozkurt işareti mi, yoksa arkadaşlarının “kaset”leri ve çevirdikleri filmler mi?..
Merhum Yavuz Sultan Selim Han’ın şerefi, “hâdimü’l-Harameyn” (Mekke’nin ve Medine’nin hizmetçisi, hademesi) olmasıydı.. Peki senin şerefin nedir?..
Evet, Türkler’in böylesi bir şerefi vardı. Ve ne zaman ki birileri bozkurt toteminde şeref aramaya başladılar, “Kâbe Arab’ın olsun” diye küfür lafları sözde edebiyat diye şiir olarak ırlamaya başladılar, mücahid atalarına şerefsizlik isnat etmiş oldular.
Bahçeli gibilerin, başkalarını iman açısından hesaba çekme, ölçüsüzce tekfir etme tutumu sergilemeden önce, kendilerine çekidüzen vermeye ihtiyaçları vardır.
Senin tek ölçütün “yürürlükteki siyasal sistem” ve “mevcut devlet yapısı” olabilir… Ne yapalım, bu da senin tercihin.. Buna birşey diyemeyiz, ancak, küfür gibi dinî bir terimin içini boşaltmaya, mevcut siyasal yapının siyasal emellerine âlet etmeye, dini bozmaya hakkın yoktur.
Sadece şunu diyebilirsin: Erdoğan’ın yaptığı şey bozkurtçuluğa, Türkçülüğe aykırıdır.
Kalkıp imandan, küfürden bahseder, haddinizi bilmezseniz, sizin bu sefil tiyatronuzda oynanan zavallı komedyanın içine tükürenler de bulunur.
(http://beyanname.blogcu.com/devlet-bahceli-kufur-ve-iman/13509804)
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.