28 ŞUBAT’IN 1000 YIL DEVAM ETMEYECEĞİ KESİN DE, 21 YIL SONRA BİLE VARLIĞINI GÖSTERİYOR…

MESELE SADECE NURETTİN YILDIZ’IN ŞAHSI DEĞİL ARKADAŞ, SEN HÂLÂ ANLAMADIN MI?

DİN VE VİCDAN HÜRRİYETİNİN ZERRESİNİ BİLE SANA ÇOK GÖRÜYORLAR!

 

Ankara Cumhuriyet Başsavcısı, kadınların dövülmesine yönelik açıklaması nedeniyle Nurettin Yıldız hakkında soruşturma başlattı.

08.03.2018 13:10

Ankara Cumhuriyet Başsavcısı, kadınların dövülmesine yönelik açıklaması nedeniyle Nurettin Yıldız hakkında soruşturma başlattı. Başsavcı “halkı kin ve düşmanlığa tahrik etme” suçlamasında bulundu.

Ayrıntılar geliyor…

Odatv.com

*

header ad banner

Konu: kadını dövmek

 TOPLAM 2 FETVA

Kur’an’da ‘kadını dövün’ diye bir ayet var mıdır?

Nisa suresinin 34. ayetindeki ‘kadını dövün’ ifadesini nasıl açıklıyorsunuz?

‘Kadını dövün’ diyen bir ayet yoktur. Bu soruyu soruşunuzda sıkıntı var. Ayetin son cümlesidir o. Ayette ise, bütün makul çarelerin tükendiği noktada, dağılma ve facianın önlenmesine adına son çare olarak hafifçe vurmayı tercih edin mesajı vardır.

(https://www.fetvameclisi.com/fetva-kuranda-kadini-dovun-diye-bir-ayet-var-midir-78290.html)

MEHMET ŞEVKET EYGİ BAŞTA OLMAK ÜZERE, İSLAMCILIK DÜŞMANI “MÜSLÜMAN”LAR TEVBE ETMELİDİR!

DOBRA DOBRA İSLAMCI OLMALIDIR!

 

babanzade ahmed naim ile ilgili görsel sonucu

babanzade ahmed naim ile ilgili görsel sonucu

 

Merhum Babanzade Ahmed Naim Bey‘i tanıtmaya lüzum yok.

Bilenler biliyor.

Sadece şu kadarını söyleyelim ki, 1919 yılında, Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi‘nin Sultan Vahidüddin’e tavsiyesi ile Âyân Meclisi âzâsı olmuştur.

1934 yılında vefat ettiğinde, merhum fakih ve müfessir Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır hocaefendi, ağlayarak onun hakkında şunu söylemiştir:

 

“Her ne zaman bir kelimede tereddüde düşsem ona sorar, tereddüdümü giderirdim. Tercümede benim için danışılacak biricik âlim Ahmed Naîm idi. Naîm’in bilgisi ele geçmez bir hazine, ilmi ve fazlı ise büyük bir define idi. O gidince pek sarsıldım, adeta can evimden vuruldum.”

 

Namaz sırasında secde halinde vefat eden Ahmed Naim Bey, şimdi Edirnekapı Şehitliği’nde merhum Elmalılı ile yan yana yatıyor.

*

Babanzade Ahmed Naim Bey’in İslam’da Dava-yı Kavmiyyet (İslam’da Irkçılık ve Milliyetçilik Davası) başlıklı bir eseri mevcut.

Milliyetçilik meselesi, Türkçülük ekseninde inceleniyor.

Türkçüleri “Halis Türkçüler” ve “İslamcı Türkçüler” olarak ikiye ayırıyor.

Halis Türkçüleri konuşulmaya değer muhataplar olarak görmüyor.

İslamcı Türkçülere ise aynen şöyle sesleniyor:

 

“O halde cem-i zıddeyn (iki zıddı birleştirme) hayal-i hamından (ham hayalinden) vazgeçiniz de, her şeyden evvel şu çifte mefkureyi (ülküyü, ideali, gayeyi) atınız. Mantıkî bir hareket olmak üzere, ya açıktan açığa, müfrit (aşırı) arkadaşlarınız gibi ‘Halis Türkçü’ olunuz -ki bunu size tavsiye etmek asla hatır ve hayalimden geçmez- yahut dobra dobra İslamcı olunuz! Zira ân-ı vâhidde (tek bir anda) hem livaü’l-hamd-i İslam (İslam’ın hamd sancağı), hem de liva-yı cahiliyyet (İslam öncesi küfür bayrağı) altında bulunmak muhaldir (imkânsızdır).”

 

İlmi, irfanı ve fazileti malum olan Babanzade Ahmed Naim Bey böyle diyor.

Onun belirttiği gibi, İslamcılığın zıddı küfürdür, cahiliyyet (küfür düzeni) taraftarlığıdır.

İslamcılığın en şedit düşmanı Mehmed Şevket Eygi ise, “Bütün İslamcılıklar sapıklıktır” diyerek, Babanzade Ahmed Naim Bey’in hak dediği davayı sapıklık olarak adlandırıyor.

Hakkı batıl olarak gösteriyor.

Mehmed Şevket Eygi’ye tavsiyemiz, acilen tevbe etmesidir.

Bilerek yapıyorsa, bu tutumuyla küfre düşüyor.

Bilmeyerek yapıyorsa, bir görüşe göre küfre düşüyor, bir görüşe göre de düşmüyor.

Ancak, genel kültür adına Uzak Doğu’nun bilmem neresindeki çay türlerini bile inceleyebilen bir adamın böyle önemli bir mevzudaki cehaleti ne kadar mazeret teşkil eder, tartışılabilir.

Cahil midir, tecahül-i arifane sanatını icra ederek muhataplarıyla dalgasını mı geçiyordur, kestirmek zordur.

Ahmed Naim Bey’in bu ifadelerini okuduktan sonra, cahillik mazereti de kalmıyor. (Ki kendi yayınevi tarafından yayınlanmış kitapta yer alıyor. Evet, sözlük anlamı açısından İslamcı ile müslüman kelimeleri birbiriyle tam olarak örtüşmüyor, fakat bir terim/ıstılah olarak İslamcılık, müslüman olmanın bir şartı ya da gereği durumundadır. Geçmişte ulemanın “İslam ile iman, müslüman ile mümin aynı şeydir” demiş ve bunu akaid kitaplarına yazmış olmaları sebepsiz değildir.)

Bu din, kimsenin oyuncağı değildir!

İcazetsiz cahil cühela müçtehitliğe kalkışmamalı, “rejimin hassasiyetlerine endeksli” fetvalarla milleti sapıklığa sürüklememelidir.

Mehmet Şevket Eygi gibiler, küfür cephesiyle birlikte İslamcılık düşmanlığı yapmak yerine, hiç değilse susmalıydılar.

“Bütün İslamcılıklar sapıklıktır” diyerek küfür söz söylemek yerine, hiç değilse, “Bu konuda konuşmaya bilgimiz yetmiyor, bilmiyoruz” diyebilmeliydiler.

Bu olgunluğu gösteremediler..

Şimdi onlara, gurur ve kibirlerini yenip hatalarını telafi etme, küfür sözden teberrî ve tevbe etme vazifesi düşüyor.

AHİR ZAMANIN REİSLERİ

ramuz el ehadis ile ilgili görsel sonucu

ramuz el ehadis kıyamet alametleri ile ilgili görsel sonucu

RÂMÛZ EL-EHÂDÎS’TEN HADÎSLER

 

518/6. Ahir zamanda zalim umera (emirler, yöneticiler), fasık (günahkâr) vüzera (bakan ve danışmanlar), hain hakimler ve yalancı ulema (din bilginleri) gelir. Her kim onlara yetişirse sakın onların yardımcıları, vergi memuru, hazinedarı ve onların emniyet memurları olmasın!
(Ravi: Hz. Ebû Hüreyre RA)

 

518/7. Ahir zamanda bir kavim sultanın (devlet başkanının) huzuruna varır. Sultanlar, Allah’ın emri ile hareket etmezler, onlar da (sultanları bundan) nehyetmezler. Allah’ın lâneti işte bunların üzerine olsun!
(Hz. İbn-i Mes’ud RA)

 

507/12. Ahir zamanda cahil reisler topluluğu çıkar, insanları fitneye düşürürler. Hem dalâlete (sapıklığa) düşerler, hem de dalâlete düşürürler.
(Hz. Ebû Hüreyre RA)

 

300/2. Yakında başınıza bazı emirler gelecek. Rızıklarınıza el atacak, sizi yalanlarla avutacaklar. İş yapacaklar lâkin yaptıkları fena olacak. En fena tarafları da kötülüklerini siz güzel görmedikçe ve yalanlarını tasdik etmedikçe sizden razı olmayacaklar. O zaman (yalnız) emirlik (yöneticilik) haklarını tanıyın. Sizi de tecavüzle kendilerine uydurmaya kalktıklarında, onlarla mukatele edin (savaşın). Kim bu yolda öldürülürse o şehiddir.
(Hz. Ebû Sülâbe el-Eslemî RA)

 

303/4. Yakında bazı emirler gelecek. Siz onların bazı işlerini beğenecek, bazılarından ise hoşlanmayacaksınız. Kim onlarla (Hak yolunda) mücadele ederse necat bulur. Kim onlardan ayrılırsa selâmet bulur. Kim de onlara karışırsa helâk olur.
(Hz. İbn-i Abbas RA)

 

140/8. Sizin üzerinize yakında kabul edeceğiniz veya kabul etmeyeceğiniz işler yapan umera gelir. Kim ki bunu reddeder, beraet kazanır. Hoşlanmayan selâmet kazanır. Hoşlanan, uyan, fitneye uğramış olur.
(Dediler ki: “–Onlarla cenkleşmeyelim mi?” Buyurdu ki:)
“–Namaz kılarlarsa, cenkleşmeyin!”
(Hz. Ümmü Seleme RA)

 

302/11. Benden sonra yakında bir takım sultanlar peydah olur. Kapılarında fitneler develerin yatakları gibidir. Kimseye bir hayır göstermezler. Bir şey verilirse, ancak onların dinlerinden bir taviz koparılarak verilir.
(Hz. Abdullah ibn-i Hars RA)

AHLÂK ABİDESİ, NAMUS TİMSALİ DEVLET KURUMLARI, SİYASETÇİLER VE GAZETECİLER ARASINDAKİ TEK “MECZUP VE SAPIK”: NURETTİN YILDIZ..

ÇOK ŞÜKÜR Kİ TEK YÜZ KARAMIZ O..

ONU DA SUSTURURSAK MEMLEKETİMİZİN SON AYIBI DA BİTECEK, DÜNYAYA ÖRNEK OLACAĞIZ..

 

ERDOĞAN MEHMET BARLAS ile ilgili görsel sonucu

MEHMET BARLAS CEMİL ile ilgili görsel sonucu

ABDULLAH GÜL KASET ile ilgili görsel sonucu

ABDULLAH GÜL KASET ile ilgili görsel sonucu

BAHÇELİ KASET ile ilgili görsel sonucu

BAHÇELİ KASET ile ilgili görsel sonucu

ABDULLAH GÜL KASET ile ilgili görsel sonucu

ABDULLAH GÜL KASET ile ilgili görsel sonucu

ABDULLAH GÜL KASET ile ilgili görsel sonucu

12 bin şantaj kaseti varsa, “12 bin kaseti ses getirecek ‘meczup olmayan önemli sapık‘ var” diyebilir miyiz?

ABDULLAH GÜL KASET ile ilgili görsel sonucu

Merd-i Kıptî’nin şecaati: Peki o kasetlerin başrol oyuncusu “önemli” isimler kimler olabilir? Fetullah tarafından şantaj yapılması düşünülecek kadar “önemli” olan adamlardaki bu performansı ve kaliteyi nasıl yorumlamalıyız?

*

BAYKAL KASEDİNİN ARDINDA MİT Mİ VARDI?

 

020820141213411237242_3

 

Abdülhakîm SAYGIN

 

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun, Baykal’ın CHP’nin başından ayrılmasını sağlayan görüntülerle ilgili iddiası, doğrudan MİT’i zan ve şaibe altında bırakmaktadır.

İlgili haber şöyle:

 

‘Seks Kasetlerini Erdoğan Servis Etti’

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın eski CHP lideri Deniz Baykal dışında bir başka muhalefet yetkilisinin daha gizli çekilmiş görüntülerinin medyaya servis edilmesi talimatını verdiğini ileri sürdü.

02 Ağustos 2014 Cumartesi 18:11 0 0

Önceki gün basına yaptığı açıklamada, “Erdoğan sadece Deniz Baykal ile ilgili değil, başka biriyle ilgili de konuşuyor. Bir kaset olayı, bel altı bir durum konuşuluyor” demişti. Kılıçdaroğlu dün, “O isim de muhalefetten” dedi ancak ikinci kişinin kimliğini açıklamaktan kaçındı.

‘İstihbarata çektirdi’

Kılıçdaroğlu’nun Cumhuriyet gazetesinden Utku Çakırözer’in sorularına verdiği yanıtlar şöyle: “Bu olayların Erdoğan’ın talimatıyla yapıldığı o görüntülerde çok açık. Zaten sözleri açık. Dizüstü bilgisayarın kamerasından görüntüleri izlerken söyledikleri duyuluyor. O bilgiyi kendisine servis edenlerle konuşuyor. Hem izliyor, hem konuşuyor, talimat veriyor. Devleti soyan birinin o dönemde de ahlaklı davranmasını beklemek mümkün değil. Devletin imkânlarını, bazı istihbarat birimlerini kullanarak özel hayata girilmiş.”

“Erdoğan sadece Sayın Baykal ile ilgili değil başka biri ile ilgili de konuşuyor. O kişi de muhalefetten birisi. Zaten aksi olsa, sıradan bir insanın özel hayatını Erdoğan niye araştırsın ki?”

‘Cesur olun, yayınlayın’

“Ellerinde bu görüntüye sahip olanlar, ölümle tehdit edildikleri için bu görüntüleri yayınlamaktan korkuyorlar. Onlara da sesleniyorum: Devleti yönetenler ahlaksızlığı temel edinmişse, ülkesini seven herkes cesur olmak zorunda.”

Kaynak //http://www.gazete2023.com/siyaset/seks-kasetlerini-erdogan-servis-etti-h19236.html

Şayet Kılıçdaroğlu Erdoğan’a iftira atıyorsa, Başbakan bir saniye bile beklemeden hemen onun aleyhinde dava açmalıdır..

Fakat nedense, birilerine dava açma merakıyla tanınan Erdoğan, bu konuda duymazlıktan gelip susmayı tercih ediyor..

Böylece, “Sükut ikrardan gelir” diyerek, Kılıçdaroğlu’nun haklı olabileceğini düşünmeye başlayan benim gibilerin kafasının karışmasına yol açıyor.

Bence, Erdoğan derhal mahkemeye başvurmalı, Kılıçdaroğlu’nu susturmalıdır.

Mahkemeye gitmekten korkmamalıdır.

Masum insan, neden kendisini savunmaktan korksun ki!..

Şayet Kılıçdaroğlu iftiracıysa, bu tescillensin ve Erdoğan’a tazminat ödemeye mahkum olsun..

*

Kılıçdaroğlu, sadece Erdoğan’ı değil, MİT’i de suçluyor.

Çünkü, Türkiye’de istihbarat denilince akla, Milli İstihbarat Teşkilatı gelir.

Eğer Kılıçdaroğlu haklıysa, MİT’in Baykal kasedini çektiğini ve Erdoğan’a sunduğunu kabul etmek gerekiyor. İkinci isim acaba kim olabilir? Bahçeli mi, bir başkası mı, fikrim yok..

Ancak, Kılıçdaroğlu’nun açıklamaları ışığında insan, son yerel seçimler sırasında her ne kadar sadece Cemaat gündeme geldiyse de, MİT’in geniş bir kaset arşivi olduğunu düşünmeden edemiyor.

MİT’in kaset operasyonları hakkında bilgi sahibi olmak da, istihbarat örgütlerinin çalışma yöntemleri dikkate alındığında, çok zor görünüyor.

Çünkü, istihbarat örgütleri, genellikle, bu tür kasetleri şantaj için kullanırlar. Kaseti yayınlayıp bir adamı itibarsızlaştırmak, her zaman en son başvurulan çaredir. Ve, çok az kişi için böylesi bir yola başvurulur.

Genelde yapılan şey, kaset kurşununu harcamak yerine, adamın kafatasına dayalı tutmak ve onu ölene kadar kullanmaktır.

*

Bu nedenle, gerek siyaset, gerek bürokrasi, gerek medya, gerek cemaatler, gerek sivil toplum kuruluşları, gerekse iş dünyasındaki birçok ismin, şayet kendiliklerinden istihbarat örgütleriyle işbirliği yapmıyorlarsa, böylesi yöntemlerle hizaya getirildiklerini düşünmek yanlış olmaz.

Kendisine şantaj yapılan kişiden, bilinen çizgisini değiştirmesi istenmez, sadece, kritik zamanlarda ve konularda istihbarat örgütünün verdiği talimat doğrultusunda, kendisini deşifre etmeyecek ve şüpheleri üzerine çekmeyecek şekilde, dezenformasyon, yanlış yönlendirme, manipülasyon ve suret-i haktan görünerek yanlışı savunma görevini üstlenmesi istenir.

Böylece kaset, tozlu raflarda bekler.. Çünkü, yayınlanması için değil, şantaj içindir.. Bu yüzden, insanlar, istihbarat örgütlerinin kasetlik faaliyetleri hakkında doğru dürüst birşey bilme imkânından mahrumdur..

Diyelim ki kaset yayınlandı, o zaman da, istihbarat örgütü “Ben filan istihbarat örgütüyüm, işte bu da filanın kaseti” diye ortaya çıkıp kendi rolünü açığa vurmak gibi birşey yapmaz.

Bunun yerine, hedef alınan şahsın rakiplerine görüntüler postalanır veya başka bir şekilde ulaştırılır. Diyelim ki siz bir gazetecisiniz ve haberlerinizle birilerini zor duruma düşürdünüz, veya bir başka gazeteciyle polemiğe girdiniz, bunun sonucunda o kişi size karşı kin ve nefret duygularıyla doldu. O kişilere, sizinle ilgili kaseti postayla göndermek yeterlidir. Kaset kurşunu, böylece kendi mecrasını bulur. Kimsenin aklına da, istihbarat servislerinin rolü gelmez.

*

Peki, istihbarat servislerinin elinde, kaset çekilmesini sağlayacak “partnerler” yeterince var mıdır?..

Bu noktada, Abdurrahman Dilipak’ın “Bunların elinde şeyh de var, fahişe de” şeklindeki sözlerini hatırlamakta yarar var. Bu fahişelerin önemli bir bölümü, dışardan bakıldığında herkesten namuslu bile görünürler. Fakat gerektiğinde vazifelerini yaparlar.

Ne yazık ki, istihbarat servisleri böyle çalışıyor.

 

(https://tavassut.wordpress.com/2014/08/02/baykal-kasedinin-ardinda-mit-mi-vardi/)

MEVLANA RH. A.’DEN ERDOĞAN’A: “ŞERİAT’İN EMRİ OYUNCAK DEĞİLDİR.”

(ERDOĞAN’IN “ADALET”İ, İMAM MATÜRİDÎ, ŞERİAT, LAİKLİK, İMAN VE KÜFÜR)

 

ERDOĞAN ADALET ile ilgili görsel sonucu

Cumhurbaşkanı Erdoğan: Biz de oyuna geldik!

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Beştepe Millet Kültür ve Kongre Merkezi’nde Yargıtay’ın 150. Yılı Sempozyumu’nda konuştu.

  • GİRİŞ 06.03.2018 14:53

Erdoğan’ın açıklamalarından satırbaşları:

… Genel başkanı olduğum partinin ismini ararken çok araştırdık, çok düşündük ve sonunda Adalet ve Kalkınma Partisi adını verdik. 81 vilayette 4 binin üzerinde kişiye sorarak bunu gerçekleştirdik. Bilimsel yaptık….

Tarihte hep bir adalet arayışı olduğunu görüyoruz. Adalet herkese hakkını vermektir. Hakkı vermekle gasp etmek arasındaki denge öylesine hassastır ki bunu sağlamak için çok çalışmak gerekir. Hz. Mevlana‘ya göre ağaçlara su vermek adalet iken, dikene su vermek adaletsizliktir diyor. Her su emen kökü suladığınızda adil davranmış olmuyor adaletin ruhuna aykırı hareket ediyorsunuz demektir. Adalet dağıtmayan savcı ve hakim de zalimler arasına giriyor. Bir ülkede halk adalet çığlığı atar hale gelmişse oradaki yargı sisteminde bir sorun var demektir.

(http://www.haber7.com/siyaset/haber/2566814-cumhurbaskani-erdogan-biz-de-oyuna-geldik)

*

EHL-İ SÜNNET İTİKADI KİTABINDAN

Gümüşhanevî, Ehl-i Sünnet İ’tikadı, ile ilgili görsel sonucu

Bezzâziyye’de şöyle denilmiştir: “Zalime âdil diyen kimse kâfirdir. Zamanımızdaki zalimlere âdil diyenler kâfirdirler. Çünkü bunların adaletsizliği yakînen bilinmektedir. Zulmü adalet diye isimlendiren kimse kâfirdir.”

İmam Ebu Mansur Matüridî şöyle demiştir: “Zamanımızın sultanı (devlet başkanı) âdildir diyen kimse kâfir olur.” Çünkü bunların zulmünde şüphe yoktur. Zulmün haram olduğu ise kesindir. Yakînen haram olan bir şeye helal veya adalet demek küfürdür.

Adalet, cüz’î (parça buçuk kabilinden) bir meselede tatbik edilmekle yerine getirilmiş sayılmaz. Şeriatı halk üzerinde tatbike devam etmek sureti ile ancak adalet yerini bulur.”

(Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevî, Ehl-i Sünnet İ’tikadı, çev. A Kabakçı ve F. Günel, 7. b., İstanbul: Bedir Y., 1996, İstanbul: Bedir Y., s. 159-60.)

*

İSLÂM ANSİKLOPEDİSİ‘NDEN

MATÜRİDİ ile ilgili görsel sonucu

“MÂTÜRÎDΔ

Mâtürîdî Hanefî mezhebinin dördüncü, hatta üçüncü kuşak âlimlerindendir. … Eğitim hayatı, seyahatleri ve hacca gidip gitmediği, resmî bir görev alıp almadığı gibi hususlar bilinmemektedir. Ancak zalim olduğu kesinlik derecesinde sübut bulan zamanının sultanına âdil diyen ve dolayısıyla zulmü adaletle vasıflandıran kimsenin küfre girdiği yolunda kanaat belirtmesi (Burhâneddin el-Buhârî, V, 577), Ebü’l-Kāsım el-Kâ‘bî’yi zalim devlet adamlarıyla ilişki içinde olduğu için kınaması (Kitâbü’t-Tevhîd Tercümesi, s. 452) devrin siyaset ve devlet adamlarıyla münasebetlerinin iyi olmadığını göstermektedir.

(C. 28, s. 146-7)

*

ERDOĞAN MISIR ŞERİAT LAİKLİK ile ilgili görsel sonucu

ERDOĞAN MISIR ŞERİAT LAİKLİK ile ilgili görsel sonucu

*

MEVLANA ile ilgili görsel sonucu

MESNEVΑDEN (C. 5)

Fakat gözü, o yüzleri göremeyene şu duman, can görünür. Abdülaziz oğlu Ömer’i görmediğinden (Zalim) Haccac onca adalet sahibidir.
O, Musa’nın ejderhasını görmemiştir de büyücülerin iplerinde can var sanır.
Arı duru suyu içmeyen kuş, kara su içinde kanat çırpıp durur.
Zıt olmadıkça zıddı tanınamaz. Yara görülünce onulmaya başlanır.

Kendi kötü gözü, gözüne perde olmada. Ben seddimi kaldırdım demesi, kendisine set kesilmede.
Aklı kulağına bağ olmada. Ey Tanrı şaşkını, aklını Tanrı’ya ver.
Aklını bir çok yerlere dağıttın. Halbuki o saçma sapan uğraşman, o beyhude mırıldanman, bir tereye bile değmez.
Aklının suyunu her diken, çekip durdukça akıl suyun, meyvelere nasıl ulaşabilir?
Kendine gel de o kötü dalı kes, buda. Bu güzel dala su ver de tazelendir.
Şimdi ikisi de yeşil ama sonuna bak. Bu sonunda bir şeye yaramaz, öbürüyse meyve verir.
Bağın suyu buna helaldir, ona haram. Aralarındaki farkı sonunda görürsün vesselam.
Adalet nedir? Ağaçlara su vermek. Zulüm nedir? Dikeni sulamak.
Adalet bir nimeti yerine koymaktır, her su çeken tohumu sulamak değil.
Zulüm nedir? Bir şeyi yerinde kullanmamak, yeri olmayan yere koymak. Bu da ancak belaya kaynak olur

(http://dosyalar.semazen.net/MESNEVI-I_SERIF_5.cilt.pdf)

*

Kadı’nın şer’an vurduğu sopayla birisi ölürse kadı, onu ödemez. Çünkü Şeriat’in emri oyuncak değildir.
O, Tanrı vekilidir, Tanrı adaletinin gölgesidir. Her hak sahibiyle cezaya müstahak olanın aynasıdır o.
O, mazlumun hakkını hak etmek için ceza verir, kendi ırzı için kızgınlığından yahut da bir şey kazanmak için değil.
Onun cezası, Tanrı içindir, kıyamet günü içindir. Bu cezada bir hata olsa bile ona diyet lâzım gelmez.
Çünkü birisini kendisi için döven borçludur. Tanrı için döven her şeyden emindir.

(http://dosyalar.semazen.net/MESNEVI-I_SERIF_6.cilt.pdf)

*

ERDOĞAN ADALET ile ilgili görsel sonucu

DERTLERİ ASLINDA NURETTİN YILDIZ DEĞİL..

DERTLERİ KUR’AN‘DAKİ AYETLERLE..

KUR’AN‘A AÇIKÇA CEPHE ALAMADIKLARI İÇİN, NURETTİN YILDIZ GİBİ İSİMLER ÜZERİNDEN SALDIRIYORLAR..

AKŞENER KONUŞUR DA, BAHÇELİ DURUR MU, O DA TOPA GİRMİŞ..

SEN ÖNCE, 15 KİŞİLİK ÜST YÖNETİMİNDEN “KASET”LE GİDEN 9 KİŞİNİN HESABINI VER!

NURETTİN YILDIZ’A, TAMAMEN KUR’AN‘A DAYALI AÇIKLAMALARINDAN DOLAYI “MECZUP, SAPIK” DİYOR..

SAPIK ARIYORSAN ETRAFINA BAK.. AYNAYA BAKMAN DA BELKİ İŞE YARAR..

(SON ZAMANLARDA BİR DE “KASET KUMPASI” LAFI ÇIKTI.. KUMPAS LAFIYLA, KASETLERİN YALAN, UYDURMA YA DA MONTAJ OLMASI, VEYA “DERİN” BİRİLERİNİN HUYU OLAN “GÖREVLİ” KADIN GÖNDEREREK BİRİLERİNİ TUZAĞA DÜŞÜRME KASTEDİLMİYOR.. “BÜYÜK TÜRK BÜYÜKLERİNİN” KASETLİK FUHUŞ VE AHLÂKSIZLIKLARININ KAYDEDİLİP FAŞ EDİLMESİNE KUMPAS DİYORLAR.. BUNU YAPMAK DA YANLIŞ AMA, KUMPAS BU DEĞİLDİR)

 

KILIÇDAROĞLU BİR GENEL BAŞKAN KASET ile ilgili görsel sonucu

MHP KASET ile ilgili görsel sonucu

 

… Sosyal Doku Vakfı Başkanı ve İlahiyatçı Nurettin Yıldız’ın “Kadınlar kocalarından dayak yedikleri için şükretmeli” açıklamasını hatırlatan Bahçeli “Meczubun biri çıkıp kadınlara kocalarından dayak yedikleri için şükretmeleri gerektiğini söyleyebiliyor. Bunu diyanet adına yapabiliyor. Ne ara bu kadar sapık türedi” diye tepki gösterdi.

(https://odatv.com/bahceliden-nurettin-yildiza-meczup-06031815.html)

*

EKONOMİ BÜROKRASİSİ DAHA ÇOOK KÂBUS GÖRECEK (DEVLET BAHÇELİ, AKP’Yİ ZORA SOKACAK OLAN MHP-BBP-SP İTTİFAKINI GERÇEKLEŞTİREMEZ.. BİR ÖNCEKİ SEÇİMDE MHP ÜST YÖNETİMİNİN BÜYÜK BÖLÜMÜNÜ KASETLERLE TIRPANLAYANLAR ŞİMDİ PERDE ARKASINDAN YEDEKTEKİ KASETLERİ SALLAYARAK BAHÇELİ’YE AYAR VERİYORLARDIR)

*

Ekonomi bürokrasisi kabus görüyor

28.03.2015 00:00
Ahmet TAKAN

Ahmet TAKAN

Babalarının çiftliği ya!.. Bol keseden  dağıtıyorlar… Kıyaklar gırla gidiyor…

Saray’a örtülü ödenek. Cumhurbaşkanlığı bütçesi yüzde 100 arttı.
Devletin Sayıştay’ı tatilde (!), HSYK başta olmak üzere yargı mekanizmaları uyum (!) sürecinde.
Parsel parsel satılan Türkiye’de hesap sorabilecek babayiğit yok.
Ekonomide alarm zilleri çalıyor..
Merkez  Bankası Başkanı’nın başına gelenlerden sonra Maliye ve Hazine bürokrasisi korku içinde. Ağzını açmayı bırakın, kötü gidişatı anlatmayı düşünmeyi bile düşünemeyecek durumdalar. Ülkedeki ekonomik göstergelerin iyi olmadığı, hazinenin para bulmakta zorlandığı şu günlerde, Maliye Bakanlığı kulislerinde torba kanunlarla yapılan seçim yatırımlarının  bütçeye getireceği ek yükün altından nasıl kalkılacağı tartışılıyor. Ama sessizce sarayın kulağına gitmeyecek şekilde. Ankara kulislerinde gün geçmiyor ki insanı hayrete düşüren gelişmeler yaşanmasın. İşin en tuhaf yanı da duyulan ve ortaya çıkan onca inanılmaz gelişmeler karşısında herkesin durumu kabullenmiş olması. Ekonomi bürokrasisinin şu an da tek sıkıntısı ekonomideki krizi derinleştirmeden seçime kadar ulaşabilmek. Ekonomi yönetimi, önümüzdeki ay memur ve emekli maaşları nasıl ödenir onun derdinde.
Kabuslar içinde gün geçiriyorlar. O kadar ki iktidarın önde gelen bir bürokratının ağzından şunları duyunca ben bile şaşkınlık içinde kaldım;
 “Çocuk, çeyiz yardımı talimatı Öcalan’dan gelmiş. Kürt nüfusunun azaldığını gündeme getirmiş Abdullah Öcalan. Kürt gençlerinin evlenmesinin teşvik edilmesini istemiş.”
“O kadar da değil” diyemedim.
Karanlıklar prensi Kemal Derviş’in tekrar hortlatılması siyasi çevrelerin yanı sıra bir o kadar da ekonomi, bürokrasisinde “manidar” karşılandı. Kemal Derviş’in CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ile birlikte  yaptığı “iktidarda ekonomiden sorumlu Başbakan yardımcılığı görevini alırım” deklarasyonu bence CHP’nin seçim beyannamesi;
AKP-CHP koalisyonu ve HDP’nin dışarıdan desteğiyle (içeriye de alınabilir) “çözüm süreci” nin halledilmesi. Büyük Orta Doğu Projesi için ABD yeni bir hamle yaptı.
Eminim; Kemal Derviş’ten çok canı yanan MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, fazla zaman kaybetmeden, bunun matematiksel ve geometrik açıklamasını yaparak milleti uyandıracaktır. AKP-CHP-HDP koalisyonun kurulmasına ve bir dönem daha MHP’nin muhalefette kalmasına asla ve kata müsaade etmeyecektir. 7 Haziran sonrasını görüp “efendim seçimlerden sonra MHP ana muhalefet olur ve daha da büyür” diyenlere eline kalemi kağıdı alıp esaslı bir ders verecektir. Kapıyı kapattığı, seçimde MHP’ye oy patlaması yaşatacak MHP-SP-BBP-DP birlikteliğine son dakika sürprizi yaparak olur verecektir. ANAP-DSP-MHP koalisyonunda edindiği acı tecrübelerle Kemal Derviş kamuflajlı yeni tezgahlara geçit vermeyecektir.
Karanlıklar prensi Kemal Derviş’in 2001 ekonomik krizinde Türkiye’ye getirilişini hatırlayın. Kendisine Hazine Müsteşarlığı veya Merkez Bankası Başkanlığı teklif edilmiş fakat dış baskı ve dayatmalarında neticesiyle o ekonomiden sorumlu Başbakan Yardımcılığı koltuğuna oturmuştu. Ondan sonra da nelerin nasıl dağıtılıp yeni siyasi organizasyonların yapılıp Recep Erdoğan’ın BOP eş Başkanlığına nasıl getirildiğini herhalde unutmamışsınızdır. Şimdi de milletvekili teklifini reddetmiş ama ekonomiden sorumlu Başbakan yardımcılığı görevini lütfedip kabul etmiş. Tarih çok kısa sürede tekerrür etti!..

http://www.yenicaggazetesi.com.tr/ekonomi-burokrasisi-kabus-goruyor-33974yy.htm

(https://tavassut.wordpress.com/2015/03/28/ekonomi-burokrasisi-daha-cook-kabus-gorecek-devlet-bahceli-akpyi-bitirecek-olan-mhp-bbp-sp-ittifakini-gerceklestiremez-bir-onceki-secimde-mhp-ust-yonetiminin-buyuk-bolumunu-kasetlerle-tirpanlaya/)

*

ŞÖYLE DEMİŞTİK: DEVLET BAHÇELİ, AKP’Yİ ZORA SOKACAK OLAN MHP-BBP-SP İTTİFAKINI GERÇEKLEŞTİREMEZ.. BİR ÖNCEKİ SEÇİMDE MHP ÜST YÖNETİMİNİN BÜYÜK BÖLÜMÜNÜ KASETLERLE TIRPANLAYANLAR ŞİMDİ PERDE ARKASINDAN YEDEKTEKİ KASETLERİ SALLAYARAK BAHÇELİ’YE AYAR VERİYORLARDIR (MHP SAĞIN GELECEKTEKİ BÜYÜK PARTİSİ OLMA FIRSATINI KAÇIRDI.. SP VE BBP İLE İTTİFAK YAPMIŞ OLSAYDI, BU İKİ PARTİNİN TABANI MHP’YE OY VERMEYE ALIŞIRDI.. 1980’LERDE BARAJI AŞAMAYAN REFAH PARTİSİ, 1991’DE MHP İLE İTTİFAK YAPINCA BARAJI AŞTIĞI GİBİ, BİR SONRAKİ SEÇİMDE EN BÜYÜK PARTİ OLMUŞTU)

*

BBP – Saadet seçimde ittifak yapacak

BBP adayları Saadet partisi listesinden gösterildi.

Bir süredir ittifak görüşmeleri yapan Büyük Birlik Partisi (BBP) ve Saadet Partisi YSK’ya verdikleri listede çatı olarak Saadet Partisi’nde karar kıldılar. Böylelikle iki parti Saadet Partisi adı altında seçime girecekler.

BBP Genel Başkanı Mustafa Destici, 2015 Genel Seçimleri için milletvekili aday listeleri hazırlanırken MHP ve Saadet Partisi’ne ittifak mesajı göndermişti.

“Özellikle Milliyetçi Hareket Partimiz ve Saadet Partimiz ile çok rahat bir şekilde seçim işbirliği yapabileceğimizi çok net bir dille ifade ettim. Bunda hiç bir tereddüt de yaşamadım, yaşamıyorum” diyen Mustafa Destici’ye MHP Lideri Devlet Bahçeli’den ret cevabı gelmiş ve randevu dahi vermemişti.

http://www.haber7.com/ic-politika/haber/1339915-bbp-saadet-secimde-ittifak-yapacak

(https://tavassut.wordpress.com/2015/04/07/soyle-demistik-devlet-bahceli-akpyi-zora-sokacak-olan-mhp-bbp-sp-ittifakini-gerceklestiremez-bir-onceki-secimde-mhp-ust-yonetiminin-buyuk-bolumunu-kasetlerle-tirpanlayanlar-simdi-perde-ar/)

AĞZI BOZUK TEKFİRCİ İLE “KANKA”SI ERDOĞAN

(ŞİMDİKİ DOSTLUKLARINA BAKILIRSA İKİSİNİN DE MİDESİ OLAĞANÜSTÜ SAĞLAM, SİNDİRİMLERİ İYİ)

 

devlet bahçeli ile ilgili görsel sonucu

devlet bahçeli ile ilgili görsel sonucu

devlet bahçeli erdoğan ile ilgili görsel sonucu

devlet bahçeli erdoğan ile ilgili görsel sonucu

devlet bahçeli erdoğan ile ilgili görsel sonucu

devlet bahçeli erdoğan ile ilgili görsel sonucu

devlet bahçeli erdoğan ile ilgili görsel sonucu

devlet bahçeli erdoğan ile ilgili görsel sonucu

 

DEVLET BAHÇELİ, İMAN VE KÜFÜR

 

Hasan Şahin

 

Devlet Bahçeli, son beyanatında, “tekfirci” bir molla kimliğiyle, tam da kendisine yakışan bir fetva vermiş: “Başbakan bilmez midir Cumhuriyet’i yıkmak, Türkiye’yi etnik coğrafi bölgelere ayırmak küfürdür ve azgınlıkla eşdeğerdir.”

Yani, bunun böyle olduğu o kadar açıkmış ki, Başbakan [Recep Tayyip Erdoğan] bile kesinlikle bilirmiş.

Doğal olarak hiç kimse, buna inanıp da, elfaz-ı küfr’ün (küfür sözlerin/lafızların) yer aldığı akaid kitaplarını karıştırmayacaktır, çünkü “Cumhuriyet’i yıkmak küfürdür” şeklindeki bir fetvanın “kitaplar”da bulunmadığını herkes bilir.

Bu fetva, Bozkurtçu Bahçeli hocaefendi hazretleri tarafından dinî literatüre hediye edilmiş durumda.

Bahçeli bununla da yetinmemiş, Tayyip Erdoğan’ın “kalb”inden haber getirmiş: “Bunların kalbinde kilise, dilinde cami vardır.”

Bunu Bahçeli, elinde bozkurt işareti, dilinde Türklük olduğu halde söylüyor. Kalbi hakkında birşey demeyelim.

Evet, Bahçeli’nin umurunda olmasa da, gerçekte neyin iman, neyin küfür olduğu bellidir.

Ulema, küfrü kısaca şöyle tarif etmiştir: “Şer’an ta’zimi vacip olanı tahkir, tahkiri vacip olanı ta’zim etmektir.”

Bugünkü Türkçe’yle şöyle ifade edebiliriz: Şeriat’e göre yüceltilmesi vacip olanı aşağılamak, aşağılanması vacip olanı da yüceltmek/ululamak küfürdür.

Mesela, Ezan’ı aşağılamak küfürdür. Bunun lamı, cimi yoktur.

Doğal olarak, Şeriat’i aşağılamak, “Ortağaç zihniyeti, çöl kanunu vs.” demek, küfrün daniskasıdır.

Buna karşılık, putları ve putperest liderleri/önderleri yüceltmek de küfürdür. Bir kimse Lat’a, Menat’a, falan milletin totemi olan ayıya, yılana, çıyana vs. ta’zimde bulunduğunda, bu, küfürdür.

Putperestlerin/mecusîlerin bayramlarına ta’zim (saygı göstermek, katılmak vs.) küfürdür.

Bunların küfür olduğunu bilmekle birlikte, zarurat-ı diniyye dışındaki hususlarda insanları tekfir etmekte acele etmeyiz.

Mesela, müslüman olduğunu söyleyen bir kimseyi, nevruz kutlamalarına katıldı diye hemen tekfir etmek gibi bir tutum sergilemekten kaçınırız.

Bilmiyor olabileceğini, öncelikle onun bu konuda uyarılması ve bilgilendirilmesi gerektiğini düşünür, zarurat-ı diniyye dışındaki hususlarda bilgisizliğin bazı âlimler tarafından mazeret kabul edildiğini gözönünde bulundururuz. Bulundurmak gerektiğini biliriz.

Tekfir etme hususunda acele etmemek gerektiğini bildiğimiz gibi, neyin küfür, neyin iman olduğu konusunda da kafamızdan hüküm veremeyeceğimizi, böylesi bir tavrın bizatihî küfür olduğunu, dinle oynamak anlamına geldiğini hesaba katarız. Katmak gerektiğini biliriz.

Her ne kadar, İslâm’ın tekfir konusundaki bu hassasiyetinin İslâm karşıtı güçler tarafından istismar edildiğini, böylece tam aksi yönde bir tutumun derin odaklar tarafından propagandasının yapıldığını, öyle ki, zarurat-ı dinniyyeden olan hususları açıkça inkâr edenlerin bile birileri tarafından müslümanmış gibi gösterilmeye çalışıldıklarını biliyor olsak da, ölçümüzün Şeriat olması gerektiğini, dinî hususlarda birilerine inat olsun diye düşünce ve tavır geliştirmenin bizzat dinin amacına aykırı olduğunu gözönünde tutarız. Tutmamız gerektiğinin farkındayızdır.

Tekfirde acele etmemek, müslüman olduklarını söyleyenler ya da ehl-i Kıble hakkında mümkün mertebe tevilde bulunmak gerektiğini bilmekle birlikte, küfür olan söz ve hareketleri meşru kabul etmenin küfür olduğunu da biliriz. Bilmek gerektiğinin bilincindeyizdir.

Zarurat-ı diniyyeyi açıkça inkâr eden birtakım meşhur şahısların küfür sözlerinin görmezden gelinip bunların neredeyse örnek müslümanlar olarak halka “yutturulmaya” çalışılmasının da münafıklık olduğunun farkındayızdır.

Biraz dinî bilgisi ve hassasiyeti bulunan hemen herkes, genel olarak tekfir konusunda böylesi bir çerçeve içinde tavır sergilemeyi gerekli görür, görmektedir.

Ancak, bu “herkes”in içine, Devlet Bahçeli’nin girmediği görülmektedir.

Tabiri caizse, dini sanki kendisinin oyun bahçesiymiş, kurtların serbestçe girebileceği bir çiftlik gibi gördüğü anlaşılmaktadır.

O kadar ki, neyin iman, neyin küfür olduğuna Bahçeli adlı vatandaş kendi kafasından, heva ve hevesi doğrultusunda karar veriyor.

Böylece, “devlet”in menfaatleri doğrultusunda olduğunu düşündüğü şeyler iman, buna aykırı olan şeyler de küfür haline geliyor.

Tek ölçütü, devlet.. İşte bu, bazı siyaset bilimcilerin dile getirdiği gibi, devletin tanrılaştırılması, putlaştırılmasıdır. (Burada, putlaştırma ifadesini siyaset bilimcilerin kullandığı anlam çerçevesinde ele alıyorum. Mesela, akademisyen Bali’nin “Sivil Toplumun Tanrısı” adlı kitabının temel tezi budur.)

Bahçeli’ye göre, eyalet sistemi, Cumhuriyet’in yıkılması anlamına geliyor ve bu, küfür..

Bu durumda, adamın küfür tanımının şöyle birşey olması gerekiyor: “Devleti temsil eden bürokratik yapının devletin menfatine aykırı olduğunu ileri sürdüğü şeyleri savunmak küfürdür.”

Aslında, Devlet Bahçeli’nin tavrı, dinî siyasete âlet etmekten başka birşey değildir.

Ancak din, aslına sadık bir şekilde anlaşıldığında ve anlatıldığında, siyasete âlet olmaz. Âlet edilebilmesi mümkün değildir. Tam aksine, siyaset onun âleti haline gelir.

Bu yüzden, her “dini siyasete âlet etme” ve din istismarı faaliyeti, dini tahrip etme, bozma, olduğundan farklı gösterme ve yıkma çabası olarak kendisini göstermek zorundadır. Buna, değişik düzeylerde mecbur kalır.

Mesela, cihada ve yaşayan mücahitlerin varlığına tahammül edemeyen bir rejimin, birtakım ölülerine büyük bir cömertlikle şehitlik unvanını lâyık görmesi, sadece din istismarı ve dinin “devlet güçlerinin siyasal emellerine” âlet edilmesi değildir. Aynı zamanda dini reforme etme faaliyetidir.

Adamın yaşarken fî sebîlillah cihad etmesi, mücahid olması mümkün değil, fakat ölünce şehit.. Ve mine’l-garâib!..

Evet, Başbakan Erdoğan’ın iman açısından “tehlikeli” birtakım sözleri var.. Bunlardan biri, “din milliyetçiliğine karşı olduğu” yönündeki ezberi..

Ancak, Devlet Bahçeli açısından “din milliyetçiliği”nin bir değeri yok.. Bahis konusu yaptığımız son beyanatında şöyle diyor: “Hayatlarının hiçbir döneminde Türk milletine aidiyet şerefinden nasiplenmeyen zavallılar bunlardır.”

Peygamber Efendimiz s.a.s., hayatının hiçbir döneminde Türk milletine aidiyet “şerefi”nden nasiplenmemişti.

Sen önce, şu bozkurt totemini kendine şiâr (sembol, simge) yapma zavallılığından kurtul da, senin gerçekten kayda değer bir şerefinin bulunduğunu anlayalım.

Senin Türk milletine aidiyet şerefinin görünür alâmeti nedir, elinle yapıp durduğun bozkurt işareti mi, yoksa arkadaşlarının “kaset”leri ve çevirdikleri filmler mi?..

Merhum Yavuz Sultan Selim Han’ın şerefi, “hâdimü’l-Harameyn” (Mekke’nin ve Medine’nin hizmetçisi, hademesi) olmasıydı.. Peki senin şerefin nedir?..

Evet, Türkler’in böylesi bir şerefi vardı. Ve ne zaman ki birileri bozkurt toteminde şeref aramaya başladılar, “Kâbe Arab’ın olsun” diye küfür lafları sözde edebiyat diye şiir olarak ırlamaya başladılar, mücahid atalarına şerefsizlik isnat etmiş oldular.

Bahçeli gibilerin, başkalarını iman açısından hesaba çekme, ölçüsüzce tekfir etme tutumu sergilemeden önce, kendilerine çekidüzen vermeye ihtiyaçları vardır.

Senin tek ölçütün “yürürlükteki siyasal sistem” ve “mevcut devlet yapısı” olabilir… Ne yapalım, bu da senin tercihin.. Buna birşey diyemeyiz, ancak, küfür gibi dinî bir terimin içini boşaltmaya, mevcut siyasal yapının siyasal emellerine âlet etmeye, dini bozmaya hakkın yoktur.

Sadece şunu diyebilirsin: Erdoğan’ın yaptığı şey bozkurtçuluğa, Türkçülüğe aykırıdır.

Kalkıp imandan, küfürden bahseder, haddinizi bilmezseniz, sizin bu sefil tiyatronuzda oynanan zavallı komedyanın içine tükürenler de bulunur.

 

(http://beyanname.blogcu.com/devlet-bahceli-kufur-ve-iman/13509804)

REJİM, AKPARTİ İKTİDARI, VATAN HAİNİ DİNSİZ İMANSIZ AHLÂKSIZ SOLCU “ELİT”LER VE İSLÂM’IN “PARYA” SAVUNUCULARI..

*

BU İKTİDAR, “BENİ STALİN YARATTI” DİYEN PUTPEREST DALKAVUK VATAN HAİNİNE DOKUZ YIL ÖNCE BAKANLAR KURULU KARARIYLA İADE-İ İTİBAR TAZİMİNDE BULUNDU..

ŞEYHÜLİSLAM MUSTAFA SABRİ EFENDİ GİBİ EMSALİ ZOR BULUNUR DEHA SAHİBİ MÜCAHİD VE MÜTEFEKKİR BİR ÂLİMİN SIRADAN BİR OKULA VERİLMİŞ İSMİNE BİLE SAHİP ÇIKMADI..

LAFA GELİNCE DE UTANMADAN “ALLAH’TAN BAŞKA KİMSEDEN KORKMAMA” PALAVRASI..

STAR‘DA YAZAN ARDAN ZENTÜRK, İKTİDARA SIRTINI DAYAMIŞ, İSLAMÎ DUYARLILIĞI OLANLAR KÖLE, KENDİSİ GİBİ KEMALİSTLER DE EFENDİYMİŞ GİBİ AHKÂM KESİYOR.

NASIL DÜŞÜNMEMİZ, NASIL İNANMAMIZ, NASIL KONUŞMAMIZ GEREKTİĞİNE DAİR BİZE “DİN VE VİCDAN HÜRRİYET(SİZLİĞ)İ” DERSİ VERİYOR.

REJİM USULÜ “FİKRİ HÜR (KÖLE), VİCDANI HÜR (KÖLE)” OLMA YÖNERGESİ YAYINLIYOR.

 

mustafa sabri efendi ile ilgili görsel sonucu

nazım hikmet iade itibar ile ilgili görsel sonucu

nazım hikmet stalin ile ilgili görsel sonucu

nazım hikmet stalin ile ilgili görsel sonucu

 

Mustafa Sabri Efendi’nin hazin bir şiiri ve biz ona vefasızlık ettik

Prof. Dr. Faruk Beşer
(Yeni Şafak

 

Abdulfettah Ebu Gudde asrımızın ‘yürüyen Sünnet’ ifadesine tam uyan gördüğüm üç-beş kişiden biridir. İki kitabını Türkçe’ye çevirdiğim için aramızda bir muarefe vardı. ‘İlim Uğrunda’ adıyla çevirdiğim ‘Safahât min sabri’l-ulema’ adlı kitabı her üniversite öğrencisinin okuyacağı ilk kitaplardan olmalıdır. Âlimlerin ilim yolunda çektikleri inanılmaz sıkıntıları anlatır. Ebu Gudde Haleplidir ve Mısır’da bir ara Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi’ye ve son Osmanlı Şeyhülislam Vekili Zahidü’l-Kevseri’ye öğrencilik etmiş olmakla şereflendiğini söyler. 1996’da vefat etmiştir, Allah rahmet eylesin.

Mısır’da kaldığı altı sene boyunca Kevserî’den (v. 1952) ve Mustafa Sabri Efendi’den (v. 1954) dersler almıştır. Özellikle Kevserî’den hiç ayrılmadığı için kendisini ona nispet eder. İslâm dünyası da onu, Kevserî’nin halefi ve ilminin varisi olarak tanır. Yaptığı pekçok tahkîki (yazmaların metin tespitini) onun tavsiyesi ile seçmiş ve gerçekleştirmiştir. Ondan sık sık ‘Muhterem ve muhakkik üstadım Kevserî’, diye söz eder. Kevserî kadar olmasa da Mustafa Sabri Efendi ile de birlikte olmuş, Türkiye’den kovulduğu için Mısır’a giden bu değerli allâmeden istifade etmesini bilmiş ve her iki âlimin de takdirlerini kazanmıştır.

Kevserî hakkında biz Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi olarak yıllar önce memleketi olan Düzce’de uluslararası bir sempozyum yapmıştık. Mustafa Sabri Efendi için Türkiye’de böyle bir sempozyum yapılıp yapılmadığını bilmiyorum. Bu yılın başlarında Lübnan’da bir sempozyum yapılmış, Türkiye’den de bazı zevat katılmıştı. Ama bu iş herkesten önce bize düşer.

Öğrencileri olan Ali Ulvi Kurucu’nun hatıratını okursanız bu iki allâme’yi daha yakından, birinci elden tanımış olursunuz.

Ebu Gudde sözünü ettiğimiz kitabında Mustafa Sabri Efendi’nin çektiği sıkıntılardan da söz eder ve onun bir şahidi olarak şunları söyler:

‘Bu bölümü 1373/1954 de vefat eden son Osmanlı Şeyhülislamı Üstadım, Mustafa Sabri Efendi’nin çektiği açlığı anlatarak bitiriyorum:

O, zalimlere karşı duruşu sebebiyle dini uğrunda Türkiye’den kovulmuş, ülkeden ülkeye atılmış, nihayet Mısır’da karar kılmıştı. Dıştan, hoş geçindiği ve sıkıntısız olduğu sanılırdı oysa orada fakr u zaruret içerisinde yaşıyordu. O günlerde dünya gazeteleri Hindistan Başbakanı Gandi’nin İngiltere’nin, memleketindeki siyasetini protesto için tuttuğu ölüm orucundan söz ediyordu. Dünyanın her tarafında bu haber dalgalanıyor ve çok büyük bir olay olarak görülüyordu.

Bunun üzerine merhum üstadımız, birkaç beyit yazmış ve kendisinin çektiği sürekli ve sessiz sedasız açlığı ile bağırıp çağıran Gandi’nin dünya gazetelerinde manşet olan açlığı arasında bir karşılaştırma yapmıştı.

Bu Arapça şiirinde bendenizin tercümesiyle şöyle diyordu Üstat:

“Yeni Hindistan’ın lideri Gandi, ölüm ve protesto orucu tutuyormuş…

Ben ise -Hind’in ve Sind’in şeyhi olmayı bırakın-

Şeyhülislam olduğum halde ölümle burun burunayım

İkimizin orucu arasında çok büyük farklar var,

Bunu, reddi mümkün olmayacak şekilde açıklayayım.

O varlıktan oruç tutuyor, ben ise yokluktan

Öyle ki, açlık, yanımdan hiç ayrılmayan bir misafir haline geldi,

Ben Mısır’a misafir olduğumdan beri…

Ve onun orucunu herkes konuşuyor.

Oysa sadece ben biliyorum benim orucumu.

İslâm için katlandıklarımdan gam yememe gerek yok

Ben ölürsem de bundan sonra o var olsun yeter.

Ve var olsun, asrın müslümanlarına rağmen,

Elden kaçırdıkları ve hiçbir zaman ahdine vefa göstermedikleri din,

Varsın benim gibiler açlıktan ölsün de kimse bilmesin,

Ah, keşke bu müslümanların da şeyhi olsaydı, şeyhi Hind’in.”

Biz pekçok değerimiz gibi Mustafa Sabri Efendi’ye de vefasızlık ettik, kendi vilayetinde bir okuldan adını sildik. Böyle vefasız bir millet olarak tarihe geçeceğiz. Bir süre Fransa’da araştırmalar yapan muhterem Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’tan duymuştum. Paris’in bütün sokakları kendi azizlerinin, yani evliyalarının isimleriyle anılır. Biz ise mahalle baskısı sebebiyle âlimlerimizin adını bile ağzımıza almaktan çekinir olduk. Çünkü laikçiler bir kaşık suda fırtınalar koparıyorlar, Allah’ımıza hamdolsun denmesine bile tahammül edemiyorlar. Bu seçim arifesinde bilinçli olarak mevzi kapmaya devam ediyorlar.

(http://www.yenisafak.com/yazarlar/farukbeser/mustafa-sabri-efendinin-hazin-bir-siiri-ve-biz-ona-vefasizlik-ettik-2041259)